Oğuz Atay, Tarkovski ve Ceylan: Yolda olmanın anlamı

Yol, bir varış noktası mıdır, yoksa sonsuz bir kayboluş mu? Bir şehrin sokaklarında yürümek mi, yoksa kendi zihnimizde dolaşmak mı daha gerçek bir yolculuktur? Flanörler, serseriler, tutunamayanlar… Hepsi aynı yolda, ama farklı rotalarda mı ilerler? Nuri Bilge Ceylan’ın objektifine yansıyan yollar bize ne anlatıyor? Belki de en iyi yolculuklar, hiç varılmayan yerlerdir…

Fotoğraf: Nuri Bilge Ceylan

Yol, insanın kendini tanıma serüvenidir. Gidişlerin, dönüşlerin ve bazen de kayboluşların izini taşır. Yol, bazen varılacak bir yer değildir, sadece gidilen bir şeydir. İşte bu yüzden, yolların anlamı yalnızca asfalt çizgilerde değil, yürüyen kişinin zihninde saklıdır. Nuri Bilge Ceylan, yeni sergisi Yolda ile bu sonsuz metaforun izini sürüyor. Onun objektifinden yansıyan yollar, bir seyahatin değil, ruhun yolculuğunu anlatıyor.

İstanbul’da, Dirimart Dolapdere’de açılan sergi, Ceylan’ın daha önce sergilenmemiş fotoğraflarından oluşuyor. Her kare, yolun bir başka suretini taşıyor. Kimi karelerde sonsuz bir patika, kimisinde belirsiz bir yol ayrımı, bazen de terk edilmiş bir sokak… Fotoğrafların içindeki insan figürleri ya çok uzak bir noktada ya da hiç yok. Çünkü Ceylan’ın anlatmak istediği yol, varılacak bir yer değil; sadece var olma hali…

Flanör: Pasajlardan Yollara

Yol denince akla gelen ilk figürlerden biri Walter Benjamin’in flanörüdür. 19. yüzyıl Paris’inin pasajlarında dolaşan, vitrinlere, kalabalıklara, şehrin ruhuna karışan, ama hiçbir yere ait olmayan bir gezgin… Flanör, bir turist değildir, çünkü belli bir noktaya varma hedefi yoktur. Ne tam anlamıyla bir kent sakini ne de bir yabancıdır. Kentin ruhunu sezmek, mekânların ve insanların nabzını tutmak için yavaş adımlarla sokakları arşınlar. Ona göre şehir, yalnızca taş binalardan değil, anılardan, bakışlardan ve rastlantılardan oluşur.

Fotoğraf: Nuri Bilge Ceylan – Türkmenistanlı Kızkardeşler, Archival inkjet print 150 x 174 cm, 2024

Ceylan’ın fotoğraflarındaki yol da böylesine bir flanörlüğü anlatıyor. Flanör, yolda olandır, ama varacağı bir yer yoktur. Kentin sokaklarında kaybolmak için yürür. Bir vitrine bakarken düşüncelere dalar, sonra bir köşe başında gördüğü eski bir binanın gölgesine sığınır. Şehrin telaşı içinde, kendi temposunda hareket eden biri olarak, yaşadığı dünyaya hem ait hem de yabancıdır.

Bu anlamda, Ceylan’ın yol görüntülerinde de benzer bir atmosfer var. Bilinmeyen, sessiz, boş ve kimliksiz yollar… Yolda olanın peşinden sürüklenmek istediği, ama tam olarak nereye gittiğini bilmediği bir yolculuk hali. Burada yol, sadece bir mesafe kat etmek değil, varoluşsal bir sorgulama sürecidir. Bazen bir şehrin unutulmuş sokakları, bazen de insanın kendi iç dünyasının keşfedilmemiş köşeleri… Ceylan’ın objektifine yansıyan yollar da, flanörün bilinçaltındaki patikalara açılan kapılar gibi, keşfe davet ediyor.

Kerouac’ın Serseri Ruhu

Jack Kerouac, Yolda adlı romanında Sal Paradise’ın Amerikan otoyollarındaki sürüklenişini anlatır. Bu yolculuk, yalnızca fiziksel olarak bir noktadan diğerine gitmek değildir; bir yaşam tarzını, bir başkaldırıyı, toplumun dayattığı normlardan kaçışı temsil eder. Karakterler, sürekli hareket halinde olmaktan ve belirsizlik içinde yaşamaktan adeta bir varoluş biçimi yaratır.

Kerouac’ın otoyolları, tek yönlü değildir. Bir noktaya varmak için değil, yolda olmak için vardırlar. Yolculuk boyunca karakterlerin içinde bulunduğu ruh halleri, mekânlar kadar değişkendir. Bir benzin istasyonunda geçirilen uykusuz geceler, yol kenarında tanışılan yabancılar, hızla geride bırakılan kasabalar… Her durak, yeni bir deneyim, yeni bir hikâye ve aslında daha büyük bir arayışın parçasıdır. Kerouac’ın yolu, yolculuğun bitmemesi için vardır; sürekli ileriye gitmek, geçmişten kaçmak, anın içinde kaybolmak…

Bu hız ve başıboşluk, bir özgürlük manifestosudur. Beat Kuşağı’nın hareketliliği, rüzgâra karışan bir şiir gibidir. Her sahne, bir rock’n roll şarkısının ritmiyle akar. Otostop çekilen tır şoförleri, rastgele girilen barlar, bohem otel odaları, sabaha karşı gidilen çorbacılar… Bu yolculukta her şey bir anlatıya dönüşür. Çünkü Kerouac’ın yolculuğu, salt bir seyahat değildir; varoluşsal bir keşiftir.

Fotoğraf: Nuri Bilge Ceylan – On the Road, Bengal, India, Archival inkjet print 150 x 174 cm, 2011.

Nuri Bilge Ceylan’ın yol imgeleri ise çok daha farklıdır. Onun yolları, Kerouac’ın düzensiz, çılgın, hız ve tutkuyla dolu dünyasından uzak, sessiz, ağır ve düşüncelidir. Kerouac’ın karakterleri bir noktadan diğerine savrulurken, Ceylan’ın yolları içe doğru kapanır. Otoyolların gürültüsü yerine, sessiz bir taşra yolunun durgunluğu vardır. Yol, karakterlerini dış dünyaya savurmaz, aksine onların iç dünyalarına açılan bir kapıdır.

Ceylan’ın yollarında bir firar hissi değil, içsel bir hesaplaşma vardır. O, hızın getirdiği sarhoşluktan değil, durağanlığın getirdiği huzursuzluktan beslenir. Bir yolun sonunda özgürlük değil, varoluşsal bir ağırlık hissedilir. Karakterler nereye gittiklerini bilmez, belki de gitmek istemezler. Çünkü Ceylan’ın yolları, insanı bir yere götürmek için değil, onun kaybolmasını sağlamak için vardır. Kerouac’ın yolu bir firardır; Ceylan’ın yolu ise bir iç yolculuk…

Tutunamayanlar’ın Gezgini

Oğuz Atay, Tutunamayanlar’da yol metaforunu içsel bir hesaplaşma olarak sunar. Bu yol, fiziksel bir seyahatten ziyade zihinsel bir girdaptır. Selim Işık, bir yolcu değildir; o, yolun kendisidir. Onun için gitmek, varmak ya da bir noktadan diğerine ulaşmak gibi somut kavramlar yoktur. Onun yolculuğu, daha çok düşüncelerinin içinde kaybolmak, kendi varlığını sorgulamak ve belki de hiçbir yere varamayacağını bile bile yürümektir. Selim’in zihni, sonsuz bir çıkmaz sokaktır; her seferinde aynı köşeye döner, her seferinde başka bir olasılığı gözden geçirir ama hiçbir zaman adımını gerçek dünyaya atamaz.

Turgut Özben ise Selim’in kaybolduğu yolların izinden gitmeye çalışan bir başka gezgindir. Ancak bu yolculuk, bir keşif değil, bir arayıştır. Selim’in kaybolduğu yerde Turgut, bir ipucu arar. Ama ne kadar yürürse yürüsün, aslında aynı noktanın etrafında döndüğünü fark eder. Onun yolu, bir arkadaşın izini sürme bahanesiyle kendi iç dünyasına doğru ilerleyen bir patikadır. Sonunda varmak istediği bir yer yoktur; çünkü yolun kendisi zaten başlı başına bir bilinmezliktir. Atay’ın karakterleri, fiziksel olarak hareket etmezler; zihinsel olarak girdaplara girerler, kendi geçmişleri ve korkularıyla hesaplaşırlar.

Fotoğraf: Nuri Bilge Ceylan -Küçük Köpekli Kadın, Goa, Hindistan, Archival inkjet print 150 x 174 cm, 2023

Ceylan’ın fotoğraflarındaki yol da tam olarak budur. Belirsiz, karanlık, zaman zaman sisli… Bu yolların sonu nereye çıkar bilinmez. Belki bir çıkmaz sokaktır, belki hiç tamamlanmamış bir patika… Ama asıl önemli olan, o yolun nereye gittiği değil, o yolda durup düşünüyor olmaktır. Tıpkı Atay’ın kahramanları gibi, Ceylan’ın yolları da tutunamayanların yollarıdır. Gidecek bir yerleri yoktur ama yine de gitmeye mahkûmdurlar. Bu yollar, bir varış noktası olan klasik yollar gibi işlemez. Onlar, yola düşenlerin kaybolmak için yürüdüğü, yalnızlığı adımlarla ölçtüğü, sessizce içe kapanan yollardır.

Ceylan’ın yolları, karakterlerini ileriye taşımaz, onların içlerine döndürür. Yolculuk, bir ilerleme değil, bir derinleşme biçimidir. Bu yüzden, onun yolları Atay’ın anlatısındaki gibi kaçınılmazdır. Ne kadar yürürsen yürü, aslında hiç ilerlememişsindir. Çünkü bu yollar, fiziksel mesafeleri değil, içsel boşlukları genişletir. Atay’ın tutunamayanları gibi, Ceylan’ın karakterleri de yolun nereye gittiğini bilmez. Ama yine de yürümeye devam ederler. Çünkü bazen durmak, en büyük kayboluştur…

Sanatta Yolun Sonsuzluğu

Yol, yalnızca edebiyatın değil, tüm sanatların ortak metaforlarından biridir. Bir patikanın ucu, bir otoyolun kıvrımı ya da bir taşra yolunun tozlu yüzeyi… Hepsi, insanın hem fiziksel hem de ruhsal varoluşunu anlatan imgeler olarak sanatın içinde tekrar tekrar karşımıza çıkar. Sinemada, edebiyatta, resimde… Yol, her anlatıda başka bir anlam kazanır; bazen kaçış, bazen dönüş, bazen de bilinmeze açılan bir eşik olur.

Andrei Tarkovski’nin Stalker filmindeki uzun yürüyüş sahneleri, yolun yalnızca bir mesafe kat etmek olmadığını, aynı zamanda bir bilinç akışı olduğunu gösterir. Stalker ve yol arkadaşları, belirli bir varış noktasına doğru değil, bilinmeze, kendi zihinlerinin derinliklerine yürürler. Tarkovski’nin yolu, dünyevi bir hareket değil, mistik bir geçiştir. Yol, karakterleri bir yere götürmez; onları kendileriyle yüzleştirir.

Wim Wenders’ın Paris, Texas filminde otoyollar sonsuzluk hissi uyandırır. Karakterlerin içindeki boşluk, otoyolların uçsuz bucaksız uzanışıyla daha da belirgin hale gelir. Yol, burada bir tür sürgündür. Travis’in otoyolları, geçmişin izlerini takip ettiği, ama bir yandan da geçmişten kaçtığı bir mecra gibidir. Otoyol, aynı zamanda iletişimsizliğin ve kopuk ilişkilerin metaforudur; uzun, kesintisiz, ama her zaman bir diğer noktaya varan ve geride bırakılan şehirleri, insanları, anıları simgeleyen bir çizgidir.

Resim sanatında yol imgesi, René Magritte’in eserlerinde de sıkça görülür. Onun yolları genellikle tekinsizdir, bilinmeyen yerlere açılır, bazen gerçeküstü bir manzaraya bağlanır, bazen de imkânsız bir noktada son bulur. Magritte’in yolları, seyirciyi düşündürür: Bu yol nereye çıkar? Yoksa çıkmaz bir sokakta mı sonlanır? Magritte’in eserlerinde yol, hem fiziksel hem de düşünsel bir yolculuğun simgesidir.

Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğraflarında da bu sinematik ve resimsel etkiler belirgindir. Onun yolları, Tarkovski’nin mistik yürüyüşlerinden, Wenders’ın otoyol yalnızlığından ve Magritte’in bilinmezliğe açılan patikalarından izler taşır. Ceylan’ın kadrajları, bir film karesi gibi durur. Uzun perspektifler, boş sokaklar, yolun derinliğine uzanan bir bilinmezlik hissi… Onun objektifinde yol, sadece gidilen bir yer değildir; aynı zamanda karakterin ruh halini yansıtan bir aynadır.

Ceylan’ın yolları, hikâyeleri içinde taşır. Bazen bir taşra yolunun sessizliğinde, bazen bir kasaba sokağının loş ışığında… Onun yolları, konuşmayan ama hissettiren, karakterlerin iç yolculuğunu anlatan metaforik sahnelerdir. Yolun kendisi, içinde sayısız anlatıyı barındıran bir metafor haline gelir. Çünkü bazen bir yol, sadece bir yol değildir; geçmişin izleri, geleceğin belirsizliği ve bugünün yalnızlığıyla birlikte yürüyen bir hafızadır.

Son Söz: Yolda Kalmak

Yolculuk etmek, hepimizin hayatında var. Kimi zaman bir şehrin dar sokaklarında kayboluruz, kimi zaman otoyolun sonsuz şeridinde akıp gideriz, kimi zaman da hiç kıpırdamadan, sadece zihnimizin içinde uzun, labirentvari yollar kat ederiz. Kimi yolculuklar bilinçli bir kaçıştır; geride bırakılan şehirlerin, isimleri unutulmuş yüzlerin, artık bizim olmayan hikâyelerin arasından sıyrılmak isteriz. Kimi yolculuklar zorunludur; tren istasyonlarında, havaalanlarında, otobüs terminallerinde istemediğimiz vedalara, arkamızda kalan duygulara boyun eğerek başlar. Bazen de amaçsız bir gezinmenin içinde buluruz kendimizi, bir parkta yürürken, hiç bilmediğimiz bir mahalleye girerken, sadece yürümek için yürürken…

Ama belki de en güzeli, yolda kalmaktır. Ne gitmek ne de varmak… Ne geçmişin içinde sıkışıp kalmak ne de geleceğe ulaşmaya çabalamak… Yolda olmak, insanın kendi gölgesini takip etmesi gibidir. Adımlarını bir istikamete yönlendirirsin ama yol, seni nereye götüreceğini bilmez. Her dönemeç, her kavşak, her ara sokak başka bir ihtimale açılır.

Fotoğraf: Nuri Bilge Ceylan – Gülsüm, Türkiye, Archival inkjet print 150 x 174 cm, 2024

Nuri Bilge Ceylan, Yolda sergisiyle bize bunu hatırlatıyor. Onun yolları, sadece bir mesafenin haritası değil; insan ruhunun belirsizliğinin, kararsızlığının, kendini anlamaya çalışma çabasının izdüşümüdür. Ceylan’ın yolları, yürümek için yürüyenlerin değil, durup düşünenlerin yollarıdır. Bir adım attığında, nereye gittiğini değil, neden gittiğini sorgulatan yollardır bunlar.

Yol, ulaşılması gereken bir yer değil, içinde kaybolunması gereken bir haldir. Kaybolmak, insanın kendini yeniden bulmasının ilk adımı değil midir? Bazen yanlış sokağa sapmadan, kaybolmadan, geriye dönüp bakmadan yolu anlayamayız. Çünkü yol, sadece adımlardan değil, adımların ardında bıraktıklarından da oluşur.

Ve bazen, en iyi yolculuklar, hiç varılmayan yerlerdir… Çünkü varmak, yolun büyüsünü bozar. Asıl mesele, o büyünün içinde kaybolmaktır.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com