Merhaba hüzünlü aylaklık!

Öyle bir süreçten geçiyoruz ki… ‘Hüzünlü aylaklık’lara, ‘tembellik’e, ‘sorunsuz’ ve ‘sorumsuzluk’a ne müsaade var, ne de hoşgörü... Bunlar insanın karışımını bozacak şeyler ya, tu kaka... Peki, yaşamanın bizatihi şaka olduğu bu topraklarda, ne zaman bize ‘layık’ bir siyasi erk göreceğiz!

Nerede okudum, hangi vesileyle okudum, anımsamıyorum; şöyle deniyordu ‘özgürlük’ için: “Yasaklar içinde kendine en uygun yasağı beğenme hali…”

Biraz Sokrates, biraz Schopenhauer, azıcık da Camus bulurum bu cümlede, sözcüklerin arasında…

Sokrates bulurum; zira o buyurmakta herkesin kendi yaşam tarzını bizzat kendinin seçtiğini; seçmedeki özgürlük ile sonrasındaki zorunluluk (kadere rıza) arasında bir çelişki olmadığını ve herkesin seçtiği hayatın sonucuna katlanması gerektiğini…

Schopenhauer bulurum; zira oydu, “İradenin ilkeleri değişmez, öncesiz ve sonrasız, özgürdür.” saptamasında bulunan… Ve dünyayı iradenin nesneleşmesi olarak gören… Şu savı ilginç tabii: “İnsan istemesine boyun eğdiğinde, sürekli bir istemeden diğerine gidip geliyor. İsteme onu yönlendiriyor. İki istek arasındaki dönem; bunalım dönemidir. Bu dönemde kişi birdenbire istemenin kendisini yönlendirdiğini anlar, farkına varır. Bu bir kişide bir defa gerçekleşir. Bu kişi, isteklerinden kurtulur, artık o nedensel oluş dünyasından çıkmıştır. Zaman mekân dışıdır. Artık o özgürdür.”

Azıcık Camus bulurum; zira “absürtlük bilinci”yle ezber bozan o… Değil mi ki, şu soruyu sormaya cesaret etmiştir: “Yaşamakta olduğumuz hayatın anlamı sorulduğunda ve bunda bir anlam görülmediğinde intihar etmeli miyiz, yoksa etmemeli miyiz?”

Sorunsuz ve Sorumsuz…

Öyle bir süreçten geçiyoruz ki… ‘Hüzünlü aylaklık’lara, ‘tembellik’e, ‘sorunsuz’ ve ‘sorumsuzluk’a ne müsaade var, ne de hoşgörü… Bunlar insanın karışımını (complexio) bozacak şeyler ya, tu kaka…

Gel gör ki çabucak unutulmuş: İlk günah’tan ötürü karışım zaten ‘biraz’ bozuk! Üstelik cennet sonrası kursaktan geçen her ‘şey’ bozulmayı hızlandırmakta…

Neyse ki ‘iyi bir karışım’a ulaşmak hâlâ mümkün! Öyle ya, elimizde ‘tanrı inancı’ ve ‘ibadet’ gibi mucizevi iki kavram mevcut… Eğer ki bu mükemmelleşme sonrasında dahi ‘fermuar kapatma sorunu’ yaşıyorsanız, sebep ‘pantolon şeytanı’dır; üç sayfalık özgeçmişinize rağmen iş bulamıyorsanız, suçlu ‘iş şeytanı’dır. Açsanız, şükredin, ‘oburluk’tan sizi uzak tutana… Evsizseniz, müteşekkir kalın, sizi ‘kıskançlık’ ve ‘öfke’ illetinden kurtarana…

Rahatsınız, Ama Mutlu Değil…

İkna olmadınızsa kulak vermenizi dilerim şu diyaloga:

Boldmind. – (…) Kendi kendinize düşünme cesaretini gösteriniz.

Médroso. – Herkes kendi kendine düşünecek olursa bunun garip bir karışıklık olacağını söylüyorlar.

Boldmind. – Tam tersi. Bir oyunu seyrederken herkes düşüncesini özgürce söyler, kimsenin de rahatı bozulmuş olmaz; ama kötü bir ozanı koruyan bir küstah, zevk sahibi kimseleri kötü bulduklarını iyi bulmaya zorlamak isterse, işte o zaman ıslıklar yükselir ve bir kez Londra’da olduğu gibi, iki taraf birbirinin kafasına elma atabilir. Dünyadaki felâketlerin bir takımına kafaları baskı altına alan bu adamlar neden olmuşlardı. Biz İngiltere’de ancak herkes kendi fikrini özgürce söylemek hakkına kavuştuğundan beri mutluyuz.

Médroso. – Biz de, kimsenin kendi fikrini söyleyemediği Lizbon’da, pekâlâ rahat rahat yaşıyoruz.

Boldmind. – Rahatsınız, ama mutlu değilsiniz; sizinki, düzenli bir biçimde, sessizce kürek çeken mahkûmların rahatlığıdır.

Médroso. – Ruhumun bir kadırgada, kürek mahkûmu olduğuna mı inanıyorsunuz?

Boldmind. – Evet, onu kurtarmak isterdim.

Médroso. – Ya orada bulunmak hoşuma gidiyorsa?

Boldmind. – Öyleyse lâyığınız orasıdır.*

Fakir Adama Güven Olmaz!

Demek istiyorum ki, biz, ‘kendi kendine düşünme cesareti’ göster(e)meyen kişileriz, yeryüzü sofrasında… Ne gam, AB’den başka harf bilmiyorsak… Çok sıkıştığımızda AB’nin yanına en fazla bir D ekliyorsak… Ve ne mutlu, ‘işkembe’ denince ‘işkence’yi düşünenlere gülebiliyorsak…

Hadi kanırtalım yarayı (Efendim, yara kanırtılmaz mı?):

Fakir adamın rüyasına itibar olunmaz. Çünkü, o daima günlük nafakasını düşünür.”

Bu veciz söz, Muhyiddin-i Arabî’ye ait. Rüya Tabirnamesi adlı kitabından… Muharrem Zeki adlı zat da bunu yeniden yazan…

Hakka Doğru dergisinde bu eseri okuyan Orhan Veli şaşkın: “Bütün dinler, insanlara, oldukça eşit bir yaşayış sağlamaya çalışmışlar. Bunun için de, herkesten önce, fakir fukarayı korumak gerektiğine inanmışlar. Böyle iken, nasıl oluyor da, bir din dergisinin çıkardığı bir kitap fakir fukarayı adam yerine koymuyor? Doğrusu, pek akıl erdiremedim.”**

Ben de… Üstelik ben, ‘bütün dinlerin insanlara eşit yaşayış sağlamaya çalıştığına’ da inanmıyorum.

Rüya gören kimse, bunu düşmana, câhile, kadına ve maskaraya söylememelidir.”

Kitaptan başka bir vecize… Orhan Veli dayanamıyor: “Demek ki kadın kısmı, düşmanla, cahille, maskarayla bir tutuluyor. Ne insanlık, ne insanlık!”

Namusla Edep Arasındaki Fark…

Kitapta, “…Dübürünün [kıç] sağ yanı seğriyen aziz olur; sol yanı seğriyen rahat bulur.” ya da “Tenasül âleti seğriyen kimse, izzet ve hürmet bulur; sevdiği adamla buluşur.” ve “Hayanın iki tarafının seğirmesi darlığa düşmeye alâmettir. Hayasının sağ yanı seğriyen insan sevinir. Hayanın sol yanı seğriyen insan da sevinir amma daha evvel biraz mihnet çeker.” gibi tümcelere yer vererek “namusla edep arasında pek de fark gözetmeyen” kişiyi ciddiye almamak gerek, elbette… Neden mi? Yanıtı Orhan Veli veriyor: “Bunun böyle olacağını [ciddiye alınmayacağını yani] kendileri de sezmişler her halde; bir açık kapı bırakmış olmak için, kitaplarını Şaka Basımevi’nde bastırmışlar.”

Peki, yaşamanın bizatihi şaka olduğu bu topraklarda, ne zaman bize ‘layık’ bir siyasi erk göreceğiz!

Ve hayatın bizatihi şiir olduğu o ‘alacalı’ resmi kim yapacak acaba?

Vaktiyle Kant tarafından söylenen, takibinde de Aydınlanma ile özdeşleşen şu yalın sözün tozunu alacak, kapısını aralayacak kaç kişi kaldı dersiniz, şu “tutkuyla sevilen, yalnız ve güzel ülke”de: “Aklını kullanma cesareti göstermek.”

 


* Voltaire, Felsefe Sözlüğü, “Düşünce Özgürlüğü” maddesi; Çev. Lûtfi Ay, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1995, II. Cilt, s. 161-162

** Orhan Veli, Edebiyat Dünyamız, derleyip düzenleyen: Asım Bezirci, Bilgi Yayınevi, Şubat 1975, s. 198-199

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com