Bakırhan, MHP raporunu eleştirdi: 120 sayfanın 100 sayfası Kürt meselesinin olmadığını anlatıyor

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, MHP'nin hazırladığı raporu eleştirdi: "120 sayfanın 100 sayfasında Kürt meselesinin olmadığını bize anlatıyor. Bugüne kadar demek ki zorla, cezaeviyle, işkenceyle anlatamamışlar; şimdi bir metne dökülmüş. Çok ayıp."

  • ü
  • 19 Aralık 2025
  • ü
  • Politika

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) hazırladığı 120 sayfalık raporu eleştirdi. Rapor ile Bahçeli’nin önceki açıklamaları arasında fark olduğunu belirten Bakırhan, “Bahçenin o cesur çıkışları, değerlendirmeleri, o tarihi referansları, metinlerdeki entelektüel ve kapsayıcı sözcükler gitti; yerine 120 sayfalık bir rapor geldi. İlginç, bakın, 120 sayfanın 100 sayfasında Kürt meselesinin olmadığını bize anlatıyor. Bugüne kadar demek ki zorla, cezaeviyle, işkenceyle anlatamamışlar; şimdi bir metne dökülmüş. Çok ayıp.” dedi.

‘BAHÇELİ’NİN YAKLAŞIMI İLE RAPOR ARASINDA FARK VAR’

İlke TV’de “Konuşma Zamanı” programında Dilek Odabaş, Banu Güven ve Ercüment Akdeniz’in gündeme dair sorularını yanıtlayan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Bahçeli’nin samimi olduğunu düşündükleri söyleyerek, “Yani Sayın Bahçeli’nin konuşmaları ve yaklaşımı ile rapor arasında bir makas farkı olduğunu görüyoruz. MHP’nin hazırladığı umut hakkına ilişkin de çok açık uçlu bir değerlendirme var; mesela, ‘İnsanlar orada yaşamını yitirmemeli…’ falan filan gibi. Emin olun, bizi biraz şaşırttı Milliyetçi Hareket Partisi’nin raporu. Umarım yasa tartışılırken yasada ortaklaşırız. Yani en azından bugüne kadar kullandıkları sözler ve yaptıkları değerlendirmelere uygun bir yaklaşım içinde olabilirler.” ifadelerini kullandı.

‘BÖYLE BİR ŞEY OLABİLİR Mİ?’

Bakırhan sözlerini şöyle sürdürdü:

Böyle bir şey olabilir mi? Kürt sorunu var mı, yok mu? Biz şimdi onu mu tartışıyoruz? Kürt sorunu var ki bir diyalog ve müzakere oldu. Kürt sorunu var ki İmralı’ya gidildi. Kürt sorunu var ki orada PKK var. Kürt sorunu var ki Figenler, Selahattinler ve binlerce arkadaşımız cezaevinde. Kürt sorunu var ki binlerce insan sürgünde. Böyle bir şey mi olabilir? Yani Kürt’e yüz yıldır sopayla kabul ettiremediğin şeyi şimdi bu süreçte mi? Yok, böyle bir sorunumuz yokmuş. Elhamdülillah hepimiz Müslüman ve Türk’müşüz. Unutmuşuz ya da kandırılmışız. Bu noktaya böyle mi diyeceğiz?”

ADALET BAKANI’NA: NEYİN TASFİYESİ?

DEM Parti tarafından “barış yasası” olarak adlandırılan, “demokratik entegrasyon yasaları” ya da “geçiş süreci yasaları” olarak da adlandırılan yasal düzenlemelere Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “Hayır, barış yasası olamaz; barış yasası savaşanlar arasında olur. Biz 41 yıldır terörü bitirmeye çalışıyoruz. Bu bir ‘tasviye yasası’ olur” ifadelerini kullandı.

Adalet Bakanı’nın bu açıklamasını değerlendiren Bakırhan, şunları kaydetti:

“Adalet Bakanı eksik bir değerlendirmede bulunmuş; çok doğru bir değerlendirme değil. Biz bütçe konuşmamızda da çok net söyledik: Kürt meselesi bir güvenlik meselesi değil, bir terör meselesi veya yoksulluk meselesi değil; bir demokratikleşme meselesi, bir hak arama meselesidir.

Peki, bu ülkede on binlerce insan neden yaşamını yitirdi? Bir çatışma yoksa, bir şiddet yoksa, kırk yıllık bir şiddet ortamı yoksa, biz niye barış diyoruz? İki aile arasındaki basit bir kavgada bile insanlar ‘barış’ derken, on binlerce insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarca insanın yerinden yurdundan olduğu, Türkiye ekonomisinin ve enerjisizliğinin kırk yıldır çarçur edildiği bir meseleyi ne diyeceğiz? Neyin tasfiyesi?

İnsanlar dili, kimliği, demokrasisi ve özgürlükleri için mücadele etti. Bugün bir masa kurulmuşsa, o masada silahların ve şiddetin devreden çıkarılması esastır. Bu konuda bir mesele yok; yetkililer bunu çok net bir şekilde açıkladı. Hem silahı elinde bulunduran parti, hem de onların lideri Sayın Öcalan düşüncelerini söyledi.

Dolayısıyla, biraz daha sorunu tarif eden, yapıcı ve kırmayan bir dile ihtiyaç var. Maalesef bu zehirli; bu kötü tarafta duran dili bir türlü değiştiremedik. Kimin ne dediğinin bir önemi yok; Kürtler için bu bir barış süreci, Kürt meselesinin demokratik çözümüdür. PKK’nin bütün sonuçlarının ortadan kaldırılmasıdır; sürgündekilerin dönmesidir; haksız ve hukuksuz şekilde cezaevinde olanların özgürlüğüdür.

‘ÖYLE AĞZINA GELENİ KONUŞUYORLAR’

Elinde silahı bırakan ne yapacak, nereye gidecek? Buna tasfiye dersek, buna pişmanlık dersek, o zaman süreci tam anlamamış oluruz. Dolayısıyla yetkililere, sizin aracılığınızla da bir çağrımdır: Lütfen, yüzyıllık bir meselenin tartışıldığı bir süreçte, DEM Parti kadar hassas, titiz, disiplinli, dikkatli, irite etmeyen ve kırmayan bir dil kullanalım.

Kürt meselesi demek, kimin neyini alıp götürüyor demek değildir; apaçık ortada, Kürt meselesinin inkarından kaynaklanmış bir kavga, bir şiddet ve bunu bastırmaya çalışan bir sistem söz konusudur. Şimdi oturuyoruz; tabii ki silahlar ve şiddet konuşulurken demokrasiyi, yerel yönetimleri, ana dili, çevreyi, umudu çalınan gençleri, Türkiye’nin 3 trilyon dolarına mal olmuş ve boşa akmış parayı, ekonomideki adaletsizliği, Kürt illerindeki sanayisizliği konuşacağız.

Öyle ağzına geleni konuşuyorlar, çok rahat konuşuyorlar. Dolayısıyla ben Adalet Bakanı’na katılmadığımı belirtmek istiyorum ve herkesin diline dikkat etmesi gerektiğini vurguluyorum.”

FİDAN’I HEDEF ALDI

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamalarıyla birlikte Suriye’deki süreci değerlendiren Bakırhan, “Lütfen, 100 yıl sonra Kürtler ilk defa orada demokratik haklarına kavuşacakken Türkiye buna engel olmasın” ifadelerini kullanarak şöyle dedi:

“Ankara, SDG’den tedirgin olmamalı. SDG buraya bir tehdit değil. Türkiye’de yaklaşık 25 milyon Kürt yaşıyor; onlar bizim akrabalarımız. Oraya parmak sallamak, kullanılan her negatif dil bizi yaralıyor. Bu ülkenin vatandaşları olarak, bu ülkeyi yönetenlerin buna dikkat etmesi gerekiyor.

Nasıl Bosna’daki Müslümanlara yapılanlar ya da Filistin halkına yönelik katliam ve kıyımlar bizi rahatsız ediyorsa, bunlar da bizim akrabalarımız. Diğerleri kadar bu da bizi rahatsız ediyor. Eğer SDG’den buraya bir tehdit olsaydı, emin olun biz kendimiz eleştirirdik. Belki de ilk defa burada söylüyorum: Biz bunu kendi kurullarımızda da tartışacağız. Daha şimdiden arkadaşlar arasında sohbetini yaptık.

‘SURİYE’YE BİR ZİYARET PLANLIYORUZ’

Biz Suriye’ye bir ziyaret yapmayı planlıyoruz. Hem Şam hükümetiyle, hem SDG yönetimiyle, hem de oradaki Dürzi vatandaşlarla, Alevi yurttaşlarla görüşmek isteriz. Sonuçta orası yanı başımızda, komşu bir ülke. Orada bizim soydaşlarımız yaşıyor; Türkmenler var, Kürtler var, çok sayıda halk var.

Gidip görmek ve objektif değerlendirmek çok önemlidir. Şimdi dışarıdan ‘Kürt tehdittir’ algısı oluşturuluyor. Tam tersine, Kürtler hiçbir zaman Türkiye için tehdit olmadı. Bunun doğru anlaşılması gerekiyor. Eğer bir tehdit olursa, emin olun biz iktidardan önce itiraz eder, eleştiririz. Ama şu ana kadar böyle bir tehdit oluşmadı.

Bütün bozucu yaklaşımlara, atılan bombalara, vurulan sağlık kuruluşlarına ve fabrikalara rağmen SDG yönetimi hiçbir zaman üslubunu ve yaklaşımını bozmadı. Lütfen, 100 yıl sonra Kürtler ilk defa orada demokratik haklarına kavuşacakken Türkiye buna engel olmasın. Bu doğru değil; bizi yaralıyor. Eğer Türkiye’yi tehdit eden, rahatsız eden bir durum varsa, söz veriyoruz: Biz gidelim, biz konuşalım, biz engelleyelim.

‘TÜRKİYE TEK TARAFLI DAVRANIYOR’

Hakan Fidan’ı eleştirdiğim en önemli konulardan biri de budur. Dünyanın tanıdığı SDG’yi, Şara’nın tanıdığı ve düzenli görüştüğü SDG’yi neden Türkiye muhatap almıyor? Açık söylüyorum, muhtemelen Şara, Mazlum Kobani ve İlham Ahmed ile Hakan Fidan’dan daha fazla görüşüyor. Hakan Fidan neden bu kaygılarını SDG yönetimine iletmiyor? Neden Türkiye resmi bir heyet gönderip SDG ile doğrudan görüşmüyor, eleştirilerini ve önerilerini aktarmıyor?

Türkiye orada tek taraflı davranıyor, sert ve karşıt bir pozisyon alıyor. Biz bunu eleştiriyoruz. SDG orada; geçmişte buraya geldiler, kıyamet kopmadı. Yine gelsinler. Buyurun, siz gidin; konuşun, görüşün. Biz de anlayalım. Çağırın televizyon programlarına çıksınlar; fazla bir şey varsa birlikte eleştirelim.

Tam tersine, SDG demokratik bir entegrasyonu benimsiyor ve istiyor. Ama kime entegre olacak? Daha dün Alevilere karşı yeniden bir katliam yaşandı.”

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER