TikTok’ta BookTok etiketi ilk bakışta bir akış gibi görünür: Kameraya doğru titreyen eller, arka planda kısa bir müzik, kapağı yaldızlı bir roman, “beni mahvetti” yazılı bir overlay. Fakat yakından bakınca bunun bir “okurluk rejimi” kurduğunu görürüz: önerme (“bunu oku”), tanıklık (“beni böyle etkiledi”), törenselleştirme (midnight-launch videoları, birlikte ağlama/şok olma kesitleri) ve hızla tekrarlanan motifler (romantasy, dark academia, enemies-to-lovers, “plot twist uyardır”).
2025 itibarıyla BookTok’un toplam görüntülenmesi yüz milyarlar düzeyinde; güvenilir endüstri haberleri ve mağaza verileri bu kümeyi salt “gürültü” olmaktan çıkarıp iktisadî bir olguya dönüştürüyor.
Barnes & Noble’ın CEO’su James Daunt, genç okurun vitrini algoritmalarla keşfetmesini zincirin yeniden büyümesinin başlıca itici gücü diye anlatırken (ABD’de 50–60 yeni mağaza planları ve orta tek haneli büyüme rakamlarıyla) “okumuyoruz” şiarını “asılsız” sayıyor; Waterstones cephesi de Birleşik Krallık’ta genç yetişkin kurmacasında çift haneli artışı özellikle BookTok etkisiyle açıklıyor.
Üstelik etiketin etkisi yalnız yeni kitaplarda değil, “backlist”te de belirgin: Colleen Hoover’ın 2022’de ABD basılı pazarında 14,3 milyon kopyaya ulaşan patlaması, eski başlıkların TikTok’ta organik biçimde yeniden dolaşıma girmesiyle açıklanıyor; benzer bir dalga 2023–25 arasında “romantasy” için Rebecca Yarros’u küresel vitrine taşıdı.
Bu büyüme kendi kurumsal ekosistemini de kuruyor: Frankfurt Kitap Fuarı’nda düzenli TikTok Book Awards, topluluk tabanlı seçimi resmîleştiriyor; TikTok’un ana şirketi ByteDance’in basılı kitap yayımlamaya yönelmesi ise platform‐pazar dikeyleşmesinin sinyali.
Bütün bunlar, “viral video”dan ziyade “yeni dağıtım mantığı”na işaret ediyor: Keşif algoritmaları editoryal seçimin bir kısmını ikame eder, raf yerini “For You” akışı belirliyor; kapak tasarımı ve tür sinyalleri (drama, romantik gerilim, fantazi) milisaniyeler içinde anlaşılır bir dile çevriliyor.
Soru şu: Okurluk, ortak duygulanımın hız ekonomisine teslim olurken ne kazanıyor, neyi yitiriyor?
Bir tarafta geri dönen fiziksel kitap ritüeli, bağımsız ve zincir kitapçılardaki kalabalık lansmanlar; diğer tarafta estetik beklentiyi “anında etki”ye indirgeyen viralite baskısı.
Yine de tablo tek renk değil: Ölçülebilir veriler BookTok’un yayımları “ölümden döndürdüğünü”, mağazaları canlandırdığını, genç okurun sahici merakını tetiklediğini gösteriyor; tartışma, bu enerjinin edebî çeşitliliği nasıl etkilediği ve keşfi algoritmanın mı, eleştirinin mi yöneteceği sorusunda düğümleniyor.
Görselin Hükmü, Duygunun Ekonomisi
BookTok’un dünyasında kitaplar okunmadan önce “görülür”. Bu, klasik anlamda bir “okuma” değil, bir seyir eylemidir. Görsel, duygudan daha hızlı çalışır; bir kapak, bir ağlama sahnesi, bir ışık oyunuyla süslenmiş video, milyonlarca kelimenin yerini alabilir. Roland Barthes’ın “Camera Lucida”da söylediği gibi, fotoğrafın gücü, “batırdığı çivinin sessizliği”ndedir. BookTok’ta bu çivi artık videodur. Görsellik, duygulanımın taşıyıcısı olur; kitabın estetiği, kurgusundan ziyade nasıl temsil edildiğiyle ölçülür.
Bu durum, Walter Benjamin’in “mekanik yeniden üretim çağında sanat yapıtı”na dair kaygısını yeniden diriltir. Çünkü BookTok’ta kitap artık “aura”sını yitirip bir efekte dönüşür. Sözün yerini hız alır; okuma, deneyimden çok reaksiyondur. Videoda ağlayan biri, o kitapla duygusal bağ kurduğu için değil, duygusunu göstermek için ağlar. Duygu performatifleşir, samimiyet algoritmanın diliyle biçimlenir.
Bir de estetik stratejiler var. Kapaklar artık kameraya “yakışacak” biçimde tasarlanıyor; pastel tonlar, dramatik fontlar, “şelale saçlı” kadın karakter illüstrasyonları… Hepsi saniyelik bir dikkat kazanmak için. Yani tasarım artık yalnızca kitabın içeriğine değil, TikTok akışında fark edilme ihtimaline göre belirleniyor. Yayınevleri de bunu biliyor: Penguin Random House gibi büyük markalar, BookTok estetiğine uygun yeni diziler kuruyor; renk paletinden fotoğraf kompozisyonuna kadar her şey, potansiyel viraliteyle test ediliyor.
Bu noktada Sara Ahmed’in “The Cultural Politics of Emotion” adlı eserinde söylediği bir şey hatırlanmalı: “Duygular, toplumsal ilişkilerin içinde dolaşan bir para birimidir.” BookTok’un duygulanım ekonomisi de tam bu formüle denk düşer. Ağlamak, sevinmek, şaşırmak, kalbi sıkışmak — bunların her biri bir “beğeni” ve “paylaşım” değeri taşır. Artık okur değil, “duygu tüccarı” konuşmaktadır.
Yine de bu dönüşüm bütünüyle olumsuz değildir. Bu duygusal estetik, kitabı erişilmez bir entelektüel nesne olmaktan çıkarır. Şiirsel denemeler, aşk romanları, fantastik anlatılar, uzun zamandır kenara itilmiş duygularla yeniden görünür olur. Fakat risk şudur: Hızla çoğalan “etkilendim, ağladım” videoları arasında gerçek okuma deneyimi kaybolur; duygu, yüzeyde yankılanır ama derine inemez.
Okumanın Yeni Biçimi
BookTok’un doğuşu okurluğun doğasındaki kırılmaya işaret eder. Geleneksel okur, kitabı sessiz bir eylem içinde, bireysel bir deneyim olarak yaşardı. Ancak dijital çağın BookTok kuşağı için okuma artık paylaşılabilir, gösterilebilir ve çoğu kez kimliğin bir uzantısıdır. Kitabı okumak kadar “okuduğunu göstermek” de anlam taşır.
Sosyolog Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernite” kavramı burada yankı bulur: Okur, tıpkı tüketici gibi, hızla değişen arzuların peşinden gider. Dikkat ekonomisinin yönlendirdiği bu ortamda kitap, kalıcılıktan çok “trend ömrü”ne sahiptir. Bir roman birkaç hafta boyunca viral olur, sonra yerini bir başkasına bırakır. Okumanın yerini, “okumanın görünürlüğü” alır.
Ancak BookTok’un en dikkate değer yanı, bu hızlı tüketimin ortasında yeni bir topluluk hissi doğurabilmesidir. Genç okurlar aynı kitabı eşzamanlı okuyup tartışır, kendi yorumlarını paylaşır, karakterlere dair fanart’lar üretir. Bu, Jürgen Habermas’ın kamusal alan kavramını dijital düzleme taşıyan bir pratiğe dönüşür. Fakat bu kamusal alan artık rasyonel tartışma değil, duygusal senkronizasyon üzerinden işler. Okurlar birbirlerini argümanla değil, “aynı duyguyu hissetmek” üzerinden tanır.
Bir başka açıdan bakarsak, BookTok kuşağı edebiyatı kişisel gelişim ve özdeşlik inşasıyla harmanlar. Kitaplar, varoluşsal bir sığınak değil, kimlik beyanının aracı hâline gelir: “Bu romanı okuyorum, çünkü ben de onun gibi hissediyorum.” Bu yönüyle BookTok, postmodern çağın “parçalanmış benlik”lerini görünür kılar. Kimlik, tıpkı video gibi kısa süreli ve yeniden kurgulanabilir bir anlatıya dönüşür.
Ne var ki, bu dönüşümün kültürel bedeli vardır. Eleştirinin, tartışmanın, hatta “beğenmeme”nin bile alanı daralır. Beğenmemek, algoritmik akışın dışına düşmektir. Dijital beğeni kültürü, tıpkı piyasada olduğu gibi, farklı sesi cezalandırır. Böylece BookTok bir yandan kitapları kurtarırken, diğer yandan onları “aynılaşma”nın da tuzağına sürükler.
Kitabın Sessizliği, Ekranın Gürültüsü
BookTok’un yükselişiyle birlikte, kitap yalnızca “okunan” değil, “gösterilen” bir nesneye dönüştü. Bu dönüşüm, bir yandan yazılı kültürün görünürlük kazanması gibi dururken, diğer yandan okumanın özündeki sessizliği, içe kapanıklığı, düşünsel derinliği tehdit ediyor. Artık kitabın kaderi raflarda değil, algoritmaların elinde belirleniyor; tıpkı bir şarkının dinlenme listelerinde aniden yükselip düşmesi gibi, romanlar da “trend haftası” süresince parlayıp unutuluyor.
Bu tablo, Theodor Adorno’nun “kültür endüstrisi” eleştirisini neredeyse birebir doğrular. Adorno’ya göre kitle kültürü, sanatı tektipleştirir, özgünlüğü “üretilmiş farklılık”la ikame eder. BookTok’ta da benzer bir mantık işler: her şey duygusal ama hiçbir şey derin; her şey yeni ama her şey aynı. Bir kitabın neden “çok konuşulduğu” artık onun edebi değeriyle değil, bir video içeriğine ne kadar uygun olduğuyla ölçülüyor.
Yine de umutsuzluğa kapılmak gerekmiyor. Çünkü BookTok, başka bir düzlemde, okurun tekrar kamusal alana dönmesinin de aracıdır. Kütüphaneler, kitapçılar, yazarlar ve okurlar yeniden görünürlük kazanır; tartışmalar, okuma listeleri, hatta bağımsız yazarların yükselişi bu ekosistemde mümkün olur. Sorun, kitabın ölmesinde değil, okuma biçimimizin değişmesinde yatıyor.
Belki de sorulması gereken soru şudur: Kitap sessizliğini koruyarak mı yaşar, yoksa dijital gürültünün içinde yeni bir hayat mı bulur? Cevap, ikisinin kesişiminde gizli olabilir. Bir video akışının arasında, birinin elinde açılmış eski bir romanı görüp duraksadığımız anda—belki de okuma tam orada, yeniden başlıyordur.
Velev'i
Google Haberler üzerinden takip edin
