Kâzım Güleçyüz: Dünyada rahat yok

Az konuşan, çok çalışan vakur kahraman Kâzım ağabey ile son konuşmamız şu şekilde bitmişti: "Ağabey yine başınızı ağrıtacaklar…", "Dünyada rahat yok..."

Hazin insanlık dramlarının yoğun olarak yaşandığı dertler ülkesinde; zalimler arasında yer almayarak adını vicdanlı gönüllere ve tarihe perçinleyen, itidal timsali Kâzım Güleçyüz ağabey, özgürlükleri için yılmadan çaba sarf ettiği binlerce masum gibi parmaklıklar ardında.

‘Sabrı kendisine bir kuvvet bilen’ Kâzım ağabey ‘zindanda da olsa bahtiyardır’, bundan hiç şüphemiz yok. Karıncanın sırtındaki kum tanesinin bile kaderince yol aldığı bir dünyada, elbette ki bu yaşananların da bir hikmeti vardır. Tıpkı kendisiyle tanışmamız gibi…

Yıllar önce bir grup heyecanlı üniversite öğrencisiyken kampüste birtakım konferanslar düzenler, kıymetli kalemleri diğer öğrencilerin de tanımasına vesile olmaya çalışırdık. Bu bağlamda kampüse davet ettiğimiz isimlerden birisi de Kâzım ağabeydi. Kendisini ilk kez bu davette tanıma fırsatım olmuştu. Sanıyorum ki Kâzım ağabey, bu davet esnasında geçirdiğimiz birkaç günde mesleki heyecanımı ve iştiyakımı sezmişti… Söz konusu etkinlik sonrası kendisi ile elektronik posta vasıtasıyla haberleşiyor ve hazırladığım birtakım haberleri kendisinin tensibine sunuyordum. Topluma karşı olan gazetecilik mesuliyetini, daimi meşguliyeti haline getirmiş Kâzım ağabey yok zamanına rağmen elektronik postalarıma dönüş yapıyor ve çalışmalarımı düzeltiyordu. Bu dönütlerden öğrendiklerim, eğri kalemimi az da olsa düzeltmiş ve öğrencilik yıllarımda gazetecilik mesleğinden ekmek kazanacak hale gelmiştim. Ekmekten ziyade, aşina olduğum Risale-i Nur prensiplerinin vücut bulmuş halini, bir meslek üstadında görmek yürüyeceğim yolu şekillendirmeme katkı sağlıyordu.

HİÇ BOŞ DURMAZDI; HEP ÇALIŞIRDI…

Gömleklerinin ön cebinde menfaatlerini dolduracakları boş poşetleri hazır eden lansman gazetecilerinin arasında, Kâzım ağabeyin şahsiyeti bir elmas gibiydi. Kendisine hediye gelen minik bir paket çikolataya dahi elini uzatmayan Kâzım ağabey istiğnâ düsturuyla yoluna devam ediyordu ve genel yayın yönetmenliğini yaptığı gazetenin her bir satırını Yeni Asya camiasının emaneti olarak görüyordu. Bir takım gazeteciler poşetlerine doldurduklarını o lansman ürünlerinin haberlerini gazete sayfalarına sığdırıp, daha çok menfaat devşirme derdindeyken, Kâzım ağabey sabahın erken saatlerinden itibaren kontrol ettiği ülke ve dünya gündemini Risale-i Nur’un medyadaki diline uygun şekilde yorumluyor, aralıksız olarak çalışıyordu. Böylesi yoğun bir çalışma ve okuma disiplinine sahip Kazım ağabeyi boş bulmak neredeyse imkansızdı.

Bir ramazan akşamında kıymetli eşi Yasemin abladan iftar daveti almış ve evlerine gitmek üzere yola çıkmıştım. Her ne kadar Kâzım ağabeyi ve hayat prensiplerini kısmen tanımış olsam da böylesi bir ailenin evine gidecek olmak beni heyecanlandırıyordu. Daha önce farklı camialardan birçok gazeteciyi ziyaret etmiştim ve farklı genel yayın yönetmenlerinin de yaşam standartlarını kapsamlı olarak biliyordum. Bildiğim tüm gazeteci portreleri zihnimde dolanırken tırmandığım İstanbul yokuşu sonlanmış ve adrese gelmiştim. Aile fertlerinin minik yaşam alanları dışında, evin salonunda bulunan birkaç çekyat ve okunmayı bekleyen kitap dağlarından ibaret olan bu mütevazi daire Güleçyüz ailesinin geçici dünya hayatına verdiği anlamı özetliyordu.

Elmas kalitesinde bir kalem olarak çok uzun yollar yürümüştü Kazım ağabey. 43 senelik gazeteciliği ve 27 senelik genel yayın yönetmenliği boyunca iki darbe, bir de badire görmüştü. Tıpkı önceki kaos atmosferlerinde yaptığı gibi 15 Temmuz badiresinde de Türkiye’yi içinde bulunduğu hukuksuzluk bataklığından çıkarmak için olağanüstü bir gayret sarf etmişti. Siyasilere, zulme alet olan kanaat önderlerine ve bilhassa Nur Talebelerine seslenmiş ve Bediüzzaman’ın şu ifadelerini hatırlatmıştı: “Bir masumun hakkı bütün halk için dahi iptal edilmez.”

BİR BEDEL OLACAKSA ÖDENİR

Muhtelif yayın ve röportajlarda bu cesur çıkışları kendisine hatırlatılarak sorulan sorulara defaatle şu cevabı vermişti: “Bu zulme kesinlikle rıza gösterilemez. Bütün vicdan sahiplerinin bu zulme dur demesi gerekir. Bu vicdanlarımızın, inançlarımızın ve insanlığımızın gereğidir. Bu duruşun bir bedeli olacaksa bu bedel ödenir. Hak ve vicdan insanı insan yapan değerlerdir.”

Tutukluluğundan dört gün önce kaleme aldığı yazısında ise Bediüzzaman’ın idamla yargılandığı Divan-ı Harb-i Örfideki müdafaasından alıntıladığı satırlar ise oldukça manidar: “Şimdi usandığım bir hayat-ı zaifem var, kahrolayım eğer idama esirger isem! Mert olmayayım, eğer ölüme gülmekle gitmezsem!”

Az konuşan, çok çalışan vakur kahraman Kâzım ağabey ile son konuşmamız ise şu şekilde bitmişti:

-Ağabey yine başınızı ağrıtacaklar…

-Dünyada rahat yok : )

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com