Modern İngiliz sanatının en önemli temsilcilerinden David Hockney, bir kez daha müzayede gündeminin merkezinde. The Guardian’ın haberine göre, sanatçının 1968 tarihli Christopher Isherwood and Don Bachardy adlı tablosu kasım ayında Christie’s Londra müzayedesinde satışa çıkıyor. Uzmanlar, eserin 45 milyon sterline (yaklaşık 57 milyon dolar) kadar alıcı bulabileceğini belirtiyor.
Eser, Hockney’nin “çift portreler” döneminin en ikonik örneklerinden biri kabul ediliyor. Los Angeles’ta yaşayan yazar Christopher Isherwood ve ressam Don Bachardy’yi ev ortamında betimleyen tablo, sanatçının 1960’ların sonlarında geliştirdiği sade mekân – yoğun bakış ilişkisi formülünü mükemmel biçimde yansıtıyor. Bachardy, The Guardian’a yaptığı açıklamada, “O tablo bizi yalnız bir çift olarak değil, varoluşun bir hâli olarak resmediyor” dedi.
Christie’s küratörü Jussi Pylkkänen, eserin Hockney’nin queer sanat tarihindeki yerini pekiştirdiğini vurguluyor: “Bu tablo, Britanya’nın modern sanat tarihinde bir kimliğin nasıl görünür kılındığının belgesidir.” Portre, Hockney’nin yalnızca yedi adet yaptığı büyük boy çift portrelerden biri olarak da tarihî bir değer taşıyor.
Müzayede, sanatçının 1960’lardan günümüze uzanan kariyerini yeniden gündeme taşırken, çağdaş sanat piyasasında queer temsillerin ekonomik değerini de tartışmaya açıyor.
David Hockney’nin “çift portre” dönemi, sanatçının kariyerinde hem biçimsel olgunluğa hem de kişisel ifşaya denk düşer. 1960’ların sonunda Los Angeles’a taşınan Hockney, burada havuzlar, sade iç mekânlar ve gözle bakışın sessiz gerilimi etrafında gelişen bir resim dili oluşturdu. 1968–1977 yılları arasında ürettiği bu portrelerde odak, yalnızca fiziksel benzerlik değil, iki kişi arasındaki duygusal mesafeydi.
Sanatçı, dönemin soyut dışavurumculuğuna karşı, düz renk alanlarıyla betimlediği figürleri sahne estetiğine yakın bir kompozisyonla yerleştirdi. Christopher Isherwood and Don Bachardy (1968), Mr and Mrs Clark and Percy (1970–71) ve Henry Geldzahler and Christopher Scott (1969) gibi eserler, Hockney’nin hem resimsel sadeliği hem de ilişkisel yoğunluğu aynı tuvalde birleştirdiği örneklerdir.
Bu serinin en çarpıcı yönü, queer kimliğin doğrudan temsil edilmeden, gündelik hayatın doğal parçası olarak görünür kılınmasıdır. Hockney, “sahicilik” kavramını erotik ya da politik bir gösteriye dönüştürmeden, bakışın süresini uzatarak elde etti. İzleyici, bu resimlerde figürlerin birbirine değil, çoğu zaman kendisine baktığını hisseder.
Sanat tarihçileri, Hockney’nin çift portrelerini yalnızca İngiliz pop sanatının bir uzantısı değil, 20. yüzyılın en özgün ilişki resimleri dizisi olarak konumlandırır. Sanatçı, o dönem yaptığı bir söyleşide şöyle demiştir: “Bir insanın yüzünü değil, sessizliğini resmetmeye çalışıyorum.”