Necati Özkan: ‘Casusluk suçlaması’ otoriter rejimlerin 3 silahından biri

'Casusluk' suçlamasıyla 23 Mart’ta tutuklanan CHP kampanya direktörü Necati Özkan: Hüseyin Gün bugün bile sokakta görsem tanıyamayacağım biri. 23 Haziran 2019 seçimlerinden 12 gün önce, ‘Amerika’da başarılı olmuş bir Türk iş insanı ve teknoloji yatırımcısı’ olarak, annesi -ya da manevi annesiyle- birlikte ofisime geldi. 'Casusluk' suçlaması otoriter rejimlerin üç silahından biri...

  • ü
  • 17 Kasım 2025
  • ü
  • Politika

İBB soruşturmasından 23 Mart’tan bu yana tutuklu bulunan kampanya direktörü Necati Özkan, hakkında açılan “siyasi casusluk” davasını ve İBB iddianamesini T24’ten Cansu Çamlıbel’e anlattı.

Özkan, 19 Mart’ta İmamoğlu ile birlikte gözaltına alınıp 23 Mart’ta tutuklandı; 13 Nisan’da ise ailesine ve avukatlarına haber verilmeden Silivri’den Kandıra’ya sevk edildi. Aylar sonra, halihazırda cezaevindeyken bu kez de gazeteci Merdan Yanardağ ve kamuoyunun adını ilk kez duyduğu Hüseyin Gün ile birlikte “siyasi casusluk” suçlamasıyla yeniden tutuklandı.

Soruşturmanın merkezine oturtulan “şifreli gizli mesajlaşma” iddialarını reddeden Özkan, “Bu yeni suçlamayla 19 Mart’ta başlayan devlet krizi yeni bir aşamaya geçiyor. Artık hakikatin hiçbir önemi yok; illiyet bağı bile aranmadan suçlu ilan ediliyoruz” diyor.

‘CASUSLUK’ SUÇLAMASINI TELEVİZYONDAN ÖĞRENDİ

Özkan, casusluk soruşturmasının kendisine nasıl ulaştığını şöyle anlatıyor:

“24 Ekim Cuma sabahı Kandıra Cezaevi’nde sıradan bir gün gibi başladı. CHP’ye açılan ‘mutlak butlan’ davasıyla ilgili nihai karar bekleniyordu. Sabah sayımından sonra hücremde televizyonu açtığımda alt bantta adımın da geçtiği soruşturma anonsunu gördüm. İlk duygu tam bir şaşkınlıktı. Adım bir casusluk soruşturmasında anılıyordu; hem de hayatımda hiç tanışmadığım, fiziken aynı ortamda bulunmadığım Merdan Yanardağ ve ‘Hüseyin Gün’ isimli bir şahısla birlikte.”

Telefon ve ekranlardan tanımadığı bu isimle bağının nasıl kurulduğunu ise avukatının getirdiği bir fotoğrafla hatırlamış:

‘HÜSEYİN GÜN ANNESİYLE BİRLİKTE OFİSİME GELDİ’

“Avukatım, Hüseyin Gün ile annesinin Ekrem İmamoğlu ile çekilmiş fotoğrafını gösterince olayı hatırladım. Hatırladığım, Hüseyin Gün değil, annesiydi. Kılığı kıyafeti, eldivenleri, şapkasıyla ofisime geldiği andan itibaren unutulmaz bir profil olarak aklımda kalmış. Hüseyin Gün ise bugün bile sokakta görsem tanıyamayacağım biri. 23 Haziran 2019 seçimlerinden 12 gün önce, ‘Amerika’da çok başarılı olmuş bir Türk iş insanı ve teknoloji yatırımcısı’ olarak, annesi ya da manevi annesiyle birlikte ofisime geldi. 23 Haziran öncesi kendisiyle sadece tek bir görüşmemiz var.”

Bu noktadan sonra Özkan, iddianamede çizilen “örgüt şeması” ile kendi hafızası arasındaki uçurumu, “Medyada anlatılan hikâyenin bu kadar gerçek dışı olması karşısında ne hissedeceğimi bilemedim” sözleriyle özetliyor.

‘CASUSLUK SUÇLAMASI, OTORİTER REJİMLERİN ÜÇ SİLAHINDAN BİRİ’

Özkan, özellikle “casusluk” suçlamasının seçilmesini tesadüf görmüyor. Siyasal literatürde otoriter rejimlerin muhalifleri tasfiye etmek için üç temel suç başlığına sarıldığını hatırlatıyor: yolsuzluk, terör ve casusluk.

“Neden özellikle casusluk?” sorusuna cevabı net:

“Herhalde yolsuzluk ve terör konusunda ikna edemedikleri seçmeni casusluk iddiasıyla etkileyeceklerini düşünüyorlar. Bu dava üzerinden ulusal güvenlik ve milliyetçilik propagandası yapılacak. Bir eski asker olarak çok iyi biliyorum ki, casusluk iddialarının siyasi maksatla istismarı, ülkenin karşı istihbarat kapasitesine zarar verir, gerçek casusların işini kolaylaştırır. Bunu bu ülkeye kimsenin yapmaya hakkı yok.

Önceki casusluk davalarıyla Silahlı Kuvvetler zafiyete uğratıldı, bugün yürütülen bu dava ile de demokrasi dejenere ediliyor.”

Özkan, kendisine yöneltilen suçlamaları “vatanseverlik” kavramı üzerinden yanıtlıyor; dosyadaki tüm iddiaları çürütmeyi “vatanseverlik görevi” olarak gördüğünü söylüyor:

“Ülkesini seven herkesin, özellikle de yargının ve medyanın casusluk iddiaları konusunda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde objektif davranması gerçek vatanseverliğin gereğidir. Ben hakkımdaki tüm iddiaları çürütmek için gücüm yettiğince uğraşacağım.”

‘YARGI, KAR KÜREME ARACI GİBİ ÇALIŞIYOR’

Özkan, 19 Mart’tan bu yana süren İBB operasyonlarının nihai hedefinin Ekrem İmamoğlu’nu siyasi denklemden çıkarmak olduğunu savunuyor.

“Bu son tutukluluğun, ‘en az bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar içeride tutulma’ planı olduğu yorumları sizde ne hissettirdi?” sorusuna şu yanıtı veriyor:

“Zaten 19 Mart’ta başlatılan ve ardı arkası kesilmeyen İBB operasyonlarının ana fikri buydu. Ne yapıp edip, yedekli giderek Ekrem İmamoğlu’nu siyasi denklemin dışına atmak, bir sonraki seçime aday olarak girmesini kesin olarak engellemek…

Bu ülke uzun yıllardır adil seçimlerin görülmediği bir ülkeydi. Artık serbest seçimlerin de olmadığı bir ülkeye dönüşüyor. Yargı mekanizması da bu yolda bir kar küreme aracı gibi mıntıka temizliği yapıyor. Bu süreç sancılı olduğu kadar uzun da olacak maalesef.”

HÜSEYİN GÜN… ANNEYLE İŞ GÖRÜŞMESİN GELEN BİR PROFİL

Soruşturmanın merkezindeki isimlerden biri, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan Hüseyin Gün. Özkan, 2019’da seçimlere sayılı gün kala gelen bu ziyareti baştan itibaren “tuhaf” bulduğunu anlatıyor:

“‘ABD’de çok başarılı olmuş bir Türk iş adamı ve teknoloji yatırımcısı’ olarak tanışmaya geliyorsunuz ama ‘anne’ dediğiniz kişiyle geliyorsunuz. İş görüşmesine ebeveyniyle gelen bir genç gibi garip bir durumdu. Böyle birini işe almazsınız. Ben de ilk andan itibaren ciddiye alınacak biri gibi görmedim. ‘Teknolojik yardım’ dediği şey, sosyal medya izleme ve analizi.

Hem sosyal medya kullanıcıları kampanyamızın ana hedef kitlesi değildi hem de dijital kampanya benim yetki alanımda değildi. Bizim ana hedef kitlemiz emekliler, ev kadınları, kent yoksullarıydı. Kampanyamız Türkiye tarihinin en kapsamlı kapıdan kapıya kampanyasıydı.”

‘MUSALLAT OLDU’

Özkan, buna rağmen Gün’ün “musallat” olduğunu, kendisini kanıtlama hevesiyle sosyal medya analizleri göndermek istediğini, buna izin verdiğini ama bu raporları hiçbir zaman kullanmadığını söylüyor: “Hiçbir fayda ve etkisinin olmayacağını bile bile ‘gönderebilirsiniz’ dedim. Ama ben tek bir talepte bile bulunmadım. Gönderdiği sosyal medya analizlerine itibar etmedim ve hiçbir çalışmamda kullanmadım.”

Gün’ün “İBB veri tabanının dark web’de olup olmadığı” yönündeki iddiası için de “Hayır, böyle bir talebim olmadı” diyor ve ekliyor: “Seçime 10 gün kala veri analizi desteği arayacak kadar amatör bir ekip seçim kazanabilir mi? 3–4 ayrı şirketten anlık, online sosyal medya monitoring hizmeti alıyorduk. Hüseyin Gün’ün verebileceği hiçbir destek yoktu.”

‘İDDİANAMEDE İNŞA EDİLMİŞ KURGULAR’

İddianamede sıkça geçen “OSINT”, “dark web”, “şifreli mesajlaşma” gibi başlıklar, Özkan’a göre sonradan inşa edilmiş bir kurgu.

Savcılık ifadesinde, Hüseyin Gün’ün WhatsApp üzerinden kendisine “OSINT, HUMINT, CYBINT” gibi terimler anlattığını, bu kavramları ilk kez ondan duyduğunu hatırlatıyor:

“Paraşütle davaya dahil edilince icat edilen kavramlardan biri OSINT, diğeri dark web. Hüseyin Gün, savcılık ifadesinde bunlara ilişkin benden talep geldiğini söylüyor ama savcılık ifademde açıkça görülüyor ki bu kelimeleri ilk defa kendisi kullanıyor.

Ben özü itibarıyla ‘hakikatin iletişimi’ni yaparım. Adayın, projelerinin, değerlerinin hakikatini anlatırım. Rakiple ve rakibin hatalarıyla ilgilenmem, negatif kampanya yapmam. Amerikalı ve İngiliz meslektaşlarım negatif kampanyanın etkisini savunurken konferanslarda onları eleştirdiğim bilinir. Beni tanıyan herkes, OSINT ve dark web gibi saçmalıklarla zamanımı kaybetmeyeceğimi bilir.”

Gün’ün ifadelerinde geçen ve “dark web’e sızdığı” iddia edilen İBB çalışanlarına ait e-postalarla ilgili de somut bir çelişki işaret ediyor:

“Avukatlarım İBB’ye sordu; bu isimlerin bir kısmı 2001, 2015, 2018 gibi tarihlerde işten ayrılmış. Yani sözde dark web’de bulunan e-postalar 2019’dan yıllar öncesine ait. Hiçbir değeri olmayan eski zaman hatıraları.”

‘YAZIŞMALAR BANA AİT DEĞİL’

Savcılığın kendisine gösterdiği dijital materyaller arasında şifreli mesajlaşma uygulaması Wickr’den alındığı iddia edilen ekran görüntüleri de var. Özkan bu bölümde keskin bir ayrım yapıyor:

“Savcılığın gösterdiği WhatsApp ve e-mail yazışmalarının tamamı doğrudur. Wickr isimli uygulama olduğu söylenen görseller ise üretilmiş görsellerdir. Bunları kim, ne maksatla üretti bilemem. Bana ait olmayan bu yazışmalarda bile ortada ‘kahvehane sohbeti’ düzeyinde, hiçbir uzmanlığa dayanmayan, kıymeti olmayan notlar var.”

İBB İDDİANAMESİ: ‘PATRON ÇILDIRDI’ DUYGUSU VAR

Özkan, yaklaşık 4 bin sayfalık İBB iddianamesinin cezaevine ulaşması üzerine ilk değerlendirmesini de paylaşıyor.

İddianameyi 2019’da İstanbul seçimlerinin iptali kararına benzetiyor:

“En büyük sürpriz, casusluk iddiasıyla paraşütle indirilen Hüseyin Gün’ün bu kez ‘Ekrem İmamoğlu suç örgütü’ içinde örgüt yöneticisi olarak şemaya yerleştirilmesiydi. Muhtemelen beni ‘örgüt üyesi’ olarak bağlayabilecekleri bir şema çizemeyince, ‘olsa da koyalım olmasa da’ diyerek Hüseyin Gün’ü o şemaya oturtup beni de ona bağlamışlar.

Tek başına bu bile iddianamenin inandırıcılığını berhava etmeye yeter. Dört bine yakın sayfanın büyük kısmı suç olmayan siyasi yorum ve analizlerden oluşuyor. Tanık ifadeleri kopyala yapıştırlarla 13 kez tekrar edilerek hacim büyütülmüş.”


Bu haberler de ilginizi çekebilir:

 

Özkan, İmamoğlu dahil sanıklar için istenen astronomik hapis cezalarını da “yargının çıldırdığına” işaret olarak görüyor: “Dünya tarihinde bir kişi için 25 asır hapis istendiğini duydunuz mu? ‘Patron çıldırdı’ der gibi, yargının çıldırdığını gösteren cezalar isteniyor. Niyet adalet dağıtmak değil, içinden çıkılması zor, karışık bir iddianameyle bizi mümkün olduğunca uzun süre içeride tutmak.”

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER