Kitabın ölüm ilanı: Bir kaygının kısa tarihi

Vaktiyle çağın aynasıydı kitap. Peki, niye nadiren bakılan bir ayna oldu? Okur neden uzaklaştı sayfadan ve yakınlaştı ekrana? Matbaanın mürekkebi mi soldu, yoksa hafızamız mı silindi?

“Şiir öldü mü?”

Bu soru, bir dönem edebiyat dergilerinin neredeyse daimi manşetiydi. Aslında sorulan, şiirin kendisinden çok, onun varlık koşuluydu: Şairin okurla, yayınevleriyle, kültürel atmosferle kurduğu o kadim ilişki yitip gitmiş miydi? 1980’lerden itibaren Türkiye’de basılan bir şiir kitabının taş çatlasın beş yüz adet satması, bazılarını “ölüm” metaforuna yöneltmişti. Kitaplar, yıl sonu indirimleriyle hurdacılara; şairler ise sessizliğe gönderiliyordu.

Ancak bu “ölüm”ün altında bir toplumsal değişim yatıyordu. Şiir, kentli bireyin hızla dönüşen gündelik hayatında yerini yitirmişti. Televizyonun, dergilerin, reklamların dili şiiri kuşatmış; sözcüklerin yavaş yankısını hızın hükmü bastırmıştı. Roland Barthes’ın dediği gibi, “okuma eylemi bir bekleyiştir” — ama çağ artık beklemeyi unutturuyordu. Şiirle başlayan bu sessizlik, kısa sürede romanı, öyküyü, denemeyi, yani kitabın bütün biçimlerini içine alan bir kaygıya dönüştü: Kitap öldü mü?

Edebiyat çevreleri bu soruya farklı yanıtlar verdi. Kimine göre “kitabın ölümü”, modern insanın yalnızlaşmasıyla, kimine göre neoliberal ekonominin kültürü de bir “tüketim nesnesi”ne çevirmesiyle ilgiliydi. Jacques Derrida, Paper Machine’de (Stanford University Press, 2005) kâğıdın modern çağda artık bir araç değil, düşüncenin maddi bedeni olduğunu söyler. O beden zayıfladıkça, düşünce de yerini kaybettiğini… Kâğıt, mürekkep, baskı kokusu — hepsinin bir yavaşlık biçimini temsil ettiğini vurular.

Türkiye’de ise mesele biraz daha karmaşık. Okuma oranları düşük, edebiyatın piyasa karşılığı zayıf, dağıtım ağı kırılgan. Ama belki de asıl mesele, kitabın bir “kültürel statü göstergesi” olmaktan çıkması. 1980’lerde bir çantada kitap taşımak, bir aidiyetin, bir kimliğin ifadesiydi. Şimdi ise telefon taşımak, o aidiyetin yerini almış durumda. Kitap, artık bir “nesne” değil, bir “gösterge”dir — ve bu gösterge, her şey gibi tıklanabilir, geçici, parmak ucunda kaybolabilir bir şeye dönüşmüş durumda.

Jacques Derrida , 2003. (Fotoğraf: Francois GUILLOT / AFP)

Yine de ilginçtir: Her defasında “öldü” denilen tür, biçim değiştirip geri döner. Şiir, sosyal medya paylaşımlarında, şarkı sözlerinde, dizi repliklerinde, grafitilerde varlığını sürdürür. Belki kitap için de bunu söylemek mümkün: Ölmüyor, sadece görünürlüğünü değiştiriyor. Çünkü kültür tarihi boyunca hiçbir “ölü form” gerçekten ölmedi; yalnızca biçim değiştirdi. Biraz açalım…

Dijital Diriliş: Sanal Sayfalarda Yeni Okurluk Biçimleri

Kitabın ölümü ilan edilmeden hemen sonra, bir tür diriliş dönemi başladı. Ama bu diriliş, kâğıdın sayfalarında değil, ekranın ışığında yaşandı.

2000’lerin başında, internetin yaygınlaşmasıyla birlikte, sözcük yeniden “kamusal” bir mecraya kavuştu. Bloglar, e-dergiler, kişisel web siteleri, daha sonra sosyal medya platformları—her biri yazarla okur arasındaki mesafeyi kısalttı, hatta çoğu zaman ortadan kaldırdı.

Yayınevleri tarafından geri çevrilen dosyalar artık çevrim içi dünyada görücüye çıkıyor, amatör şairlerin dizeleri sosyal medya akışlarında dolaşıma giriyordu. Bourdieu’nün “kültürel üretim alanı” olarak adlandırdığı yapı, ilk kez bu kadar demokratikleşmişti. Fakat bu demokrasi, aynı zamanda bir tür “enflasyon”u da beraberinde getirdi: Herkesin konuşabildiği yerde, sesi en çok çıkanın yankısı daha gür oluyordu.

Edebiyat tarihçisi Robert Darnton, The Case for Books (Public Affairs, 2009) adlı eserinde “okuma devrimi”nden söz ederken, dijital çağda okurun hem alıcı/tüketici hem de üretici olduğunu vurgular. Bu doğruydu: Okur, yorum yazıyor, paylaşım yapıyor, metinleri parçalara ayırarak yeniden kurguluyordu. Fakat bu katılımın bedeli, dikkat süresinin kısalmasıydı. Artık kimse “bir metinle yaşamak” istemiyordu; herkes “anında tüketmek” istiyordu.

Amazon Kindle devrimi, Batı’da bu dönüşümün simgesiydi. Bir tuşla indirilen kitaplar, matbaanın yüzyıllık ritmini altüst etti. Okumak, bir eylem olmaktan çıkıp, bir “alışkanlık”a dönüştü.

Türkiye’de ise tablo biraz farklıydı. E-kitap satışları, kısa süren bir meraktan öteye geç(e)medi. Okur, hâlâ sayfanın dokusuna, kenarına düşülen notun mürekkebine, rafta duran kitabın fiziksel varlığına ihtiyaç duyuyordu.

Umberto Eco, Bitkisel Hafıza ve Bibliyofili Üzerine Diğer Yazılar (Alfa, 2021) adlı eserinde, “kitap, teknolojik olarak mükemmel bir icattır; yeniden icat edilmeye gerek yoktur” der. Gerçekten de kitap, biçimsel anlamda kusursuzdu. Fakat mesele biçimden çok, ritimle ilgiliydi. Dijital çağın ritmi, kitabın yavaşlığını taşıyamıyordu.

İtalyan yazar Umberto Eco.

Yine de bu yeni çağda şiir siteleri, bağımsız dijital dergiler, çevrim içi kitap kulüpleri filizlendi. Edebiyat bir biçimde “yeni evini” bulmuştu. Fakat bu ev, geçiciliğin, hızın ve görünürlük tutkusunun duvarlarıyla örülmüştü. Orada kitap değil, kitap fikri yaşıyordu. Buna “yaşamak” denebilirse elbet…

Piyasa, Popülerlik ve Tüketilebilirlik

Dijitalleşmenin sağladığı özgürlük, kısa sürede “herkesin yayıncı olduğu” bir ortam yarattı. Ancak bu özgürlük, beraberinde başka bir denetim biçimini getirdi: Görünürlük ekonomisi.

Artık bir kitabın kaderi, içeriğinden çok algoritmaların merhametine bağlıydı. Arama motorlarının, satış sitelerinin ya da sosyal medya akışlarının görünür kıldığı eser, okura ulaşabiliyordu. “Okur” da tıpkı “yazar” gibi dönüşüyordu; artık o da bir kullanıcıydı, bir veri noktası.

Sarah Brouillette’in Literature and the Creative Economy (Stanford University Press, 2014) adlı kitabında belirttiği üzere, çağdaş edebiyat üretimi giderek neoliberal bir yaratıcılık modeline bağlanıyor: “Yazarlık, ekonomik performansın bir formu hâline gelmiştir.” Bu modelde metin, piyasa için var olur. Dolayısıyla basılan her kitap, ister şiir ister roman olsun, kendi metinsel değerinden önce bir “ürün” olarak değerlendirilir.

Bu durumun ironik sonucu şudur: Kitabın ölümü değil, ruhunun metalaşması yaşanmıştır.

Türkiye’de de benzer bir tablo görülür. Pandemi sonrası dağıtım ağlarının çökmesi, küçük yayınevlerinin ayakta kalmasını zorlaştırdı. Kitabevleri kırtasiyeye, ardından hediyelik eşyaya yöneldi. Edebiyat kitapları, zincir marketlerin promosyon köşelerinde yer bulmaya başladı.

Popülerlik, bu süreçte yeni bir tanım kazandı. Artık “çok satan” olmak, bir edebi başarı göstergesi değil, dijital görünürlüğün doğal sonucu. Kültürel değer ile ekonomik değer arasındaki fark kapanmadı, aksine derinleşti. Pierre Bourdieu’nün kavramsallaştırdığı “alan” teorisiyle söylersek, kültürel sermaye, ekonomik sermayeye teslim oldu.

Ve bu teslimiyet, okurun davranışına da yansıdı. Okur artık bir “tüketici” gibi davranıyor; metinle kurduğu ilişki kısa, yüzeysel, hatta geçici oluyordu.

Okuma Eyleminin Geleceği: Sessizlikten Gelen Umut

Her dönemde “ölüm”ü ilan edilen ne varsa, o bilinmeli ki aslında dönüşüm hâlindedir. Şiirin öldüğünü söyleyenler, onun biçim değiştirip dijitalde yeniden doğduğunu gördüler – pek matah, pek muteber, pek arzulanan bir sonuç doğurmasa da… Kitabın da benzer bir kaderi olacağa benziyor. Kâğıt, Eco’nun deyişiyle “bitkisel hafızamız”dır; insanoğlunun belleğini taşır, kokusuyla zamanı tutar. Dijital ekran ise, geçiciliğin aynası. O yüzden kitap ölmüyor, sadece sessiz bir direniş biçimine bürünüyor.

Bugün hâlâ bir kitabın sayfalarını çevirenlerin varlığı, aslında bir tür etik tutum. Bu, hız çağında yavaşlamayı seçmek, bilgi bombardımanı içinde bir sesi duymayı istemek anlamına geliyor. Walter Benjamin’in Anlatıcı üzerine söylediklerini hatırlarsak, anlatının gücü tam da bu yavaşlıkta, deneyimin aktarılabilirliğinde yatar. Kitap, hâlâ “deneyimi aktaran en derin araç” olma vasfını koruyor – çok şükür!

Yayınevleri kapanıyor, kitabevleri küçülüyor, ama buna rağmen kelimenin direnci sürüyor. Sessizlik içinde okunan bir cümle, belki de hâlâ en büyük devrimin olasılığı… Zira kâğıtla parmak arasındaki o temas, dijital hiçbir aracın taklit edemeyeceği bir duygu: Varlığın ve düşüncenin karşılaşması.

Galiba olan az çok şu: Kitap ölmedi; sadece konuşmayı bıraktı. Biz de onu duymayı unuttuk.

 

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER