Umarım birazdan edeceğim ifşayla yazarlığı tek başına “yaratıcı” bulmayan atölyelerin ekmeğine mâni olmam. Mâlum; açlığın dini, yoksulluğun vatanı olmaz!
Değerli vaktinizi çalmadan sırrı ifşa edeyim hemencecik: Efendim, tavada yumurta yapar gibi yazacaksınız romanı… Tereyağını kısık ateşte eriteceksiniz. Cızırdamaya başlayınca, bir tabağa kırdığınız yumurtayı yavaşça tavaya kaydıracaksınız. Bir dakika kadar pişireceksiniz. Sonra yumurtanın alt kısmına mümkün olduğu kadar geniş bir spatula sokup hafifçe çevireceksiniz. Bu yüzünü de birkaç dakika pişirip servis tabağına alacaksınız. Üzerine tavada kalan yağın yanı sıra biraz biber serpeceksiniz – renk mühim değil; kara da olur, kırmızı da…
Umarım bu ifşayla yazarlığı tek başına “yaratıcı” bulmayan atölyelerin ekmeğine mâni olmam. Mâlum; açlığın dini, yoksulluğun vatanı olmaz!
Kıymalı Yumurta ve 21 Gram…
Vaktiyle “Benim Adım Kırmızı” romanı için şunu demiştim: Orhan Pamuk, kıymalı yumurta yapar gibi yazmış romanı; neleri, ne zaman/hangi sırayla/ne kadar kullanacağını ince ince hesaplamış, ancak bir roman için elzem olduğunu düşündüğüm iki şeyden ödün vermiş: samimiyet ve sahihlik!
Tahmin edeceğiniz üzere, o yazım, Richter ölçeğine göre 0,3 şiddetinde bir zelzeleye bile sebep olmamıştı elbette; eskiden günde üç kez küfredilirken, o yazıdan sonra sayı artmış, 5’e, 10’a yükselmiş, takibinde de unutulup gitmişti. Derin ve anlamlı bir sessizlik örtmüştü üzerini…
Şunu demek istememiştim oysa: Orhan Pamuk kötü bir romancıdır! Zira bir eserin “kötü” olabilmesi “samimiyet” ve “sahih”liğin eksikliğine bağlı değildir; bunlar varken de, yokken de kötü olabilir…
Ciddi bir emeğin ürünü hiç kuşkusuz “Benim Adım Kırmızı”; olaylar/mekânlar/kişiler özenle seçilmiş, dikilen kıyafet üzerlerine otursun diye de “uğraşılmış” hayli… Aritmetiği, ritmi pek iyi… İyi, ama eksik!
Ne mi eksik? Söyleyeyim: ruh!
Elbette öldükten sonra bedenden eksildiği iddia edilen 21 gramdan söz etmiyorum; ama “teknik” ve “tema” dışında kalan o “şey”i izahta zorlanıyorum. Tatar ağası gibi yayan kalışım, kem küm edişim bundan.
İşte Murtaza’nın Talihsizliği…
Yıllar önce Attilâ İlhan, “‘Murtaza’ Üzerinde İleri Geri Düşünceler” adlı eleştirisinde, kıymalı ve kıymasız olarak tarif etmeye çalıştığım şeyi, Orhan Kemal’i bahane ederek anlatmış: “Öyle bir roman yazmak istiyor ki burada işçilerin ‘beşeri’ yaşantısı ve bunun gelişmesi bütün çıplaklığı ile belirsin. Dahası var. Orhan Kemal şöyle bir amaç da kovalıyor: bu ikinci işi öylesine keskin çizgili ve oturaklı yapacak ki, o işin hiç de sosyal yanıyla ilgili görünmediği halde, biz bu beşeri dramın sosyal köklerini ve etkilerini açık ve seçik göreceğiz. İş buraya gelince, seçilecek tipin ve yapacağı şeylerin, bizi kendiliğinden sosyal çevreye götürmesi gerekmez mi? İşte Murtaza’nın talihsizliği buradan başlıyor.”
Ve şöyle bitiriyor eleştirisini: “Orhan Kemal işçileri tanıyor. Murtaza’dan bu anlaşılmaktadır. Biz ondan Türkiye işçilerini aynı zamanda sosyal ve beşeri planda ele alıp işleyen, ‘meselesi’ kadar estetik bünyesi de kudretli, büyük romanlar bekliyoruz. O, kendisini derleyip toplamasını becerebilirse, bu işin üstesinden gelebilir.”
İkimiz de, yani Attilâ İlhan ve bendeniz, günümüz gençlerinin diliyle söylemek gerekirse, kafayı yemiş olmalıyız; ben haddimi bilmeden Orhan Pamuk’a, o Orhan Kemal’e kelam ediyor – olacak şey mi?
Ne Güzel Şey Bunlar!
Çok karışık, değil mi? Sen her şeyi yerli yerinde kullan ve aklıevvelin biri çıksın, ceffelkalem “ruh”u eksik, “estetik”i eksik desin. Onca emeği, göz nurunu, itinayla derlenip toparlanmış bilgiyi, son tahlilde görmezden gelsin.
Neyse ki, “yaratıcı” yazarlar için yeni bir imdat simidi var artık: Scrivener. Mac dışında Windows ve Linux sürümleri de mevcut… Zamansızlıktan mı yakınıyorsunuz, disiplin eksikliğiniz mi var, sorun değil; o sizin adınıza düşünüyor. Sayfalarca sahne planlaması yapmak zor mu geliyor; kurgu denince mideniz mi bulanıyor; bunlar Scrivener için çocuk oyuncağı…
Hatta bazı programlarda, romanın türünü yazıyorsunuz, mekânını seçiyorsunuz, tek tek karakterlerini belirliyorsunuz, olay örgüsünü ona bırakıyorsunuz yahut size seçenekler sunmasını talep ediyorsunuz. İşte roman! Tek kusuru, Türkçe bilmiyor!
İşi daha ileri götürenler de var: Mesela Authr.com sitesi… Sitenin kurucu yazarı (ne demekse) Erik Bowman diyor ki: “Ailelerine bir miras bırakmak isteyen müşterilerimiz ve genç yazarlar için çocuk kitabı yazmak önemli. Bu kişilerin çoğu, ailelerinin ya da büyük annelerin anlattığı hikâyelerle büyümüş. Birçok yetişkin hâlâ uykuya yatmadan önce anlatılan hayal dünyalarını renklendiren hikâyeleri unutmuyor. Her zaman korumak isteyeceğimiz ve başkaları ile paylaşabileceğimiz paha biçilemez anılar bunlar.”
Tabii zaman hızla akıyor, Çağ dörtnala gidiyor. Gece bulunan şey, sabaha çürüyor. Nitekim saydığım teknoloji de yenilendi. Metin yazma robotları çıktı. ChatGPT çıktı.
Meraklısı için birkaçını sıralayayım:
Sudowrite – Karakter oluşturma açısından en iyisiymiş
HIX.AI – Tür seçenekleri açısından en iyisiymiş
Jasper – En iyi yanı ücretsiz olmasıymış
Rytr – Roman illüstrasyonlarında en iyisiymiş
NovelAI – En iyi yapay zekâ kurgu yazarıymış
Evet, şu cümleyi hecelemenin tam vakti: Ne-gü-zel-şey-bun-lar!
Öldüğünden Habersiz İnsanlar
Şimdi durup Edmund Husserl desem, Roman Ingarden desem, bilme-nesnesi (Erkenntnisobjekt) yahut bilme-yaşantısı (Erkenntniserlebnis) desem linç edersiniz beni, biliyorum; değil mi ki günümüzde 400 sözcükle konuşmak şahane, değil mi ki sözlük kullanmak lüks… “Boş anlam alanlarını doldurma” çabasını/maharetini okurda aramak beyhude bir çaba…
Nasıl olduysa oldu, vaktiyle yüzlerce telefon numarasını hafızasında tutan, bunları bildiği onlarca sokak/akraba adları ve onlarca şiirle karıştırmayan kişi, bugün ezbere karşı: Açıyor Google’ı, okuyor blogları, 140 sözcüklük harikaları ve “Ben de olurum şair! Olurum yazar!” diyor, Napolyon’da olmayan bir özgüvenle…
İş, tehlikeli boyutlara ulaşmadan hemen toparlayayım: Western Üniversitesi bünyesinde hazırlanan incelemede özellikle yumurta sarısının kalp ve damarlara en az sigara kadar zarar verdiği belirlendi. İyisi mi siz, kıymalı yahut kıymasız, yumurtadan uzak durun. Bir gerçeküstü imgelem olarak kalsın usunuzda söğüt dalına yuva yapan manda… Köpeğinizin halıya, koltuğa, yatağa yapışan tüylerini biriktirip nasıl atkı, bere vesaire örebilirsiniz, onu düşünün! Allah deyip ötesini bırakın! Mesut bahtiyar yaşayın, öldüğünden habersiz insanlar olarak… Roman neyinize!