Bu ülkede son yıllarda yalnızca ekonomi değil, mizah da küçüldü. Bir zamanlar gülüşün, laf sokmanın, muzipliğin, halk zekâsının yankılandığı o büyük sahne, şimdi yalnızca bir avuç emojinin, bir iki sosyal medya paylaşımının içine sıkıştı. Ne tirajlar kaldı, ne o kahkahalar… Ama baskı arttı. Yasaklar sıklaştı. Sansür normalleşti. Tam da böyle zamanlarda, mizahın daha keskin, daha yaratıcı olması beklenir, değil mi?
Ama nerde o eski Gırgır…
Yetmişlerin sonunda, seksenlerin başında; darbenin gölgesinde bile milyonlara ulaşan bir mizah dergisiydi. Kalemi silah gibi kullanır, kimseye eyvallah etmezdi.
Bugün ise en parlak mizahçılar, algoritmalara oynayan influencer’lara, haftalık sosyal medya caps’lerine dönüşmüş durumda.
Ne oldu bize? Mizah mı bitti? Mizahçı mı yetişmiyor? Yoksa yetişiyor da biz mi onlara yer açamıyoruz? Hepsinden vahimi: Artık gülmeyi bile unutmuş olabilir miyiz?
Mizahın Yükseldiği Baskı Dönemleri
Tarih, baskı arttıkça mizahın da zekice parladığına dair örneklerle doludur. Çünkü baskı, doğrudan tepkiyi bastırır, ama dolaylı tepkiye karşı çoğu zaman çaresizdir. Mizah da tam burada, bu “dolaylılık” alanında hayat bulur.
Osmanlı’da Nasreddin Hoca, doğrudan padişaha laf edemezdi belki, ama “ye kürküm ye” diyerek düzene taş atmayı başardı.
Abdülhamit döneminde karikatür, yeraltı matbaalarında çoğaltılır, Paris’ten İstanbul’a gizlice sokulurdu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Zekeriya Sertel ve arkadaşlarının çıkardığı Resimli Ay, mizahı estetik ve siyasal bir ifade biçimi hâline getirdi.
12 Eylül sonrası Gırgır, Fırt, Limon, Hıbır gibi dergiler darbenin yarattığı travmayı iğneyle oyan yayınlara dönüştü.
O dönemin en büyük gücü, ironinin çürütücü etkisiydi: Ne siyasetçi, ne memur, ne asker paçasını kurtarabilmişti o cümlelerden.
Rusya’da Sovyet döneminde bile Krokodil adlı mizah dergisi 6 milyon tiraja ulaşmıştı. Sınırları belli bir eleştiri alanı vardı, ama fırça ve kalem sınır tanımıyordu.
Latin Amerika’da diktatörlük yıllarında yayımlanan çizgi romanlar, baskı dönemlerinin en çok okunan yayınları arasındaydı.
Mizahın yükseldiği her dönem, aynı zamanda susturulmak istenenin daha yaratıcı yollarla dile geldiği bir dönemdir. Kalem, doğrudan yazamasa da eğerek, çarpıtarak, simgelerle anlatır.
Ama ya şimdi?
Teknoloji ilerledi, platformlar çoğaldı, sansür çeşitlendi. Ama en tuhafı şu: Mizah, geçmişteki gibi yükselmiyor.
İyi de, neden?
Mizah Neden Yüksel(e)miyor?
Gırgır gibi bir dergi 80’lerde haftalık 500 bin tiraj yapabiliyordu. Bugün ise en “iyi” mizah dergisi 15-20 bin bandında, o da aylık. Peki, ne oldu da mizah, kitlesel gücünü yitirdi?
Mizahçı mı yetişmiyor?
Hayır, yetişiyor. Sosyal medyada mizah üretimi hiç olmadığı kadar canlı. Her gün binlerce yaratıcı tweet, video, karikatür, caps, ironi dolu paylaşım dönüyor. ODTÜ’nün mezuniyet pankartlarından Boğaziçi protestolarına, her yerde mizah var. Gençler hâlâ zekice gülüyor ve düşündürüyor.
Ama bu üretim anonim, dağınık ve geçici. Bir gelenek oluşturacak sürekliliğe, derinliğe ve estetik tutarlılığa dönüşemiyor. Çünkü zemini yok. Sürekli yer değiştiriyor.
Alan mı yok?
Asıl mesele burada. Mizahçının sahnesi yok artık. Mizahın beslendiği kitle, onu taşımıyor. Bir nesil Gırgır okurdu çünkü başka bir şey yoktu. Şimdi her şey var ama hiçbir şey kalıcı değil. Sosyal medya bir “an” ortamı — derinlik değil, hız istiyor.
Dahası, mizahın eskisi gibi bir “alan savunusu” rolü kalmadı. Yasalar değişti, cezalar çeşitlendi. Bir dergi kapağına atılan başlıkla yargılanmak bugün sıradan bir şey. Bu da yaratıcı enerjiyi içeriye, ironiyi yüzeyden çekmeye zorluyor.
İktidar mı sebep?
80’lerde, 90’larda mizah yukarıdan aşağı inen otoriteye karşıydı. Şimdi otorite sadece yukarıdan inmiyor. Toplumun içindeki mikro iktidarlar, linç kültürü, sürekli gözetlenme hissi, herkesin birbiri üzerinde denetleyici güce sahip olduğu bir çağda yaşıyoruz.
Yani mizahçı artık sadece devletten değil, kitlesinden de çekiniyor. Şaka “yanlış anlaşılabilir”. Karikatür “yanlış yere çekilebilir.” Bu tedirginlik, ironinin temel yakıtı olan gözüpeklikle çelişiyor.
Sürat, her şeyin önünü mü kesti?
Mizah bir ritim işidir. Zekice bir gönderme, birikim ve dikkat ister. Ama sosyal medya algoritmaları dikkat değil hız talep ediyor. Aynı anda hem çok komik, hem çok doğru, hem de çok hızlı olman gerek. Bu da derinliği öldürüyor.
Bugünün Mizahı: Duvarlardan Memelere
Gırgır kapandı. Penguen dağıldı. Uykusuz, hayatta kalmaya çalışıyor. Yeni jenerasyonun büyük kısmı bu isimleri sadece nostalji olarak biliyor. Çünkü artık mizah bireysel.
Belki de en son büyük kolektif mizah patlaması, 2013 Gezi Direnişi’ydi. Sadece sokaklar değil, duvarlar da konuştu.
“Faşizme karşı omuz omuza” yazısının hemen yanında: “+1”
“Zam gelmiş, bari gaz sıkmayın.”
Bu yazılar yalnızca komik değildi; zekâyla, yaratıcılıkla örülüydü. Mizah, korkuya karşı kolektif bir kalkandı o günlerde.
Ama Gezi’nin ardından gelen yıllar, bu kalkana ağır darbeler indirdi. Mizah sokağın değil, artık ekranın içinde: Meme kültürü baskın. Caps’ler, parodi hesaplar, TikTok skeçleri… Hepsi, birkaç saniyelik “gülümsemeler” yaratıyor.
Ama bu “gülme” uzun sürmüyor. Çünkü paylaşım nesnesine dönen mizah, aynı hızla kayboluyor. Anlık. Kırılgan. Sürdürülemez.
ODTÜ pankartlarında hâlâ zekâ var. Mezuniyet geçitleri, Türkiye’de kalan son kolektif mizah alanlarından biri.
Reddit, Twitter (X), Ekşi Sözlük gibi dijital mecralarda hâlâ incelikli ironiye rastlamak mümkün.
Twitch yayıncıları ve YouTube mizahçıları (örnek: Kalt, bazı Babala TV içerikleri) hicvi, popüler dille birleştirerek yeni bir tür üretmeye çalışıyorlar.
Ama bütün bunlar bireysel, hatta mevsimlik. Kolektif bir zemin yok. Mutfak kültürü yok. Ekosistem kurulamadı.
Bir yayın, bir dergi, bir atölye, bir ustalık ilişkisi olmadan, bu dağınık üretimler birleşemiyor. Bir kuşak birlikte gülmeden, birlikte düşünemiyor.
Türkiye’de bugün “gülmek” değil, “gülümsemek” söz konusu. Gülüşün yerini ima aldı. Hicvin yerini mecaz. Alay yerine pasif sitem… Çünkü korkunun gölgesi, gülüşe çarpıyor.
Mizahın Dönüşü Mümkün mü?
Mizah bitmedi. Ama geri çekildi. Şimdilik yeraltında. Sözünü pankartta, meme’de, stand-up sahnesinde yahut bir sokak duvarında söylüyor. Bu sessizlik, bir suskunluk değil aslında — biriktirme.
Peki, ne yapmalı?
Yeni mecralar inşa edilmeli. Sosyal medya uçucudur. Kalıcılık, gelenek oluşturmakla mümkündür. Belki dijital bir “Gırgır” kurulmalı, ama 2020’lerin zekâsıyla, çoğul diliyle, cinsiyet eşitliğiyle, sınıfsal duyarlılığıyla.
Mizah, yeniden kolektifleşmeli. Bugün çok iyi bireysel mizahçılar var; ama ortak dil kurulamıyor. Oysa Gırgır, Penguen bir okuldu, bir mutfaktı. Yeniden bir “mutfak kültürü” yaratmak gerek.
Yasaya karşı estetikle direnilmeli. Mizahçılar korkmasın diye demiyoruz bunu. Tam tersine, yasağın dilini esnetmek, estetikle alt etmek için. Çünkü en sert cümle bazen en yumuşak gülümsemeden çıkar.
Toplum, gülmenin hakkını aramalı. Mizahın yaşaması için sadece mizahçı değil, seyirci de gerekli. Mizah, alkışlandıkça cesurlaşır.
Ve belki de şu gerçekle yüzleşmeliyiz: Türkiye’de mizah, sadece bir eğlence değil, bir yaşam biçimiydi. Gırgır’ı kuşaktan kuşağa aktaran, sadece karikatürler değil, o cümlelerin arkasındaki “direnme biçimiydi.”
Şimdi soralım: Mizah sahiden kayboldu mu?
Yoksa biz, onun sesini duyacak sessizliği mi kaybettik?