AKP ile yakınlaştıkları iddialarına ilişkin konuşan Saadet lideri Arıkan, "AK Parti ile yan yana gelmemiz mümkün gözükmüyor. Böyle bir durum yok." dedi.
Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, AKP ile yakınlaştıkları iddiaları hakkında değerlendirmelerde bulundu. YouTube üzerinden yayın yapan Karar TV’de Taha Akyol ve Elif Çakır’ın sunduğu ‘Gündem Özel’ programına katılan Arıkan, “Gülümsemeye devam edeceğiz böyle açıklamalar olduğunda. Bu kanıya nasıl vardılar, anlamadım. Biz, Saadet Partisi olarak 55 yıllık bir geleneğin temsilcisiyiz. Ortaya koyduğumuz söylemlere baktığımızda, AK Parti ile yan yana gelmemiz mümkün gözükmüyor. Sadece gülüp geçiyorum. Siyasette bunlar olacaktır, cevap vermemizi de gerektirebilir. Ama böyle bir durum yok.” dedi.
Arıkan, iktidar tarafından böyle bir teklif ya da ima oladığını, bir davetin gelmemesinin kendileri açısından gurur verici olduğunu belirterek, “Doğru yerde durduğumuzun bir göstergesi.” şeklinde konuştu.
Bu hafta belirlenen asgari ücretle ilgili iktidara seslenen Arıkan, “Ne kadar zam verirsek ürünler pahalılaşır tezi hep konuşuluyor. Ama bir yandan enflasyon da artıyor. Türkiye’de 50 milyon insan vergi veriyor. Üzülerek takip ediyorum, 22 bin lirayı konuşmak bile o insanlara zul. İktidar, gerekçeler uydurarak zam yapmıyor. Türkiye’de adil bir paylaşım yok. Yoksa asgari ücretin artırılamayacak bir durumda olduğunu düşünmüyorum. Kaynak var ama adil paylaşım ile ilgili bir sıkıntı söz konusu.” dedi.
Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan sözlerini şöyle sürdürdü:
“2023’ün vergi rekortmenleri açıklandı ve ilk 10 sıranın tamamını bankalar aldı. Dolar milyoneri ve milyarderi sayısının her geçen gün arttığını görüyoruz. Bu da gösteriyor ki ülkede kaynak var. Ancak bu kaynağın paylaşımı ve adil bölüşümü konusunda ciddi sıkıntılar yaşanıyor.
Eğer iktidar, tercihini 8,5 milyon asgari ücretlinin lehine yapmış olsaydı ve işverenleri rahatlatmak için vergi dilimlerini düşürseydi, bu sorunlar yaşanmazdı. Saadet Partisi olarak asgari ücret artış teklifimizi %61 olarak açıklamıştık. Peki, neden %61? Çünkü yoksul kesimi etkileyen enflasyon oranı %61. Bugün konuşulan %47’lik enflasyon oranı ise geçimini idame ettirmede zorluk yaşamayan kesimler için geçerli. Ancak daha alt gelir gruplarına baktığımızda, onların karşı karşıya kaldığı enflasyon oranının %61 olduğunu görüyoruz.
Asgari ücrette zam teklifinde bulunurken, bir tarafı onarırken diğer tarafı yıkmamak gerekir. İşverenler açısından yapılması gereken, üzerlerindeki vergi yüklerini hafifletmekti. Bugün, işverenin cebinden çıplak bir zam için sadece %11 çıkıyor. Bankalar vergi rekortmeni olurken, bu kaynakları asgari ücretliye aktarmak daha adil olurdu. Eğer 1,9 trilyon liralık faiz ödemesini asgari ücretliye yönlendirebilseydik, tasarruf sağlayarak israfı ve yolsuzluğu önleseydik, o kaynakları işçilere, memurlara ve köylülere aktarabilirdik. Bu şekilde hem denk bütçe yapar hem de KOBİ’lerin üzerindeki vergi yükünü hafifletirdik.”
Geçmişte biz bunu başardık. Faize, israfa ve yolsuzluğa giden muslukları kapatıp, kaynakları ülkenin gerçek sahiplerine, yani çalışanlara aktardık. Ancak bugün bu konuları konuşamıyoruz.
Daha ilginç bir gerçeği paylaşayım: Bizim iktidar olduğumuz dönemde, bugünkü ekonomi kurmaylarının çoğu da o yönetim kadrolarında vardı. Havuz sistemini kurarken işçiye %130, Bağ-Kur emeklisine %1000 zam verirken, onlar da bu kararlara ortak oldular. Bunu çok iyi biliyorlar; anlatmadığım bir şey yok. Ancak bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile o dönemki sistemi birebir uygulamak mümkün değil. Yine de, 1996-1997’deki sistemin, mevcut sisteme uyarlanabilecek yolları var. Eğer isterlerse, Saadet Partisi olarak ekonomi kurmaylarımızla onlara destek verebiliriz. Fakat bunu yapacaklarını sanmıyorum. Çünkü mutlu etmeyi tercih ettikleri azınlıklardan vazgeçmiyorlar. 23 bütçedir bu azınlıkları memnun etmeyi sürdürüyorlar. Ne yazık ki böyle bir gerçekle karşı karşıyayız.”
“2025’teki bu borcu kapatabilmek için 3 trilyon 305 milyar lira daha borçlanacağız. Yani 3 trilyon 242 milyar borcumuzu ödemek için, daha fazla borç alacağız. Böylece hem mevcut borcumuzu ödüyoruz hem de yeni bir 3 trilyonluk borç yükü altına giriyoruz. Bu kısır döngü, faizle daha fazla borçlanmaya devam ettiğimiz bir sistemle sürüp gidiyor.
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
Bu tablo, iktidarı erken seçime zorlayacak. Geçtiğimiz hafta bütçe görüşmeleri tamamlandı ve 2026 yılı bütçesine baktığımızda, mevcut yönetimin o yılı çevirebilme şansı olmadığını görüyoruz. Bu siyasi bir öngörü değil, tamamen matematiğe ve verilere dayalı bir değerlendirme. Siyasetçiyseniz, veriler üzerinden konuşmak zorundasınız.
2002’de, Kemal Derviş’in olağanüstü kriz sonrası geldiği dönemdeki ekonomik göstergeleri bugün yeniden görüyoruz. 23 yıl sonra, Ecevit dönemindeki erken seçimi zorunlu kılan göstergelerle aynı tablo karşımızda. 2024’te bu şartlar mevcut ve 2025 bir şekilde idare edilebilir. Ancak mevcut verilere göre, 2026’da erken seçim kaçınılmaz görünüyor.”