Yayıncılıkta Harry Potter öncesi ve sonrası…

Yeni bir soru sormanın zamanı değil mi: Bizdeki kurumlar, mesela üniversiteler, bankalar, acaba küçük bütçeli yayıncıların bile rahatlıkla bastığı/basabildiği kitaplardan vazgeçip, kamu yararına, kültür hizmeti adına, daha özel, daha farklı, daha elzem, büyük çaplı, uzun soluklu, emek yoğun kitaplar basamazlar mı?

Göztepe’de, Bağdat Caddesi’ne inen Tütüncü Mehmet Efendi üzerinde, henüz İtimat’a gelmeden, köşesinde cep telefonu satan mağazanın bitişiğinde bazen akşamüstleri, bazen de hafta sonları kitap sergisi açılır. Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul ansiklopedisi satılır mesela, forma forma… Yeditepe ve Varlık’ın 100 kuruşluk kitapları… Kabzımala vereceğime denize dökerim misali, dökülmüştür kitaplar yere, neredeyse…

İşte bu sergilerden birinde tesadüf ettim Guy de Maupassant’ın “Mutluluk”una (Çev. Mazhar Önad, Oluş Yayınevi, 1973)… Bayram kartlarını andırır kapağı ilgimi çekmişti ilkin. E. Denli imzasını taşıyordu kapak resmi… (Hep merak etmişimdir: acaba çizer kitabı okuyup da mı yapmıştı resmi, yoksa okumadan mı? Okumadan yaptığı hissine kapılmıştım zira…)

Maupassant, malumunuz, edebiyattan ve Eyfel Kulesi’nden nefret eden, buna rağmen “küçük öykünün kralı” olarak anılan bir edip… Emile Zola, mezarında onu şu sözlerle anmış: “Seni tanımış, sana hayran olmuş bizler, yüreklerimizde senin güçlü kuvvetli, mustarip hayatında yaşayacağız. Ve nice zamanlar sonra, seni ancak eserinde tanıyacak olanlar da, senin hayata armağan ettiğin ebedî aşk türküsü için seni çok seveceklerdir…”

Maupassant’ı gerçekten sevdik, galiba… Şimdilerde yaklaşık 50 kitabı dolaşımda. Baskısı tükenmişleri hesaba katmıyorum. Ancak yine de, ilginçtir ki, tüm eserlerini basmak kimsenin aklına gelmiş değil henüz. Düzeltiyorum: Hiçbir yayıncı, tüm eserlerini basmaya cesaret edebilmiş değil henüz.

Piyer ve Jan…

İngilizler için Maupassant denince akla şu üç kitap gelir: “Bel Ami”, “Strong as Death” (mealen: Ölüm Kadar Kesin; Tahsin Yücel “Ölümden Acı” olarak çevirmiş dilimize özgün dilinden) ve “Pierre and Jean”…

Almanlar da İngilizlere yakın beğeniye sahip; “Bel Ami” ile “Hans und Peter”in (yani “Pierre et Jean”ın) yanına “Mademoiselle Fifi”yi koyarak tamamlıyorlar üçlüyü. Ve Fransızlarda da tek kitap yer değiştiriyor; “Bel Ami” ile “Pierre at Jean” sabit, değişen “Une vie” (yani “Bir Hayat”)…

Rusya’ya, Çin’e, Hindistan’a bakmadım, onlar hangi Maupassant’ı okuyorlar, beğeniyorlar diye… Avrupa’dan üç ülke, üç dil ile yetindim. Gördüğüm şu ki, bizim iltifat ettiklerimizle onların ettikleri arasında kısmi bir örtüşme var.

Bundan doğal ne olabilir? Farklı kültürler… Farklı eğitim formasyonları… Farklı aile anlayışı… Farklı sokak ve iş hayatı… Farklı ahlak anlayışı… Farklı okuma alışkanlığı… Bunlar sonuçta kararlarımızda etkin rol oynuyorlar.

Hoş olan şu: Çok uzak düşmemişiz yine de eserlerine… Belki tercihlerimiz, önceliklerimiz değişmiş, ama anlattıklarını okumuş ve beğenmişiz çoğu kere… Lakin yazarlarımız daha çok beğenmişler sanki: Sait Faik, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra ilk akla gelenler.

Peki, şaşırdınız mı?

Hişt, Hişt!..

İtiraf etmeliyim ki, ben Sait Faik bağlamında biraz şaşırdım. Maupassant tarzı öykü dediğimiz şey, sırtını “olay”a yaslar. Hatta bazı durumlarda “olay içinde olay”a tanıklık ederiz. Sait Faik ise daha çok “durum” yahut “kesit” dediğimiz öykü tarzına yakındır. Yani merak ikinci planda durur; olaydan ziyade öykü kişisinin duyguları öne çıkar. Öyle serim-düğüm-çözüm gibi şeyler yoktur yahut gözetilmez.

Peki, Sait Faik’in “Hişt, Hişt!..”i bir Maupassant tarzı öyküye benziyor mu? “Dülger Balığının Ölümü” için ne buyurmalı? “Fındık” yahut “Haritada Bir Nokta” yahut “Sinağrit Baba” için…

Bir şeyler uymuyor sanki… Sınıflama, tasnif bazı kolaylıklar sağlıyor hiç kuşkusuz. Ancak edebiyat, böyle bir şey işte; girmeyebiliyor senin havuzuna!

Senelerce ümüğü sıkıldı öğrencilerin, “Şair burada ne demek istiyor?”larla… Unutuldu şiir! Onun ele avuca gelmezliği… İhlal severliği… Sürekli deri değiştirdiği… Yıkıcılığı… Bir lüzumsuz düstura boğuldu çocuklar!

Şimdi tutup bir matematik denkleminden söz eder gibi bir “mutlak” form yakıştırıyoruz öyküye… Sonra da okur çıksın istiyoruz işin içinden/altından alnının akıyla…

Hazır söz şiire kadar gelip dayanmışken, sormak istiyorum: Niye bugüne değin bir tek şiir kitabı çevrilmedi Maupassant’dan? Satmaz diye mi? İyi de, üç ülkede, üç dilde en çok beğenilen “Piyer ve Jan” satmamış ülkemizde… Şiir niye satsın ki?

Gerçi Fransa’da bile en son 2001’de basılmış şiir kitabı: “Des vers et autres poèmes”… Bir kurum (Publication Univ Rouen Havre) basmış bu 474 sayfalık kitabı…

O halde, yeni bir soru sormanın zamanı değil mi: Bizdeki kurumlar, mesela üniversiteler, bankalar, acaba küçük bütçeli yayıncıların bile rahatlıkla bastığı/basabildiği kitaplardan vazgeçip, kamu yararına, kültür hizmeti adına, daha özel, daha farklı, daha elzem, büyük çaplı, uzun soluklu, emek yoğun kitaplar basamazlar mı?

Efendim, basamazlar mı, diyorsunuz?

Harry Potter Öncesi ve Sonrası

Vaktiyle Sümerbank düzensiz aralıklarla oylumlu kitaplar basardı eskiden. İş Bankası da keza öyle… Ancak Yapı Kredi’nin bu alanda rol kapmasıyla işin rengi değişti. Hemen düzelteyim kendimi: YKY’nin Harry Potter’ı basmasıyla işin rengi değişti. Çünkü ezber bozuldu. Kendi yağıyla kavrulan yayıncıların kulvarına girip ‘çok satma’nın peşine düştüler zira. Üstelik ‘orantısız güç kullanımı’ söz konusuydu. ATM’lerde, bilboardlarda, cep telefonlarında kitap reklamı çıkıyordu. Bunu yapacak güçleri vardı. Ama daha fazlasını da yaptılar. Küçük yayıncının var ettiği, ünlü ettiği yazarları transfer (!) ettiler. Böylelikle okuru hazır kitaplar da basmaya başladılar. Satamadıklarını hurdaya çıkarmakta da bir sakınca görmediler.

Kapitalizm öyle bir şey ki… Ufacık bir kırılmada, tereddütte yutuveriyor sizi. YKY gibi bir kurumun Nâzım Hikmet basacağını rüyasında görse hayra yormazdı insanlar… Şimdi ise durum farklı.

Haksızlık etmemek lazım tabii… Küçük yayıncının basmayacağı nice kitabı vaktiyle dilimize kazandırdılar. Dolaşıma soktular. Bu da onlara prestij ve itibar kazandırdı. Bilinirliklerini artırdı. Bugün Yapı Kredi denince akla yalnız banka gelmez. Ama YKY’yi de Harry Potter’dan öncesi ve sonrası diye ayırmak da ayıp olmasa gerek.

İşte buradan hareketle diyoruz ki: Hiçbir banka şu saatten sonra satışı garanti olmayan bir kitabı basmaz. Bu Maupassant dahi olsa…

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com