Vasiyete uymak yahut uymamak bir tercih meselesi mi?

Eco ölümünü takiben 10 yıl boyunca hakkında konferans yahut etkinlik yapılmasını istememiş. İtalyanlar uydular mı bu vasiyete, bilmem. Civcivli bir mesele… Biraz deşelim: Yazarların vasiyetlerine harfiyen uymak gerekir mi?

ANSA, “Gülün Adı” yahut “Foucault Sarkacı”nı okuyanlar için “olağan”, lakin Umberto Eco adına tesadüf etmemişler için “sıradışı” bir haber paylaştı yakınlarda: 19 Şubat’ta (2016) Milano’da 84 yaşındayken ölen İtalyan bilim adamı, yazar, edebiyatçı, eleştirmen ve düşünürün vasiyetinde, önümüzdeki 10 yıl boyunca eserleri yahut düşünceleri üzerine konferanslar, buluşmalar ve akademik etkinlikler düzenlenmesini istemediği ortaya çıktı.

Ajansın iddiasına göre bu bilgi, Renate Ramge (Eco’nun eşi) tarafından, yazarın arkadaşı ve meslektaşı göstergebilimci Patrizia Violi’ye aktarılmış.

Uzun zaman çalıştığı Bolonya Üniversitesi’nin rektörü Francesco Ubertini ise, vasiyette yer aldığı söylenen bilgi üzerine, “Bu fikir, Eco’nun dâhiliğinin bir ürünüdür. Bu kararı gülümseyerek ve anlayışla karşıladım, çünkü tam da Eco figürünü yansıtıyor. Hiç şüphesiz ki onun isteğine saygı göstereceğiz.” demiş.

Efendim, aradan 8 yıl geçti. İtalya’da yahut herhangi bir ülkede Eco’nun bu vasiyeti yerine getirildi mi? Bundan emin değilim. Ama onun dâhiliğinin (!) ürünü olan bu fikir, bana ilham verdi – bu kesin!

Sonrası Kalır mı?
Doğrusu merak ettim, ödül almayı ve vermeyi pek seven kişileriz ya, acaba vasiyete “saygısızlık” eden birinin çıkıp çıkmayacağını…

Civcivli bir mesele… Biraz deşelim: Yazarların vasiyetlerine harfiyen uymak gerekir mi?

Mesela Kafka’nın vasiyetini çiğneyen Max Brod’u, bu durumda bir saygısız olarak mı görmek gerekir? Öyle ya, Kafka, yalnızca 6 eserinin yayımlanmasına rıza göstermiş, diğerlerinin yakılmasını yahut imha edilmesini buyurmuş…

Peki, Anadolu’da bir çınar ağacının dibine gömülmeyi arzu eden Nâzım Hikmet’e ne diyeceğiz? “Mezarını, şuculardan buculardan koruyacak olgunlukta değiliz henüz!” mü?

Sonra Edip Cansever’in bir gençlik hatası olarak gördüğü “İkindi Üstü” kitabındaki şiirleri var. Rivayet edilir ki, Cansever, bu kitabı piyasadan toplamaya çalışmıştır kendi imkânlarıyla… Oysa YKY, “Sonrası Kalır”da bu şiirlere yer vermekte bir sakınca görmemiştir. Şimdi hangisi “doğru”: Şairin yok saymak istediği şiirleri okumamak mı, yoksa onları da okuyup, kendimizce bir karara ulaşmak mı?

“Yayımlanmamış Şiirim Yok”
“Benim yapıtım yayınladıklarımdan ibarettir” ve “yayımlanmamış şiirim yoktur” diyerek vefatından önce bütün müsveddeleri yok ettiği söylenen Oktay Rifat’ın çeşitli dergilerde yayımladığı, ancak hiçbir kitabına almadığı 75 şiiri, “Bu Dünya Herkese Güzel” (YKY) adıyla kitaplaştırıldı geçenlerde… Mehmet Can Doğan’ın emekleri sonucu okura ulaşan bu şiirleri “külliyat”ın dışında tutmak doğru olabilir mi?

Bir de şu var tabii: Vaktiyle Adam Yayınları için Oktay Rifat’ın şiirlerini baskıya hazırlayan Memet Fuat’ın bu şiirlerden habersiz olduğu varsayılabilir mi? Sanmam… O halde, yazılı olmasa da sözlü vasiyetine sadık kalarak şairin, bize bir mesaj iletiyor olabilir mi, “Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi”ni hazırlayan, adına, 2004 yılından beri Eleştiri/ İnceleme, Deneme ve Yayıncılık Ödülleri; 2008’den beri de “Genç Şiir Ödülü” verilen eleştirmen, yazar, yayıncı ve eğitimci sıfatlarını taşıyan bu kişi?

Şimdilerde adı sık sık anılan Aziz Nesin’i düşünelim lütfen… “Yaşarken bana küfredenler, aleyhimde konuşanlar cenazeme gelecekler ve beni öven sözlerle uğurlayacaklar; buna katlanamam.” diyerek tören mören düzenlenmeden Nesin Vakfı’nın bahçesine gömülmeyi arzulayan Aziz Nesin’i…  Vasiyetine uyulmamış olsaydı, bilinen, ulaşımı kolay bir yere gömülseydi, acaba hali nice olurdu o mezarın?

Vasiyete Uymak ya da Uyamamak…
Bazen istenilse de uyulamayabiliniyor vasiyetlere… İlhan Selçuk’ta olduğu gibi…

Cumhuriyet Vakfı eski yöneticisi İnan Kıraç’ın iddiasına göre, ölmeden bir ay önce hastanede ziyaret ettiği İlhan Selçuk, Cumhuriyet’in çizgisinin değişmemesi için Alev Coşkun’un gazetenin başına getirilmesini söylemiş kendisine… Ve bu konuda Alev Coşkun’a yardımcı olmasını istemiş. Ancak Alev Coşkun ile Şevket Tokuş, vakıf yönetiminden uzaklaştırıldığından vasiyete uyulamamış.

Hayat böyle… Bazen şartlar değişiyor, bazen kişiler ve arzu edilen sonuçlara, hedeflere ulaşılamıyor.

Bu sebeple Eco’nun vasiyetini anlamak mümkün. Belli ki abuk sabuk şeylere “malzeme” olmak istemiyor. Bir de, ölümün sebep olacağı anlık kararların önüne geçmek istiyor sanki… Aziz Nesin’in çekincelerine benzer şekilde…

Ancak Çinli yazar Du Hong’un vasiyetine ne buyurmalı?

50 sene içinde Batılı bilim insanlarının hayatını kaybeden insanları tekrardan yaşama döndüreceğine inanan Du Hong, öldükten akabinde çocuklarına beyninin dondurulmasını vasiyet etmiş. 30 Mayıs’ta gerçekleşen ölümünü takiben de beyni, kriyojenik yöntemle dondurularak ABD’deki Alcor Yaşam Uzatma Vakfı’na gönderilmiş. Ve bu işlem, varislerine tamı tamına 117 bin dolara mal olmuş.

Tercih Meselesi…
Sözün kısası: Vasiyet, daha çok borçlar kanunu çerçevesinde ele alınan ve kişinin özgür iradesiyle ölümünden sonra yapılmasını, yerine getirilmesini istediği şeylerin sözlü yahut yazılı olarak beyanı… Bir tür fayda-zarar muhakemesi sonucu beyana uyulur yahut uyulmaz. Tercih meselesi…

Öte yandan tüm “mesele”nin bu olmadığını da söylemek gerek.

Ben zamana, zamanın eleğine güvenilmesi gerektiği kanaatindeyim. Her şeyini zamana bırakan Ece Ayhan misali…

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com