Ahmet Rüstem Ekici & Hakan Sorar, “Kilim”, YZ İmaj Polaroid Baskı, AR Animasyon (Artivive App), 31×33 cm, 2024.
Zaman dediğimiz şey, son beş yılda tuhaf biçimde büküldü sanki. Takvimler ilerledi, ama ritmimiz bir daha düzelmedi: Sözcükler büzüldü, anlamlar gerildi.
Pandemiden söz etmiyorum yalnızca. Onun ardından gelen sessizlikten, o sessizliğe alışma çabamızdan, sonra da tam alışmışken ansızın geri dönen gürültüden söz ediyorum.
O ilk haftalarda, evlerin içiyle dışı arasındaki sınırlar bulanıklaştığında, sanki bazı kavramlar da evrim geçirdi: “beklemek” başka bir şey oldu mesela. “Görüşmek”, “dokunmak”, “sessizlik”, hatta “anlatmak” bile…
Bir süre sonra, yalnızca dış dünya değil, iç dünya da maske takmaya başladı. Sosyal mesafe bir hijyen kuralı olmaktan çıkıp, düşünsel bir tavra dönüştü. İnsanlar daha az konuşur oldu. Daha az anlatır. Daha az müdahil.
Ben de onlardan biriyim belki.
Bir süredir konuşmaktansa yazmayı tercih eder oldum; yazarken de kısa cümlelerden kaçınıyorum. Çünkü kısa cümleler, bazen insanı hızlıca ele veriyor.
Ahmet Rüstem Ekici & Hakan Sorar, Yıldız Tozu, yapay zeka video 04:00, tül üzeri projeksiyon, 2024.
İçimizdeki yorgunluğu, anlam kayıplarını, anlatma isteğinin sönümlenişini — cümlelerin kısalığında ele veren bir çağdayız sanki.
Ben buna direnmeye çalışıyorum. Her cümleyi biraz daha uzatarak, belki de susmamaya uğraşıyorum.
Geçenlerde bir sergiye gittim — niyetim, biraz nefes almak, biraz da kendimi meşgul etmekti. Ama fark ettim ki, nefes almak için girdiğim mekânda daha çok durdum, baktım ve sustum. O suskunluk hâli, uzun süredir ilk defa bir şeye (!) benziyordu. Sanata mı, duaya mı, geçmişin bir yankısına mı, bilemiyorum ama.
O yüzden bu yazıyı yazmak istedim. Sesini yükseltmeyenlere, bağırmadan konuşanlara, anlatmak için illa kelime kullanmayanlara bir bakış fırlatmak için. Bir ihtimal… kendime de.
Sessizliğin Eşiğinde Bir Sergi – “Bir Varış Bir Yokuş” Üzerinden
Kasım ayının sonuna doğru, Galata Köprüsü’nü geçip Hasköy yönüne devam ettiğinizde, çoğu zaman nereye vardığınızdan çok nereye varamadığınızla ilgilenirsiniz. Şehir, size görmeyi değil, bakmayı öğretir çünkü — hele ki kış geliyorsa, hele ki gözünüzdeki buğu sözcüklerin anlamına da sirayet etmişse.
İşte böyle bir günde, Vision Art Platform’da açılan “Bir Varış Bir Yokuş” sergisine gittim. Ahmet Rüstem Ekici ile Hakan Sorar’ın birlikte kurduğu bu sergi, arkeolojik bir dili yeniden diriltmeye değil, onunla fısıldaşmaya niyetliydi. Koç başlı mezar taşlarından ilhamla, geçmişin bir ağırlığını değil, izini canlandırıyorlardı. Sergi, gösterişli olmaktan uzak, hatta çekingen denebilecek bir tavırla yerleşmişti mekâna. Bu çekingenlik bana dokundu.
Yapıtların çoğu holografikti. Işıkla var olan, ama aynı hızla yok olan formlar… Hareket ettikçe taşlar parlıyor, durdukça sönüyorlardı. Sanki size şunu söylüyorlardı: “Hatırlamak da bir iştir. Kalmak da bir ifade.”
Duvarda hiçbir açıklama yoktu. Ne başlık, ne tarih, ne niyet… Elinizdeki broşürde ise yalnızca şu yazıyordu: “Bir şeyi korumak için onu çoğaltmanız gerekmez. Sessizlik, en güçlü tanıklık biçimidir.”
O anda anladım ki, bu bir anma sergisinden çok bir yavaşlama mekiğiydi. Gürültülü kayıpların değil, sessiz izlerin peşine düşen bir öneri sunuyordu.
Baktığınız taş, aslında bir boşluğu işaret ediyordu. Boşluğu görmeye çağıran işler bunlar — konuşmaktan, anlatmaktan, açıklamaktan yorulmuş bir çağda, sadece orada olmakla bile anlam taşıyan işler.
Oradan çıktığımda ne bir bilgi fazlam vardı ne de yeni bir bakış açısı. Ama içimde sanki bir tür düzen sessizce yer değiştirmişti. Belki de sadece anlamaya çalıştığım bir şeyin yanına biraz daha yaklaştığım için…
Geriye Çekilmenin Anlamı Üzerine – Türkiye’de Sessizlik Bir Duruş mu?
“Anlatmak” fiili üzerine çok şey söylendi bu ülkede; ama galiba “anlatmamak” üzerine çok az düşünüldü.
Oysa son dönemde karşılaştığım kimi sergilerde, özellikle genç sanatçıların üretimlerinde, bir tür geri çekilme, bir tür az sözle çok şey taşıma gayreti dikkatimi çekiyor. Bu yalnızca estetik bir tutum mu, yoksa toplumsal bir tecrübenin sanata yansıması mı?
Bu soruya kesin bir yanıt vermek istemem; ama bazı göstergeler var. Kimi işler, kendilerini hemen açıklamıyor mesela. Açıklama panoları yok, başlıklar çoğu zaman eksik. Hikâyesini baştan anlatan eserler yerine, sizden bakış değil, durma süresi isteyen işler ön planda.
Hızın, gürültünün ve yorumun makbul sayıldığı bir ülkede, bu suskunluk bana anlamlı geliyor.
Sanatçının kendini geri çekmesi, susması, göz önünde olmaması — Türkiye’de çoğu zaman ya yanlış anlaşılır, ya da hiç anlaşılmaz. Ama belki tam da bu yüzden kıymetlidir. Çünkü konuşulan her şeyin hızla tüketildiği, her yorumun bir sonraki krize eklendiği bir kültürde, “sessiz kalmak”, yalnızca duyulmamak değil, katılmamak da olabilir.
Ahmet Rüstem Ekici & Hakan Sorar, Koç biçimli mezar taşı, yapay zeka modelleme, 3D kil baskı, pişmiş toprak, 21x19x9 cm, 2024.
Bu yazıya konu olan sessizliğin, bir tür estetik sükûnetten ibaret olmadığını düşünüyorum. Bu, konuşmadan konuşmak değil; konuşmak zorunda kalmamak arzusu. Çünkü Türkiye’de sanat hâlâ, yalnızca neyi söylediğiyle değil, ne zaman ve nasıl sustuğuyla da ölçülüyor. Ve işin doğrusu, bazen bu suskunluk, en fazla şeyi işaret ediyor.
Sessizliğin Felsefesi: Görmenin ve Düşünmenin Yeniden Başladığı Yer
Sanatla ilk temas, çoğu zaman bir görme deneyimi sanılır. Oysa ben uzun zamandır bunun bir tür durma pratiği olduğuna inanıyorum.
İlk gördüğüm işi değil; ilk kez durduğum işi hatırlıyorum. Sözü değil; sözü kesildiğinde ortaya çıkan şeyi.
Agamben, istisna hâlini yalnızca hukuksal bir mesele olarak değil, zamansal bir yarılma olarak da tarif eder.
Pandemi, bu anlamda hepimizin zamanı düşünme biçimini kırdı. Hızla işlenen bir şimdiki zaman değil; sürekli ertelenen, belirsiz bir şimdiyle baş başa kaldık. Belki de bu yüzden, sanat da zamanla ilişkisini yeniden kurmak zorunda kaldı.
Birçok sergide bunu görüyorum: işler hemen açılmıyor; kendini hemen anlatmıyor; izleyiciden bir hız değil, bir süre istiyor. Zamanı kavrayan değil, onunla kalmayı seçen işler bunlar…
Bruno Latour, sanatın yalnızca temsil değil, aynı zamanda yeniden ilişki kurma biçimi olduğunu söyler. Bu “ilişki”, artık sözcüklerle değil, sıklıkla sessizlikle kuruluyor.
Benim izlediğim sergideki taş formlar, bir geçmişe ait değil sadece; bir beklentiye de çağırıyordu. Hatırlamak için değil, belki birlikte susmak için. Bu da ancak, sanatın kamusal değil, kişisel bir alan olarak yeniden düşünülmesiyle mümkün.
Yavaşlık bir akım değil artık — bir etik tavır. Sadece yaşama biçimi değil; görme, dokunma, algılama biçimi. Sanatta da bunu görmeye başladım: Bağırmayan işler, kavram yerine iz bırakan işler, anlatı yerine boşluk öneren işler.
Bütün bunları bir araya getirince, anlıyorum ki sergide hissettiğim şey, sadece biçimsel bir dinginlik değildi. Bir tür düşünme davetiyesiydi bu. Sadece görmeye değil, yeniden konumlanmaya.
Ahmet Rüstem Ekici & Hakan Sorar, Hatıra, YZ İmaj Polaroid Baskı 25 adet film, AR Animasyon (Artivive App), 55×58 cm, 2024.
Kelimelerin Uğultusunu Dindirmek
Bir dönem vardı, sanatın her şeyi anlatması beklenirdi. Sanki kelimelerle yarışa girer gibi… Her biçim, bir düşünceyi temsile çağrılırdı. Ve biz, düşüncenin ancak yüksek sesle ifade edildiğinde anlamlı olduğuna inandırılmıştık.
Ama artık öyle değil.
Belki de ilk kez, hiçbir şeyin anlatılmadığı bir işin önünde uzun süre kalabiliyoruz. Kalmaya razı oluyoruz.
Anlatının değil, yalnızca varlığın yeterli olduğu işler bunlar. Düşüncenin değil, sadece hissin süzüldüğü noktalar.
İçinde bulunduğumuz bu dönemi tek bir kelimeyle anlatmak gerekse, “yorgunluk” olurdu belki de. Ama bu yorgunluk bir tükenme değil; bir değişim çağrısı. Daha az konuşanların, daha çok düşünenlerin dönemi olabilir bu. Kelimesini yutanların, ama duruşunu bırakmayanların.
Sözün sustuğu yerin mutlaka karanlık olması gerekmiyor. Bazen, sadece çok uzun konuşulmuş bir yerden geriye kalandır o sessizlik. Belki artık orada, yeni bir dil başlamaktadır.
Bir gün, bir sergide, anlatmadığı hâlde sizi anlatan bir işe denk gelirseniz — hatırlayın ki bazı işler sadece görünmek için değil, orada kalmak için yapılır.
Ve bazı yazılar da öyle: Her şeyi anlatmak için değil, bir ihtimali açık bırakmak için yazılır.