Kimilerine göre Mike Tyson tüm zamanların en iyi boksörü… Ancak en parlak döneminde bile hiçbir zaman cazibe merkezi olmadı. Gündem oldu, şampiyon oldu, kasalarını doldurdu, ama potansiyelini çarçur etti.
Bugün (16 Kasım), Türkiye saati ile saat 4.00’de, eski ağır sıklet dünya şampiyonu Mike Tyson ile ‘oyuncu’ ve ‘youtuber’ Jake Paul ABD’nin Arlington şehrindeki 80 bin kişilik AT&T Stadı’nda karşılaştı.
8 raunt süren bu gösteri maçının galiba Jake Paul oldu. Taraflar 40’ar milyon dolar alarak evlerinin yolunu tuttu.
Eskiler hatırlar mı bilmem, o tek kanallı dönemde Muhammet Ali’nin maçları yayınlanırdı, yine böyle sabaha karşı ve çoluk çocuk kalkar izlerdik. Çok anlıyormuşuz gibi bokstan…
Çok anlamadığımız halde bizi çeken neydi?
Kimilerine göre Mike Tyson tüm zamanların en iyi boksörü… Ancak en parlak döneminde bile hiçbir zaman cazibe merkezi olmadı. Gündem oldu, şampiyon oldu, kasalarını doldurdu, ama potansiyelini çarçur etti.
Rocky Marciano için de benzer cümleler kurabiliriz: Dünya boks tarihinin belki de tek namağlup boksörü, ama Sylvester Stallone olmasaydı, tozlu arşivlerin buruşmuş evrakları arasında kendine yer bulacaktı.
Gençlik yıllarında kömür dağıtım şirketinin kamyonlarında nakliyecilik yapan, hendek kazan ve II. Dünya Savaşı’nda ABD ordusuna savaş malzemeleri taşıyan bu efsane, ilgiye muhtaç bir şekilde duracaktı orada öylece…
Tyson, onun kadar bile şanslı (!) değildi; doksan dakikalık bir belgeseli oldu sadece. 2008 yılında, James Toback’in yazıp yönettiği belgesel, ne ülkesinde ne de başka bir yerde umulan kadar izlendi, tartışıldı yahut sevildi.
Şöyle bir bakıyorum da: Boks dünyasında kazandığı zaferlerle tanınıyor Tyson; 1985’te başladığı profesyonel kariyerini 2005’te noktalıyor. 1987-1990 yılları arasında dünyanın tek ağır sıklet şampiyonu unvanına kavuşuyor. Dünya Boks Konseyi (WBC), Dünya Boks Birliği (WBA), ve Uluslararası Boks Federasyonu (IBF) kemerlerini birleştirerek bunu başaran ilk boksör oluyor. Aynı zamanda, 20 yaşında kazandığı şampiyonlukla en genç ağır sıklet şampiyonu unvanına da sahip…
Üstelik bir siyahi (biz eskiden zenci derdik, ve bu kelimenin anlam alanını, hiçbir zaman ABD gibi tıka basa rezilliklerle doldurmamıştık; ama devran değişti, bizler pek bir medeni olduk, artık siyahi diyoruz) Tyson. Tabir-i caizse ‘yırtmış’ biri… En alttan yukarı, en tepeye çıkmış biri… Bir başarı hikâyesi onunki… Ama kendinin, gölgesinin bile gerisinde…
Sanırım erdem ve ahlak burada devreye giriyor her şeyden önce…
Hatırlar mısınız, bilmem; Mike Tyson, 28 Haziran 1997’de gerçekleşen rövanş maçında, rakibi Evander Holyfield’ın kulağını ısırarak kopardı. Yaşanılan olayın ardından Tyson, 3 milyon dolar ceza aldı.
Peki, ne oldu?
Aklı başına mı geldi? Utandı mı? Vicdanı sızladı mı?
Şu oldu: Aradan yıllar geçti. Tyson, 56 yaşına geldi. Ve bir röportajda, Holyfield’ın kendisine birkaç kez kafa attığı halde ceza almamasına öfkelenerek rakibinin kulağını ısırdığını söyledi.
Yani bir pişmanlık yok.
Olması da mümkün değil. Çünkü bu olaya ithafen ısırılmış bir kulak şeklinde yenebilir marihuanalar üretip satan da o…
Düşünsenize, Trevor Berbick ve Larry Holmes gibi efsane boksörleri nakavt ederek şampiyonluk unvanını koruyan, ‘Demir Yumruk’ lakaplı biri, “kelebek gibi uçarım, arı gibi sokarım” kadar çocuksu, ama hoş bir özlü sözle değil de, özel hayatında karıştığı skandallarla anılıyor – ne hazin!
Rica ediyorum, söyler misiniz; 1991 yılında, yani kariyerinin zirvesinde, Indianapolis’teki bir otel odasında 18 yaşındaki güzellik kraliçesi Desiree Washington’a tecavüz etmek de neyin nesi…
Bu söz konusu ‘cinsel tecavüz’ suçundan 6 yıl hapis cezası alıyor (3 yıl hapis yatıyor). Ve böylece aktif spor yaşamını sona eriyor. Dahası: cezasını çekerken din değiştirerek Müslüman oluyor. Malik Abdülaziz adını alıyor.
Muhammed Ali de Müslümanlığı seçen ağır sıklet boks şampiyonlarından… Mike Tyson da… Ama ibre nedense hep Ali’ye kayıyor. Tyson çünkü sevilmemek için çırpınıyor adeta.
Çırpınıyor, çünkü dili de yumrukları kadar sert… Zira Fox Tv’deki bir röportajında, bu olay anımsatılınca, “Keşke tecavüz etseydim” diyor nefretle…
Bir an tereddüde düşüyorsunuz: Acaba şöhret olduğu için bir komploya mı maruz kaldı? Yapmadığı bir suçtan ötürü mü içeri girdi?
Bunlar bizim bileceğimiz şeyler değil.
Ama belki şu bize bir şeyler söyler: Eski ağır sıklet boks şampiyonu yaptığı tarihi itirafta, hapis cezasının azaltılması için cezaevinin psikoloji danışmanı ile cinsel ilişkiye girdiğini itiraf ediyor.
6 yıl alıp da 3 yılın sonunda serbest kalmasının ardında işte böylesi bir hadise varmış meğer. İyi hal dedikleri bu mu acaba!
Daha sonrasında bir tecavüz vakasına daha adı karışıyor. Ancak ayrıntılar itinayla basından saklanıyor.
Ne ki, 2013’te yayımlanan otobiyografisinde (Undisputed Truth) Tyson, doping testlerini geçmek için o zamanki eşi Monica Turner’ın idrarını kullandığını yazıyor. 1997’den 2003’e kadar Turner’la evli kalıyor. Aynı amaçla bebeğinin idrarını da kullanıyor.
3 Haziran 2005’de USA Today’e verdiği röportajda dürüst davranıp, tüm hayatının boşa gittiğini ve başarısız olduğunu söylüyor. Ama huylu huyundan vazgeçmiyor. Har vurup harman savuruyor. Lükse boğuluyor. 350 güverciniyle Paradise Valley’de (Arizona) yaşıyor. Las Vegas’ta bir kumarhanede boks şovları düzenliyor. Uyuşturucu dünyasına balıklama dalıyor. Bahis şirketleri vs. liste uzayıp gidiyor.
Bir çırpıda hatırladıklarım bunlar… Kim bilir daha neler çıkar, deşelense… Ama kendisine yakıştırılan “Gezegenin En Kötü Adamı” lakabı, boşuna değil.
Yine de şunu da eklemek gerek: Özel hayatındaki tüm olumsuzluğa rağmen, 2012’de kurduğu Mike Tyson Cares Vakfı’nı da anmalı, hak yememek adına. Tyson, bu vakıf sayesinde evsiz çocukların ihtiyaçlarını karşılayan yenilikçi merkezler sağlıyor ve “çocuklara mücadele şansı” veriyor.