İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu. (Fotoğraf: Alp Eren Kaya)
Silivri Cezaevi’nde bulunan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, iktidarın ‘terörsüz türkiye’ sürecini kullanar muhalefeti sindirmek, kurduğu otoriter rejimi edebileştirmek istediğini belirterek, “İktidarın bu oyununun parçası olmayız. İktidara kurduğu otoriter rejimi ebedileştirmek fırsatını asla vermeyiz” dedi.
İmamoğlu, gazeteci Ruşen Çakır’a gündemdeki konularla ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu. İktidarın “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırdığı yeni sürece partisinin başından itibaren destek olduğunu ifade eden İmamoğlu, “Destek olduk çünkü ilkesel olarak hem terörün bir an evvel bitmesinden hem de meseleleri terörün gölgesi düşmeden, demokratik siyaset yoluyla müzakere edip çözmekten yanayız. Bu, bizim tarihsel tutarlılık içinde, samimi siyaset yapıyor olmamızın gereği” dedi.
İktidarın süreci kullanarak otoriter rejimi edebileştirmek istediğinin altını çizen İmamoğlu, şöyle devam etti: “Buradan çıkardığımız sonuç şu: İktidarın esas niyeti “Terörsüz ve Demokratik Türkiye” gibi önemli bir meseleyi bulandırarak muhalefeti sindirmek, kurduğu bu otoriter rejimi ebedileştirmek. İktidar, Terörsüz Türkiye sürecini istismar ederek, DEM Parti’ye ve Kürt vatandaşlara “Bakın önemli şeyler yapıyorum” diyerek, 2028 seçimlerine kadar Türkiye’nin diğer önemli meselelerini konuşturmamanın, 2028’e muhalefeti bölmüş ve etkisiz hale getirmiş olarak varmanın peşinde.
Buradan açıkça söylüyorum: İktidarın bu oyununun parçası olmayız. İktidara kurduğu otoriter rejimi ebedileştirmek fırsatını asla vermeyiz. Öte yandan vatandaşlarıma da şunu söylemek isterim: Herkes müsterih olsun. Türkiye’yi terörden de kurtaracağız, bu otoriter rejimden de. Kürt meselesini de halledeceğiz, bu ülkeyi müreffeh de kılacağız. Asırlara dayanan bu kardeşlik için bize aklımız ve samimiyetimiz yeter. Çünkü biz, milletimize güvenir, bu önemli meseleyi onlarla birlikte, ayrıştırmadan çözeriz. ”
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
CHP’li belediyelere yönelik operasyonların süreç açısından sabotaj görevi gördüğünün altını çizen İmamoğlu, “Hele bir de devletimiz ve milletimiz için böylesine kritik bir süreçte ana muhalefetin Cumhurbaşkanı adayına, belediye başkanlarına, siyasetçi ve bürokratlarına, iktidarın emriyle kumpas ve iftirayla bir yargı darbesinin uygulanması, bize göre hem Türkiye’nin demokrasisine hem de “Terörsüz ve Demokratik Türkiye” hedefine karşı bir sabotaj görevi görmüştür.” değerlendirmesinde bulundu.
Sürecin olmazsa olmazının demokrasi olduğunu vurgulayan İmamoğlu, “Bu sürecin olmazsa olmazı demokrasidir, demokratikleşmedir, adalettir. Muhalefete yürütülen kuşatma, “Terörsüz Türkiye” sürecindeki samimiyetin milletimiz nezdinde yoğun bir şekilde sorgulanmasına neden olmuştur. Milletin şerhinin olduğu hiçbir süreç kalıcı olamaz. Türkiye’nin demokrasisine verilen bu büyük yara giderilmeden, doğru bir yol kat edemeyiz” dedi.
DEM Parti’nin bu süreçle ilgili soruya ise İmamoğlu şu yanıtı verdi: “Yaptıkları açıklamalardan ve bizimle gerçekleştirdikleri görüşmelerden anladığım kadarıyla, DEM Parti yetkilileri de sürecin, bizim önerdiğimiz şekilde en geniş katılımla Meclis zemininde yürütülmesinden ve demokratikleşme adımlarıyla genişletilmesinden yana. Ne var ki, prensipte bizim gibi düşünmelerine rağmen isteklerini iktidara kabul ettirebilmiş değiller. İktidar, açıkça itiraf etmese de Terörsüz Türkiye sürecini, seçimlerin yapılmasını isteyeceği zamana kadar yaymanın, bu meseleyi DEM Parti’ye ve seçmenlerine karşı kullanmanın peşinde.
DEM Partililerin, iktidarın yapmak istediğinin esas olarak bu olduğunu zaten gördüklerini düşünüyorum. DEM Partili vatandaşlarımızın bu şantaja boyun eğmeyeceğinden eminim. Parti’nin de esas olarak bizim gibi, sürecin kapsayıcı olmasından ve güçlü demokratikleşme adımlarıyla desteklenmesinden yana olduğunu görüyorum.
Kendi adıma, DEM Partililerin de Kürt vatandaşlarımızın da “Türkiye demokratikleşmese de olur, biz işimize bakalım” demeyeceklerinden eminim.”
Yargılama süreciyle ilgili olarak ise İmamoğlu, kendisini sorgulayan savcı ile arasında geçen konuşmayı anlattı. İmamoğlu, masasında Beyaz Toros araba bulunan savcıyla ilgili şunları anlattı:
“Size bu hususta başımdan geçen, “bu kadarı da olmaz, olmamalı” dediğim bir olayı anlatmak istiyorum. “Masasına Beyaz Toros koyup paylaşan savcı” bahsi geçti, biliyorsunuz. Genel Başkanımız da bu durumu ifade etti. Bu savcı, operasyonlar sonrasında adliyede benim ifademi alan savcıdır. İfade sürecinde, ne yazık ki, içi düzmece bilgilerle doldurulmuş MASAK raporları üzerinden kendisiyle aramızda sert geçen bir diyaloğumuz oldu. İfadem bittikten sonra avukatlarımla savcının odasından ayrılmak üzereyken, kendisi ayağa kalkıp bana;
“Sayın Başkan, kusura bakmayın. Yarın siz cumhurbaşkanı olursunuz, masanın bu tarafına siz oturursunuz. Ben diğer tarafa geçerim, o zaman da siz bizi yargılarsınız” şeklinde sözler sarf etti.
Bu sözleri duyduğumda yaşadığım hayal kırıklığını size tarif edemem. Türkiye burası, bizim ülkemiz. Nasıl bir savcı böyle bir şey der? Nasıl hukuksuzluk bu kadar normalleştirilir?
Bu sözleri duyunca kulaklarıma inanamadım. Masasına yaklaştım ve kendisine cevaben;
“Bu nasıl bir söz böyle, savcı bey, benim sizi yargılamak için mi Cumhurbaşkanı olacağımı düşünüyorsunuz? Siz kim, biz kim? Neyin tarafıyız? Biz bu ülkeye adalet gelsin diye uğraşıyoruz. Çok yazık.” diyerek avukatlarımla beraber odasından ayrıldım.
Soruyorum, bu zihniyet bizim yargımızda ne ara ve hangi amaçla türemiştir? Bu zihniyete sahip bir kimsenin adalet dağıtması mümkün mü?
Bugüne dek savcının odasındaki Beyaz Toros fotoğrafına karşı ne Adalet Bakanı’ndan ne de savcının kendisinden bir açıklama geldi. Buna karşılık İzmir’de bu konuda görüşünü açıklayan bir avukata ev hapsi verdiler. Hiçbir yalanlama yok ama susturma gayreti var.
Neyi susturuyorsunuz? Hiç utanmıyor musunuz? Beyaz Toros’un ne manaya geldiğini, milletimizin ciğerinde nasıl yaralar açtığını bilmiyor musunuz? Hem açık açık masasına Beyaz Toros koyacak, hem de Anayasamızdaki yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı ilkesini çiğnediğini açıkça, yüzüme karşı ikrar edecek. Bu böyle olmaz! Milletin adalet beklentisi, şerefli Türk yargısının onuru ve ülkemizin geleceği adına yargı mensuplarımızın her birinin Anayasa’ya, toplumsal vicdana ve ahlaka uygun şekilde görev yapması gerekiyor.”