Patricia Highsmith’in çok satan romanı “Yetenekli Bay Ripley”nin Netflix uyarlaması olan Ripley, nisan ayında platformda yerini aldı. Peki “Ripley” gerçekten söylenildiği gibi “Hitchcock”vari anlatımı ve ana karaktere açtığı özgür alanla fark yaratıyor mu?
The Irishman, Schindler’in Listesi (Schindler’s List) ve Ejderha Dövmeli Kız‘ın (The Girl with the Dragon Tattoo) senaristi olarak tanınan Steven Zaillian’ın yazıp yönettiği Netflix’in yeni dizisi Ripley, Patricia Highsmith’in çok satan romanı Yetenekli Bay Ripley’nin bir uyarlaması. 4 Nisan’da Netflix kataloğunda yerini alan bu mini dizi, New York’ta küçük çaplı dolandırıcıklarla hayatını sürdüren Tom Ripley’nin Amerikalı bir adamın onu İtalya’ya gidip dönmeyen oğlunu ikna etmek için tutmasıyla Napoli’ye gitmesi ve orada dolandırıcılığını farklı bir boyuta taşımasını anlatıyor.
Netflix’in Ripley’sinden önce kitabın Rene Clement’ın yönettiği ve Alain Delon’un başrolünde yer aldığı Kızgın Güneş (Plein soleil, 1960) ve Jude Law ile Matt Damon’ın başrollerinde yer aldığı Yetenekli Bay Ripley (The Talented Mr. Ripley, 1999) adında iki ayrı uyarlaması daha bulunuyor. Netflix’in Ripley’si, film olan bu iki uyarlamadan ve kitaptan 8 saat sürmesi, farklı Freddie tasviri, Dickie (Richard) ve Marge’ın ilişkisi, karakterlerin yaşları gibi yönleriyle ayrılıyor.
İyi bir başlangıç yaşamasa da zamanla kendisini Amerikalı zenginin oğlu Richard’a sevdiren Thomas Ripley’ye Richard’ın sevgilisi Marge her zaman mesafeli yaklaşıyor. Marge’ın uyarılarına rağmen hayatını tamamen Tom’a açan Richard, babasından gelen mektupla bir karar verse de Richard çoktan her yere sızmış oluyor. Dickie ve Marge’ın kitapta daha muğlak bir şekilde tasvir edilen, Marge’ın aşık olup Dickie’nin farkında bile olmadığı durum Netflix versiyonunda Marge’ın daha çok sevme ihtimalinin olduğu bir ilişki olarak gösteriliyor. Dickie’nin arkadaşı Freddie Miles ise kitaptakinin aksine zayıf ve koyu renk saçlı biri olarak yer alıyor. Kitapta yirmilerinde tasvir edilen Marge, Dickie ve Tom’un yaşlarının ise dizide izleyiciye otuzlarında olduğu düşündürülüyor.
Dizinin 8 saat sürüyor olması ise Ripley karakterine filmlere göre oldukça geniş bir alan tanımış. Bu durum bazı eleştirmenler tarafından dizide daha karakterli ve derinlikli bir Ripley tasviri olduğu şeklinde yorumlansa da Tom yüzeysel bir karakter olmaktan öteye geçemiyor. Tabii ki hikâye gereği Tom’un erdemli davranışlar sergilenmesi beklenilemez. Ancak Ripley, bahsedildiği gibi karizmatik bir kötü de değil; kendi kişiliği olmayan, bir hikâyesi/felsefesi/amacı olmayan, sevdiği bir renk bile olmayan, kendisine ait hiçbir şey taşımayan yalnızca her gördüğünü isteyen şımarık bir çocuk gibi gözüne kestirdiği hayatı yaşamaya çalışan biri. Thomas başarılı ya da zeki bir dolandırıcı da değil, yalnızca sistemdeki açıkların ve Dickie’nin saflığının sağladığı fırsatlardan yararlanan bir beceriksiz. Bu durum, Ripley’in birçok kez imza taklidinde başarısız oluşundan ve arkasını yeterince iyi temizleyemeyişinden de anlaşılıyor.
Dizide yalnızca Ripley değil, diğer karakterle de farklı sebeplerle, belki de izleyiciyi bağ kurulması zor olan Ripley’le yakınlaşmaya mecbur bırakmak için, izleyicinin kendisiyle ilişkilendirmesini zor kılan karakterler. Bu durum, dizinin zaten başarısız ve sıkıcı ritmini daha da izlenilmesi güç hâle getiriyor. Dizinin ritmi ve atmosferi için pek çok kişi tarafından Hitchcock benzetmesi yapılmış olsa da bu zayıf sinematografiye sahip ve neredeyse her adımı öngörülebilir gerilimsiz diziye yalnızca siyah beyaz ve suç anlatısı olduğu için Hitchcock benzetmesi yapabilmek için hiç Hitchcock izlememiş olmak gerekir.
Bazı izleyiciler ise dizinin Henri Cartier-Bresson fotoğraflarını andırdığını düşünüyor. Magnum Photos’un kurucularından olan Bresson siyah beyaz fotoğrafla ilişkisini “Duyguyu yalnızca siyah beyazda buluyorum. Renkli bakış aslında eksik bir bakıştır. Renkli fotoğraf yalnızca tüccarları ve dergileri mutlu eder.” sözleriyle açıklıyor. Dizide siyah beyazın tercih edilmesi Bresson’ın fotoğraflarına sanat anlayışı/zevk yönüyle benzetilebilir. Ancak dizi ve fotoğrafçı arasında bundan öte bir ilişki kurmak, fotoğrafa decisive moment (karar anı) kavramını kazandıran ve bunu fotoğraflarında imza olacak derecede iyi kullanan Bresson’ın fotoğraflarının bu yönünü yok saymak olur. Bu çok beğenilen ve yönetmenin Patricia Highsmith’in romanın anlatısına, tonuna ve inceliklerine sadık kalmak için tercih ettiğini açıkladığı siyah beyaz kullanımı; belki de dizideki çekici olabilecek tek unsur olan İtalya’nın doğasını ve mimarisini gölgeliyor.
Tüm bunlara ek olarak, dizinin başında denizle ilişkisi suya girmeye korkacak kadar zayıf çizilen Tom’un, ilerleyen bölümlerde açık denizdeyken motorda birini öldürüp maktulün ayağına bağladığı ağırlıkla birlikte denize düşmesiyle hem ağırlık hem de motorun birkaç kez çarpmasından sonra motorla birlikte kıyıya çıkmayı başarması ve kısa süreli de olsa motoru bir şekilde saklamayı başarabilmesi gibi tutarsızlıklar da izleyiciyi hikâyeye mesafeli tutan unsurlar arasında yer alıyor.