Bir türkü yükselirdi Mezopotamya’nın kurak topraklarından, Fırat’ın kenarından, taş duvarlı evlerin aralığından ve güneşte kavrulmuş yollarından… Bir ses, göğe doğru ince bir duman gibi süzülürdü; hüzünle, neşeyle, kahır ve sevdayla… O ses Kahtalı Mıçı’ydı.
Mıçı, yani asıl adıyla Mustafa Aslan. Kahta’nın bağrında doğup büyüdüğünden, halkın dilinde Kahtalı Mıçı olarak anıldı. Çocukluğu yoksulluk içinde geçti, hayat sertti, ama bu sertlik, onun sesinde bambaşka bir şeye dönüştü; neşeye, efkârın koynunda bir teselliye, düğünlerde halaya, kederde yasın omzuna yaslanışa…
Onun türkülerinde toprak vardı; gözyaşıyla sulanmış ekinler, hasat zamanı tüten buğday kokusu ve yaz sıcağında çatlamış dudakların özlemi… Bir ezgi başlar başlamaz, bir başına kalırdı insan. Çünkü Kahtalı Mıçı’nın sesi, herkesin içindeki o en kırık yere dokunurdu.
“Delalê” derdi, “Mavimsi gözlerine kurban olduğum” derdi, sesi titrerdi, sazın teli bile gözyaşı dökerdi. Halk onu sevdi, çünkü halkın ta kendisiydi o. Şarkı söyleyen bir filozof, sazıyla hikâyeler anlatan bir destancıydı.
Sonra hayat, işte o kaçınılmaz gerçeğiyle geldi. Türküler baki kaldı, ama Kahtalı Mıçı, o bozkırın delikanlısı, göçüp gitti. Şimdi bir eski kasetten, bir tozlu plaktan, bir düğün salonunun kalabalığından, bir mezarlık başında edilen dualardan duyuluyor sesi.
Kahta, Ailesi ve Çocukluğu
Kahtalı Mıçı’nın hikâyesi, adını aldığı Kahta’nın topraklarında başladı. Adıyaman’ın bu küçük, mütevazı ilçesi, onun ruhunu yoğuran yerdi. 1953 yılında, dört kardeşin en büyüğü olarak dünyaya geldi. Babası çiftçiydi, annesi ev işleriyle meşguldü.
Çocukluğu pamuk tarlalarında geçti. Ailesine destek olmak için küçük yaşlardan itibaren çalışmaya başladı. Bu yüzden ilkokulu Kahta Kubilay İlkokulu’nda ancak 9 yılda tamamlayabildi. Ortaokul eğitimini ise dışarıdan sınavlara girerek aldı.
Henüz 17 yaşında, Kahta’nın düğünlerinde türkü söylemeye başladı. Düğünlerin ve halk eğlencelerinin vazgeçilmez isimlerinden biri hâline geldi. Okulunu tamamladıktan sonra bir süre Beden Terbiyesi İl Müdürlüğü’nde çalıştı. Ancak içindeki müzik aşkı, onu resmi bir meslek hayatında kalmaya değil, halkın arasına karışmaya yöneltti.
Küçük Mustafa, çocuk yaşlardan itibaren sesiyle fark ediliyordu. Kahta’nın tozlu sokaklarında koşarken, düğünlerde yankılanan türkülere kulak verir, saz çalan büyüklerini hayranlıkla izlerdi. Onun için geleneksel halk müziği en büyük öğretmendi.
Ama o ses, yalnızca Kahta’nın sınırlarında kalmayacaktı. Bir gün, o sesi önce tüm ülkeye, sonra da dünyanın dört bir yanına taşıyacaktı.
Müziğe Adım Atışı ve İlk Albümleri
Kahtalı Mıçı, düğünlerde ve gazinolarda sesini duyurduktan sonra profesyonel müzik kariyerine adım attı. İlk büyük çıkışını 1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında yaptı.
İlk albümlerinden biri olan “Düğünümüz Şen Ola”, düğün müziği kültürünün önemli parçalarından biri hâline geldi. Ancak asıl büyük çıkışını, 1990’ların başında yayımladığı “Gurbet Kuşu” albümüyle yaptı.
Kahtalı Mıçı, kariyeri boyunca Uzelli Müzik, Türküola Müzik, Güvercin Müzik ve Barış Müzik gibi dönemin büyük plak şirketleriyle çalıştı. Kasetleri, özellikle Güneydoğu Anadolu’da rekor satış rakamlarına ulaştı.
En sevilen albümleri ve şarkıları: “Siz Gidin Biz Geloğ”, “Damımıza Kar Yağdı”, “O Ney Kardaş”, “Dünden Bugüne Güzellerimiz”, “Bir Peru Gördüm” ve “Şu Gurbetin Garibiyim”…
Özellikle “Fırat”, gurbetçilerin içini yakan, Fırat nehrini aşamayan sevdaların türküsü olarak hafızalara kazındı.
1989-1990 yıllarında Gaziantep’te yaşadı. 1991’de ise İstanbul’a göç etti. İstanbul, dönemin müzik piyasasının merkeziydi. Burada Ahmet Sezgin, Nuri Sesigüzel, Mahzuni Şerif ve Sami Kasap gibi isimlerin eserlerini seslendirdi.
Fakat İstanbul’un hızlı temposu ve müzik piyasasının rekabetçi doğası, onu memleketine dönmeye yönlendirdi.
Bir süre sonra, Şanlıurfa’ya yerleşti. İstanbul’da kazandığı deneyimleri geride bırakıp, kendisini Urfa’nın taş sokaklarında, düğünlerde, dost meclislerinde buldu.
Son Dönemi ve Vedası
Kahtalı Mıçı, memleketi Adıyaman ve çevresinde yaşanan depremlerden sonra büyük bir üzüntü duydu. Türkülerinde hep memleketine dair bir hasret, bir özlem vardı. Ancak depremler, onun yüreğinde derin bir yara açtı.
Zor günlerinde memleketine destek olmak için elinden geleni yaptı. Konserlerinden elde ettiği gelirlerin bir kısmını bağışladı, felaketzedelerin yanında olmaya çalıştı. Her fırsatta, Adıyaman’ın yaralarını birlikte saracağız diyerek insanlara moral verdi. Adıyaman’ı Acıyaman diye anmaya başladı.
Türkülerinin, depremle sarsılmış bu topraklarda bir teselli olmasını umuyordu. Belki de en büyük mirası buydu: Acıları paylaşmak, dertlere derman olmak ve bir halkın sesi olmaya devam etmek.
Ömrünün son yıllarında müzikten kopmadı, ancak eskisi kadar sahne almadı. Sağlık sorunları arttıkça, sahnelere daha az çıktı.
Son yıllarında halktan gördüğü sevgi, ona en büyük teselli oldu. Eski türküleri YouTube ve dijital platformlarda yeniden keşfedildi. Genç kuşaklar onun türkülerinde eski bir dost gibi bir sıcaklık buldu.
Ve bir gün, o içli ses artık susuverdi. Ardında Mezopotamya rüzgârında yankılanan türküleri bıraktı.
Kahtalı Mıçı’nın sesi, Fırat’ın sularında, Urfa’nın taş sokaklarında, düğünlerde, gurbetçilerin radyolarında yaşamaya devam edecek.
Çünkü bazı sesler ölmez…
Onlar, halkın dilinde ve yüreğinde yankılanarak sonsuzluğa karışır.