Bazı oyunlar, sahneye çıktıkları mekânla birlikte yeniden doğar. Filistinli oyun yazarı Samah Sabawi’nin Tales of a City by the Sea adlı eseri, Auckland’ın Henderson bölgesindeki Te Pou Theatre’da tam da böyle bir dönüşüm geçirmiş görünüyor. Māori kültüründe bir whare tapere olarak kabul edilen bu mekân, yalnızca bir performans alanı değil; hikâyenin, ritüelin ve kolektif belleğin korunduğu bir kültürel hafıza evi.
The Spinoff için yazan konuk eleştirmen Perena Quinlivan, oyunun burada sahnelenmesini “derin bir sembolik karşılaşma” olarak tanımlıyor. Çünkü hem Māori hem de Filistin topluluklarının tarihsel deneyimleri —toprak kaybı, sömürgecilik, kültürel erozyon— birbirine yankı veren acılarla örülü.
Quinlivan’ın anlattığına göre seyirci, oyunun başladığı an Eva Maria Ghannam’ın güçlü vokalleriyle Gazze’nin seslerine çekiliyor. Darbuka ritimleri, udun hüzünlü tınıları ve sahnedeki canlı müzik, dünyada sık sık susturulan bir coğrafyanın yaşama kudretini hatırlatıyor.
Oyun, Gazze’de yaşayan genç aktivist Jomana (Rana Hamida) ile ABD’de büyümüş Filistinli doktor Rami (Hone Taukiri) arasındaki aşkı odağa alıyor. Ancak bu aşkın kaderi, yalnızca iki bireyin kararıyla çizilmiyor; sınırlar, kontrol noktaları ve kuşatma koşulları, mahremiyeti politikanın içine çekiyor. Sabawi için “şefkat devrimci bir eylem” ve oyunda bu düşünce tüm sahnelere nüfuz ediyor.
Hamida’nın Jomana yorumunun özellikle etkileyici olduğunu vurgulayan Quinlivan, karakterin sessiz anlarında bile —örneğin sahilde avuçladığı kum tanelerinde— halkının özgürlük arzusunu duyumsattığını belirtiyor.
Taukiri’nin Rami performansının ise “rolün potansiyelini tam karşılamadığı” yorumu yapılıyor; yine de karakterin kimlik, aidiyet ve fedakârlık arasındaki ikilemi oyunun temel sorularından birine dönüşüyor.
Oyunun en sarsıcı anlarından biri Jomana’nın kuzeni Lama (Acacia O’Connor) üzerinden geliyor. Ailesinin ölüm haberini aldığı sahnedeki çığlık, Te Pou Theatre’da salona keskin bir sessizlik yayıyor. Bu çığlığın ardından yükselen ağıt, Māori kültüründeki karanga geleneğini anımsatarak izleyiciyi ortak bir yas alanına davet ediyor.
Düğün sahnesindeki Dabke dansı, şarkılar ve kadınların zılgıtları ise direnişin yalnızca acıyla değil, neşeyle de mümkün olduğunu hatırlatıyor. Quinlivan’a göre bu coşku, “dilin ve hareketin baskıya rağmen yaşadığını” gösteren bir anıt niteliğinde.
Oyunun yönetmenliğini Rand Hazou ve Acacia O’Connor üstleniyor. Zaman zaman ritmik aksaklıklar olsa da, sahnedeki Sumud Ensemble —Gazze Özgürlük Filosu’nda yer almış aktivist-müzisyenlerden oluşan topluluk— oyuna hem politik hem duygusal bir otantiklik katıyor.
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
Çağdaş Kara Kutu Geleneksel Çin Tiyatrosu Festivali 12. yılına giriyor
MOSKOVA SANAT TİYATROSU – Modern Sahnenin Laboratuvarı
Birleşik Krallık Tiyatro Ödülleri 2025: Sahnede çeşitliliğin zaferi
Quinlivan, oyunu “kolay izlenen bir yapım değil, ama zaten öyle olmamalı” sözleriyle özetliyor. Ona göre Tales of a City by the Sea, izleyiciyi rahatsız ederek bir tür etik uyanışa çağırıyor: Gazze’yi uzak bir trajedi olmaktan çıkarıp, ortak insanlık mücadelesinin bir parçasına dönüştürüyor.
Gösteri sonrası düzenlenen kōrero buluşmalarında Māori ve Filistinli katılımcıların kendi direniş hikâyelerini paylaşması, bu sahne deneyimini bir tiyatro performansından çok, bir tanıklık ve dayanışma törenine dönüştürüyor.
Filistinli oyun yazarı, şair ve akademisyen Samah Sabawi, çağdaş Arap tiyatrosunun en önemli sesleri arasında yer alır. Gazze’de doğan Sabawi, sürgün ve kuşatma deneyimlerini politik duyarlılığı yüksek şiirsel bir dille sahneye taşır. Tales of a City by the Sea, Them, I Come From Far Away gibi oyunları dünya genelinde sahnelenmiş; özellikle Filistin’in direniş ve dayanıklılık anlatılarını küresel izleyiciyle buluşturma biçimi geniş takdir toplamıştır. Sabawi’nin tiyatrosu, şiirsel lirikliği siyasi hakikatle buluşturan benzersiz bir estetik ve etik hat üzerinde ilerler.
Auckland’ın Henderson bölgesinde yer alan Te Pou Theatre, yalnızca bir sahne değil, bir whare tapere, yani Māori hikâye anlatıcılığının köklü ritüellerini yaşatan kültürel bir mekândır. Yerli sanat pratiklerini korumayı, desteklemeyi ve topluluk odaklı yaratıcı süreçleri teşvik etmeyi amaçlayan bu tiyatro, Aotearoa’nın yerli kimliğinin hem koruyucusu hem de çağdaş yorumcusu konumundadır. Tales of a City by the Sea gibi sömürgecilik, direnç ve hafıza temalı yapıtların burada sahnelenmesi, Māori ve Filistin deneyimleri arasında sembolik bir köprü kurarak mekâna derin bir kültürel anlam kazandırır.
“Sumud” (sebat, köklenme, vazgeçmeme), Filistin kültüründe hem günlük yaşam hem de sanat üretimi için kurucu bir direnç ilkesidir. Filistin tiyatrosu Sumud’u, işgal altındaki hayatın kırılganlığına rağmen sahnede var olma ısrarı olarak yorumlar. Sahne anlatıları; yas, kayıp, kuşatma ve yoksunluk temalarını işlerken aynı zamanda umut, dayanışma ve kültürel sürekliliği de görünür kılar. Tales of a City by the Sea gibi eserler, Sumud’un yalnızca politik bir karşı duruş değil; aynı zamanda aşkı, aileyi, ritüeli ve gündelik yaşamı koruma pratiği olduğunu hatırlatır.
Velev'i
Google Haberler üzerinden takip edin
