Zülfü Livaneli
Son romanı “Bekle Beni” okurla buluşan yazar Zülfü Livaneli, kitabında 70’li yıllarda hapisten sürgüne, baskıdan işkenceye kadar geniş bir yelpazede kendi hayatından da esinlenerek bir döneme tanıklık ediyor. Romanıyla ilgili T24’ten Murat Sabuncu’nun sorularını yanıtlayan Livaneli, roman kahramanının sakat kalmayı göze alarak işkenceden kurtulma hikayesinin bizzat yaşadığı bir durum olduğunu söylüyor.
Romanında despotik yönetim anlayışına dair tespitlerde de bulunan Livaneli, günümüz Türkiye’sinde yaşananlarla da karşılaştırarak yaşananlar için “Utanç verici” diyor.
Zülfü Livaneli, aydınlara yapılan baskılarla ilgili tespitlerde de bulundu. Hitler’in has adamı Göbbels’in, “Kültür sözünü duyduğumda elim tabancama gidiyor” şeklindeki sözünü hatırlatan Livaneli, “Bütün despotik yönetimler düzenin emrine girmemiş bağımsız aydınlardan nefret eder” yorumunda bulunuyor.
Zülfü Livaneli’nin Murat Sabuncu’yla söyleşisinden öne çıkan bazı bölümler şöyle:
“Bütün vicdanlı insanlarda olduğu gibi Gazze benim içimde de kanayan bir yara. Gazze’de ölen bir çocuğun ağzından yazdığım şiir hem Türkiye’de hem de Amerika’da yayımlandı. Gazzeli Öğrenciler Federasyonu temsilcisi Yusuf Barakat ziyaretime gelerek ‘’Barış Sanatçısı’’ unvanını taşıyan bir plaket sundu. Bugün Gazze, Batı ülkeleri yöneticilerinin iki yüzlülüğünü ve vicdansızlığını gösteren yeni bir Guernica. Hem de her gün tekrarlanan bir Guernica.”
“Hitler’in has adamı Göbbels, ‘Kültür sözünü duyduğumda elim tabancama gidiyor’ demişti. Bütün despotik yönetimler düzenin emrine girmemiş bağımsız aydınlardan nefret eder. Çünkü eleştiri sadece onlarla sınırlıdır. Bizde ise bu gelenek daha da eskiye dayanıyor. Osmanlı döneminde idam edilen şairler, Cumhuriyet döneminde öldürülen ve hapsedilen yazarlar şairler düşünürler bir utanç levhası gibi boynumuzda asılı duruyor.”
“Devlet denilen organizasyon her ülkede belli bir gücü temsil eder ama denge ve denetim mekanizmalarını çalıştıran ülkelerde bu güç sınırlıdır. Otokratik rejimlerde ise devlet halk tarafından, kendi seçtiği memurlar olarak değil de tanrısal bir güç olarak benimsenir. Türkiye’de özellikle böyledir durum. Halk devletin kutsallığına, gücüne ve üstünlüğüne inanır. Birey ve devlet uzlaşmazlığında her zaman devletin yanında yer alır. Bu yüzden devlet, en umulmadık yerlere kadar elini uzatır, yanlışlar yapar ama hesap vermez. Ne kadar seçim yapılırsa yapılsın, demokrasi anlamına gelmez bu.”
“Ender hallerde başvurulması gereken tutuklama ise bir yargısız infaz halinde devam ediyor. Bu kitapta anlattıklarım yine de hafif kalır. Hatırlarsanız polis evlerine girerken ‘Daha yeni temizledim. Çamurlu ayakkabılarınızı çıkarın lütfen’ diyen gencecik bir kızı sırf bu söz yüzünden vurdular.”
“Silivri soğuktur lafı çok ünlü oldu. Ne kadar utanılacak bir durum. Makyavel’in Prens adlı kitabında bir soru vardır: Bir prensin sevilmesi mi tercih edilir yoksa ondan korkulması mı? Cevap, ondan korkulmasıdır. Çünkü sevgi sürekli itimat edilecek bir şey değil ama korku sürer gider. Bizde otorite halkı korkutmayı çok sever. Bir darbede başbakan yardımcısı ‘artık yasaların makabline şamil olarak uygulanacağı’ gibi akıl dışı bir karar açıklamıştı. Yani yeni çıkan bir yasa geriye doğru işleyecek ve insanları kanunu olmayan bir suçtan dolayı tutuklayabileceklerdi. Bence bir delilik haliydi bu.
Zülfü Livaneli, Ankara Hipodromda verdiği konserde.
Biraz önce de söylediğim gibi diktatörlükler ancak korkuyla yönetilebilir. Askeri darbeler hep bu yöntemi kullandı. Kenan Evren döneminde ise bu iş doruğa çıktı.”
“Çok ağır işkenceler vardı ve bundan kurtulabilmek için kendimi sakatlamayı, hatta ölümü göze aldım ama bu da başlı başına bir işkenceydi tabii. Hiçbir suç işlememiş, hatta neyle suçlandığını bile bilmeyen insanların başına gelen felaketler, bugün anlatılınca hayal gibi gelebilir ama ne yazık ki gerçekti.”