Sinemada da varlığını sürdüren erkek zihniyetin hâkimiyetine rağmen sistemi değiştirmeye çalışan mücadelenin filmleri kendilerine alan yaratmaya devam ediyor.
Kadınların yüzyıllardır mücadele ile elde ettiği kazanımlara rağmen, günlük hayatta olduğu gibi, hâlâ sinemada da erkek zihniyetin hâkimiyeti sürüyor. Ana akım Türkiye sinemasına da yansıyan bu durum kadını arzu nesnesine dönüştürerek ya da ikincil rollere iterek kadının benliğini yok sayıyor. Bağımsız sinemada da kadın tam olarak özgürleşmiş olmasa da feminist söylem taşıyan filmlerle karşılaşmak mümkün.
Kadının sinemadaki görünürlüğünü değiştiren ve oldukları gibi var olmaya çalışan kadınlara yer veren bu filmlere Meshes of the Afternoon, Jeanne Dielman, 23, Quai Du Commerce, 1080 Bruxelles, Mor Yıllar, Aaahh Belinda, Persepolis, Peki Şimdi Nereye?, Mavi Dalga, Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız, Mustang, İşe Yarar Bir Şey ve Aşk, Büyü vs. örnek verilebilir.
Avangart sinemanın öncü isimlerinden feminist aktivist Maya Deren, sonraki işlerinin habercisi sayılabilecek bu filminin yönetmenliğini eşi Alexander Hammid’le birlikte üstleniyor. Meshes of the Afternoon’u izleyen herkes farklı çıkarımlarda bulunabilse de filmde Deren’in hayat verdiği karakterle, birlikte olduğu erkekle mutlu olmayan bir kadının gösterildiğini söylemek mümkün. Mutsuzluğuna rağmen ilişkiye devam etmek durumunda kalan kadın bastırdığı feminen kişiliği sonucu bir rüya görüyor. Deren film boyunca kovaladığı ayna yüzlü varlığı nihayet yakaladığında kendisini görmeyi umarken bir erkek görüyor, çünkü ataerkil toplumda bir kadın ancak bu şekilde var olabiliyor.
İkinci dalganın etkisiyle üretilmiş bu filmde Chantal Akerman, erkeğin bakışıyla bir arzu nesnesine dönüştürüldüğü ve kadının bir birey olarak temsil edilmediği film anlayışını tersine çeviriyor. Ergen oğluna bakan ve seks işçiliği yapan Jeanne Dielman isimli orta yaşlı bir kadının her gününü birbirinin aynısı hâline getiren rutinin bozulmasına odaklanan filmde Dielman kusursuz bir şekilde işleyen patriyarkal düzeni durduruyor. Bu düzenin temsilcisi olan erkek müşteriyi fallik bir obje olan makasla öldüren kadın bu yolla tüm sömürülen kadınları özgürleştiriyor.
Alice Walker’ın Pulitzer ödüllü romanından Steven Spielberg tarafından uyarlanan ve 11 dalda Oscar’a aday olan Mor Yıllar’ın yönetmenliğini Steven Spielberg üstleniyor. Babası tarafından hamile bırakılan ve yine babası tarafından zorla evlendirilen Celie ve kız kardeşinin hikayesine odaklanan film, İki kız kardeş olan Celie ve Nettie’nin hikâyesine odaklanan film, siyahi bir kadın kadın olmanın yol açtığı zorluklar ve mücadele yollarını ortaya koyuyor.
Atıf Yılmaz’ın SİYAD Ödülleri ve Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü alan filmi 80’lerde yükselen feminist hareketin etkilerini taşıyor. Filmde, başarılı bir tiyatro oyuncusu olan ve toplumsal cinsiyet rollerini reddeden Serap zaman içerisinde kendisini, rol almayı kabul ettiği şampuan reklamındaki ev kadını Naciye’ye dönüşmüş olarak buluyor. Kadınların hayattan koparılarak sürekli kendisini tekrar eden bir rutin içine hapsedilmeye çalışıldığını anlatan film, bunun sorumlusu olarak yalnızca ataerkiyi değil aynı zamanda kapitalizmi de işaret ediyor.
Marjane Satrapi’nin aynı isimli otobiyografik çizgi romanınından uyarlanan bu animasyon film, İran İslam Devrimi’ni ve o esnada 10 yaşında olan Marjane’in hayatını anlatıyor. Marjane Satrapi ve Vincent Paronnaud’un yönetmenliğini üstlendiği Persepolis, İran Devrimi sonrasında yaşananları ve insanların yaşadıkları geçiş dönemini küçük bir kız çocuğunun gözlerinden ortaya koyuyor. Cesur ve dik başlı karakteriyle başını derde sokacağından endişelenen ailesi Marjane’i 14 yaşına gelince Viyana’da bir okula gönderdiği filmde, küçük kızın yaşadığı suçluluk, aidiyetsizlik hissi gibi konulara da yer veriliyor.
Yönetmenliğini ve senaristliğini Nadin Labaki’nin üstlendiği film, din ve mezhep ayrımlarının çatışmalara yol açtığı Lübnan’ın bir köyünde geçiyor. Labaki’nin hamile olduğu sırada, Beyrut’ta yine bombaların patladığı bir günde çekmeye karar verdiğini dile getirdiği film, “kadın kadının yurdudur” ifadesinin bir gösterimine dönüşüyor. Hristiyan ve müslüman kadınların köylerinde huzuru sağlamak için kolektif bir çabayla iletişim araçlarını yok ettiği Where Do We Go Now?, kadınların çatışmaları köylerine yansıtmamak için ortaya koyduğu mücadeleyi anlatıyor.
Yönetmenliğini Zeynep Dadak ve Merve Kayan’ın üstlendiği, dünya prömiyeri 64. Berlin Film Festivali’nde yapan ve Antalya Film Festivali’nde En İyi İlk Film ödülünü kazanan film, üniversite sınavına hazırlanan Deniz ve koca bir yazın ardından bir araya gelen arkadaşlarına odaklanıyor. Arkadaşlarından farklı bir dünyanın hayalini kuran Deniz’in, aşk, arkadaşlık ve aile problemlerinin anlatıldığı Mavi Dalga, taşrada yaşayan liseli genç kadınların sıradan öyküsü üzerinden sinemada yer alan normatif kadın temsillerini tersine çeviriyor. Film bu yolla, kadınların genellikle fettan kadın/masum kız karşıtlıklarında yer aldığı ve kurban olarak gösterildiği sinema anlatısına bir alternatif oluşturuyor.
Ana Lily Amirpour’un ilk uzun metraj filmi olan Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız, İran’da Bad City adında kurgusal bir şehrin sokaklarının hâkimi olan genç vampir bir kadını odağına alıyor. Farsça ve siyah beyaz olarak çekilen bu filmde, geceleri kara çarşafla gezen ve yalnızca erkek kanı içen vampir, kötü muameleye uğradığına tanık olduğu kadın seks işçisi ve uyuşturucu satıcısı Atti’nin intikamını alıyor.
Deniz Gamze Ergüven’in 68’inci Cannes Film Festivali’nde “Europa Cinemas Label” ödülünü kazanan filmi, Kastamonu’da babaannesi ve amcasıyla yaşayan beş yetim kız kardeşin hayatına odaklanıyor. Mustang, mahallede bir grup erkekle oyun oynadıkları için ceza alan Sonay, Selma, Nur, Lale ve Ece’nin cezalara, evlilik planlarına, baskılara karşı verdikleri özgürlük mücadelesini konu alıyor.
Yönetmenliğini Pelin Esmer’in üstlendiği film, 25 yıl sonra lise arkadaşlarıyla ilk kez buluşacak olan şair ve avukat Leyla ve oyuncu olma hayali kuran hemşirelik öğrencisi Canan’ın yollarını kesiştiriyor. Uzun bir tren yolculuğunda tanışan ikilinin kendilerini bir insanın kaderini belirme noktasına gelirken buldukları yolda yaşadıklarına odaklanan film, bu iki kadın karakterle kalıplaşmış kadın gösteriminin dışına çıkarak ana akım sinema söylemlerini sorgulatıyor.
Ümit Ünal’ın senarist ve yönetmen olarak yer aldığı film aşklarını yaşayamayan iki kadının hikâyesine odaklanıyor. Büyükada’da yetişen Eren ve Reyhan’ın gençliklerinde ailelerinin aşklarına karşı çıkmasıyla iki kadının da hayatı geri döndürülemez şekilde değişiyor. Eren’in yıllar sonra adaya dönmesiyle aşkları tekrar başlayan kadınların birlikte yıllardır özümsedikleri bastırılmışlıktan nasıl kurtulduğu anlatılıyor.