Siyasat Bilimci Mümtaz’er Türköne The Turkish Post’ta yayınlanan ‘Saray ne istiyor?’ başılıkla yazısında Saray ile halk arasındaki uçurumun giderek derinleştiğine dikkat çekti.
“Saray ne istediğini çok iyi biliyor, alışkanlıklarına bağlı olarak ele geçireceğini de düşünüyor. Ama çeyrek yüzyılda köprünün altından çok sular aktı. Herkesin bir hesabı var, hepsinin üzerinde halkın bir hesabı var. Halkın hesabı ile Saray’ın hesabı arasındaki uçurum giderek derinleşiyor” diyen Türköne’nin konuyla ilgili yazısı şöyle:
Oluşan ve yerleşen kamuoyu algısı şöyle: PKK’dan DEM’e, MHP’den CHP’ye herkes üzerine düşeni yapıyor; ama Saray ipe un serip Süreç’e takoz koyuyor. Sebep ise, Erdoğan’ı yeniden seçtirme pazarlığı.
Meral Danış Beştaş “Erdoğan’ı seçtirmek üzerinden tartışma yapmak tarihe haksızlık” diyor. Tuncer Bakırhan: “Barış ve demokrasi yolunda ucuz siyasî hesaplar ve çıkar oyunlarını reddediyoruz” diyerek bu pazarlıkta taraf olmayacaklarını ilan ediyor. Dağda, kendini feshetmiş olan PKK’nın sözcüsü Bese Hozat “AK Parti süreci oyalıyor” diyerek aynı düşünceyi tekrarlıyor.
Pazarlık algısı tek taraflı olarak Kürt siyaseti tarafından iddia edilmiyor. AK Parti sözcüleri de eksik parçaları tamamlıyor. AK Parti sözcüsü bir gazetecinin “neden Erdoğan’ın yanında durmuyorsunuz?” fırçasına, iki önemli isim, Ömer Çelik ve Hüseyin Yayman en kestirme yoldan “Erdoğan’ı tekrar başkan yapacağız” karşılığını veriyor.
MHP liderinin Ülkücü Şehitler Anıtı’nın başında yaptığı konuşmada “Mazlumun ahı, indirir şahı” sözünü, en iyimser ihtimalle sırtına alıp taşıdığı Süreç’in yolunda gitmediği şeklinde anlamak mümkün; ama arkasından gelen cümle düpedüz tehdit kokuyor: “Her şeyin bir vakti vardır.”
Bütün parçaların birbiriyle tutarlı olduğu algı çok açık: Saray Süreç’e takoz koyuyor, bilhassa anayasa muhabbeti Erdoğan’ın kişisel hesaplarının manivelası olarak devreye giriyor. Saray muhataplarını pazarlığa zorluyor.
Peki evdeki hesap çarşıyı tutuyor mu?
Tutmuyor.
Saray’ın algı oluşturma gücü kalmadı:
Saray’ın en büyük açmazı, büyük masraflar ederek elinde tuttuğu medya gücünün algı oluşturma yeteneğinin sıfırın altına inmesi. Şöyle bir iddia boş sayılmamalı: Saray, emrindeki medyayı toptan tasfiye etse, hiç olmazsa iktidar gücü ile bir miktar kamuoyu oluşturma yeteneği kazanabilir. Mesela en kestirme yollardan biri, İletişim Daire Başkanlığını kapatmak olabilir. Fahrettin Altun’un bütün yeteneğine rağmen elinin altındaki bütün araçların elinde patlaması kendi suçu değil. Malzeme tefessüh etmiş vaziyette.
Saray medyasının toplamının okunma ve izlenme oranı, muhalefetin derme-çatma kanallarından biri kadar etmiyor. Yazarları okunmuyor, yorumları ciddiye alınmıyor, haberlerine güvenilmiyor. Bu yüzden algıların çatıştığı piyasada esamesi okunmuyor. Tek bir okuyucuya veya izleyiciye hitap eden medyanın sonunda varacağı yer işte burası.
Asıl algı oluşturan mecra Sosyal Medya. Orada tam anlamıyla çoğulcu bir yapı var. Fikir özgürlüğü tam. Haberleşme özgürlüğü açık. Üstelik, mülakatta geçemeyen yetenekli memur adayları gibi en iyi, en yetenekli gazeteciler-analizciler bu mecraları mekân tutuyorlar.
AK Parti ortada yok:
AK Parti rozetiyle dolaşanlar, gemiyi ilk terkedecek fare modunda, apartta bekliyorlar. AK Parti’nin parti teşkilatı olarak bir gücü kalmadı. Taşradaki AK Parti teşkilatları, kapılarını çalan vatandaşların en küçük problemini bile çözecek güce sahip değiller.
Güç bütünüyle, denetimsiz bürokrasinin ve onun taşra birimlerinin elinde. Onlar da asli görevleri olarak tek merkeze karşı sorumlu oldukları için bütün kapıları vatandaşa kapatmış durumdalar. Erdoğan’ın övündüğü CİMER’e başvuru miktarı, diğer bütün kanalların kapalı olmasının sonucu.
Partilerin asli görevlerinden biri politika üretmektir. İktidar partisi, ulaşabildiği bilgilerle bu alanda çok avantajlıdır. AK Parti’de politika üretmek ise artık Erdoğan’a sadakati vurgulamaktan ibaret. Herkes izlendiğini düşündüğü için bu sadakat işini ortalık yerlerde çok abartıyor. Baksanıza parti sözcüleri, konuştukları zaman sadece bu sadakat meselesinin altını çiziyor.
Sonuç bir felaket. Politika üretme yeteneğini kaybetmiş, varlığını tek kişinin varlığına armağan etmiş bir parti kurumsal olarak yok demektir.
AK Parti pratiği:
Her liderin, o liderin suyuna göre politika üreten bir partinin uzun yıllar iktidarda kaldığı zaman bazı zaafları belirgin hale gelmeye başlar. En büyük zaaf, siyasetçinin doğal olarak kafasında dolaşan tilkilerin kuyruklarının ne zaman birbirine değeceğinin ezberlenip önceden kestirilmesidir. Bütün yollar denenmiştir, bütün tuzaklar aşikâr hale gelmiştir. Kimse zokaya atlamaz. Her yeni operasyon, muhalefetin yaşadığı pahalı tecrübeler sonucu bütün gizemlerinden sıyrılmış olarak ortadadır.
Muhalefet cephesinde, Saray’ın Süreç’e takoz koymasının Erdoğan’ı yeniden seçtirme pazarlığının sebebi olduğuna dair kuşku ve kamuoyuna yerleşen algı büyük ölçüde geçmişte yaşanan tecrübelerden çıkartılmış derslere dayanıyor.
Saray, çok açık bir şekilde CHP’nin Süreç’e destek vermesinden rahatsız. CHP dışarda kalsaydı DEM üzerinden Kürt seçmeni iktidar cephesine dahil etmek gibi bir hesap devreye girebilirdi. CHP bu oyuna gelmiyor, başta bocaladı ama sonra istikametini buldu.
Her şeyin ayan beyan ortada olduğu bu tabloya rağmen Saray neden ısrarlı?
Bana kalırsa Saray, büyük operasyonlar için tam olarak Türk tarzı siyaset üretme yeteneğine güveniyor. “Günü geldiğinde bakarız” hesabı bu.
Ancak bu hesabın da boş bir tarafı var. Gün geldi ve geçti. Atı alan Üsküdar’da.
Vazgeçilmeyen veya bir türlü vazgeçilemeyen eski projelerin durumu tam olarak böyle. CHP Kurultayını iptal etmek, Kılıçdaroğlu’nun mutemet bir partner olarak başına geçirmek iktidar gücüyle mümkün; ama ya yol açacağı sonuç? Muhalefetin derdi bir alternatif arayışı, falancanın veya filancanın peşinden gitmek değil. Şayet CHP’nin başına Saray’dan bir atama yapılırsa, bu operasyon AK Parti’nin birkaç puan daha oy kaybı ile sonuçlanır. Nasıl olsa su akar, mecrasını bulur.
Süreç’in geciktirilmesinin ağır bedelleri var. Türkiye bölgesinde inisiyatif kaybediyor. Öcalan’ın rahat iletişim ortamına bir an önce kavuşması, Kayyımların geri çekilmesi bugüne kadar gerçekleşmiş olmalıydı.
Saray’ın önündeki asıl dev sıkıntı, 19 Mart operasyonu ile zar-zor sürdürülen ekonomik dengelerin yerle yeksan olması ve her geçen gün bir felaket tablosuna dönüşmesi. Mehmet Şimşek, Saray’ın ekonomik iktidarını, Londra merkezli finans kapitalin temsilcisi olarak devralmıştı. Şimdi yapayalnız, gideceği günü bekliyor. Peki eldeki alternatif ne?
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
Saray ne istediğini çok iyi biliyor, alışkanlıklarına bağlı olarak ele geçireceğini de düşünüyor. Ama çeyrek yüzyılda köprünün altından çok sular aktı. Herkesin bir hesabı var, hepsinin üzerinde halkın bir hesabı var. Halkın hesabı ile Saray’ın hesabı arasındaki uçurum giderek derinleşiyor.