Çöp, atık ve sanat: Kılıç sesleri arasında bir dönüşüm

Çöp ve sanat arasındaki sınır nerede başlar, nerede biter? Atık, hangi an sanata dönüşür? Yoksa sanat, fark etmeden çöpe mi dönüşüyor? Bugünün çöpleri, yarının en değerli eserleri olabilir mi? Peki ya her şey sanat olursa, sanatın kendisi neye dönüşecek? Sanat gerçekten çöpleri mi yüceltiyor, yoksa çöp, sanatı kendine mi benzetiyor?

29 Nisan 2022 tarihinde New York'ta Christie's New York'ta düzenlenen Christie's 20. ve 21. Yüzyıl Sanatı basın ön gösterimi sırasında Andy Warhol'un 'Shot Sage Blue Marilyn' tablosu. (Fotoğraf Angela Weiss / AFP)

Çöp nedir? Atık nedir? Sokağın köşesine bırakılandır, diye ilan edilen eşyalar mıdır bunlar, yoksa varlığının son aşamasına ulaşmış nesneler mi? Kimi der ki çöp, kullanım dışı kalmış olandır. Bir diğeri buna itiraz eder: “Ama bir sanatçının eline düşene kadar!” Çöp ve sanat arasındaki bu sınır, düşüncenin en keskin kılıcıyla bilediği bir hattın üzerinde yürüyor.

Şimdi soralım: Ne vakit bir atık sanat olur? Kullanılmayan bir araba lastiği, sökük bir kot pantolon, pazar yerinde yere dökülmüş soğan kabukları, evin bir köşesine tıkış tıkış doldurulmuş eskimiş halılar… Bir gün gelir de bir sanatçının zihnine düşerse, bambaşka bir varlık kazanır mı? “Sanat, kül olmaktan kurtulmuş her şeydir” diyenler, elini kaldırsın! Peki ya tam tersi? Sanatın aslında bir düşüş, bir bozulma, bir parçalanma, yani kendi içinde bir çöp olma hali olduğunda diretenler? Kılıçlar tıklar, fikirler birbiriyle çarpışır.

Birileri der ki: “Sanat, çöpe değil, düşünceye aittir.” Bir başkası, müzelerin en önemli eserlerinin zamanında çöp diye kenara atıldığını hatırlatarak güler. Duchamp’ın pisuarı, Banksy’nin kendi kendini yok eden tablosu, sökük kotlardan yapılan portreler… Hangi an, hangi sanatçı, hangi zihin devrimcidir ki eskiyi alıp ona yeni bir başörtü biçsin?

Çöp, bazen bir kütle, bazen bir fikir, bazen de sırf başkalarının görmek istemediği bir gerçektir. Peki ya sanat? O da öyle değil mi? Gözlerimizin görmek istemediğini gösteren, unuttuğumuz her şeyi önümüzde parlatan bir isyan…

Atıkların Asaleti: Sanatın Çöple Dansı

Bir zamanlar sanat, yalnızca mermerin ve altının heykelleriydi. Soyluların odalarını süsleyen yağlı boya tablolar, kralların tacındaki inciler kadar kusursuz, dokunulmaz ve elbette pahalıydı. Sanat, varlıklı ellerde şekillenir, yalnızca en “asil” malzemelerle taçlanırdı. Çamur? Toprak? Kırık dökük şeyler? Sanatın kapısından bile geçemezdi.

Ama sonra… Tarih, çöpü ve sanatı karşı karşıya getirdi. İlk büyük isyan, belki de Rönesans’ın “kusursuz” insan figürlerini terk edip, çıplak gerçekliği resmetmesiyle başladı. O “mükemmellik” illüzyonunu terk eden sanatçılar, kentin arka sokaklarını, çürüyen meyve sepetlerini, eskimiş ayakkabıları, yamalı giysileri tuvallere taşıdı. Caravaggio’nun çürümüş narları, Rembrandt’ın kırış kırış yüzleri, sanatın, çöpün estetiğiyle flörtünün ilk cilveleşmeleriydi.

Ama gerçek devrim, sanatın bizzat çöpü malzeme olarak kabul etmesiyle geldi. Marcel Duchamp, 1917’de bir pisuarı ters çevirip “Fountain” (Çeşme) adını verdiğinde, sanat dünyasında kıyamet koptu. “Bu ne rezalet? Çöp mü sergiliyoruz?” diye bağırdı sanatın soylu lordları. Oysa Duchamp’ın yaptığı tam da buydu: Çöpü sanatın başköşesine yerleştirmek.

Andy Warhol’un “Hükümdar Kraliçeler: Kraliçe Elizabeth II (Royal Edition)” adlı eseri (Fotoğraf LEON NEAL / AFP)

Sonra Picasso ve Braque geldi. Kübist tablolarına eski gazete kupürleri, sigara paketleri yapıştırdılar. “Resim mi bu şimdi?” diye homurdananlar, sanatın çöpü iyiden iyiye benimsediğini fark edemediler. Ve belki de en büyük kırılmayı, dünyayı “çöp” malzemelerle yorumlayan Andy Warhol ve Pop Art getirdi. Market raflarında unutulmuş Campbell çorba kutuları, tüketime adanmış Coca-Cola şişeleri, dergilerden kesilmiş Marilyn Monroe portreleri… Sanat, artık atığın kutsandığı bir yerdi.

Ve derken, çağdaş sanatın serseri ruhları, çöpü yalnızca bir araç değil, bizzat sanatın özü ilan etti. Banksy, koca bir sanat eserini gözümüzün önünde paramparça ettiğinde, sanatın çöpe dönüşmesini değil, çöpün sanat olmasını kutluyordu belki de. Damien Hirst, çürümüş hayvan leşlerini formaldehitin içine gömerken, sanatın kokuşmaya da hakkı olduğunu haykırıyordu.

İtalyan sokak sanatçısı Mauro Pallotta, nam-ı diğer “Maupal”, 13 Şubat 2024 tarihinde Roma’da Papa Francis’ten esinlenerek yaptığı sanat eserleriyle atölyesinde poz veriyor. (Fotoğraf: Tiziana FABI / AFP)

Bugün, sprey boyayla yenilenen eski halılar, kırık plaklardan yapılan mozaikler, yırtık pırtık gazete sayfalarından doğan tablolar, atıkla sanat arasındaki aşkın en yeni çocukları. Çöp, artık bir son değil, yeni bir başlangıç. Peki, bu sanat mıdır? Yoksa her şeyin “sanat” olması, sanatın artık hiçbir şey olmaması mı demektir?

Birileri çöpten sanat yaratırken, diğerleri bu sanatın da bir gün çöpe dönüşeceğini söylüyor. Kılıçlar yine tıklıyor. Tartışma hiç bitmeyecek. Ama kim bilir, belki de sanat tam da bu sonsuz dönüşümün içinde saklıdır.

Geleceğin Çöpleri, Geleceğin Sanatı

Bugünün çöpleri, yarının define sandıkları olabilir mi? Biraz abartılı mı geldi? Peki, Leonardo’nun atölyesindeki boya kalıntıları, Van Gogh’un yırtık mektupları, Shakespeare’in müsveddeleri o günün çöpleri değil miydi? Şimdi müzelerde, cam fanuslar içinde kutsanan bu atıklar, zamanın eleğinden geçip sanatın en değerli mirasları hâline geldi. Öyleyse, bugünün çöpleri – kırılmış telefon ekranları, devre kartları, kullanılmış VR gözlükleri – yarının sanatına dönüşebilir mi?

Şimdi yeni bir çağdayız. Geri dönüşüm zorunluluk hâline gelirken, sanatın malzemeleri de değişiyor. “Organik” atıklardan resimler yapılıyor, plastik atıklardan heykeller yükseliyor. Hatta günümüzün en değerli sanat eserlerinden bazıları, doğaya zarar vermeden üretilen, sürdürülebilir sanat projeleri. Örneğin, eski balık ağlarıyla devasa enstalasyonlar yaratan sanatçılar var. Okyanuslarda sürüklenen plastikler, birer sanat manifestosuna dönüşüyor.

Ancak bugünün atıklarını anlamak için, günümüzün en büyük çöplüğüne bakmamız gerekiyor: Dijital çöp. Evet, yanlış duymadınız! Silinmiş e-postalar, spam kutularımızda çürüyen mesajlar, sosyal medyada kaybolan içerikler… Sanatın yeni malzemeleri olabilir mi? Hâlihazırda sanatçılar, veri setlerinden sanat üretiyor, yapay zekâ çöplüğüne atılan görselleri işleyerek sergiler açıyor. “Çöplük” artık yalnızca fiziksel değil, dijital bir mesele.

Peki ya uzay? Geleceğin en büyük çöpü belki de gezegenimizin değil, yörüngemizin etrafında dönüyor. Kullanılmış roket parçaları, terk edilmiş uydular, devasa metal hurdalar… Günün birinde bir sanatçı, bu metal enkazları yakalayıp onlardan devasa heykeller yaparsa ne olacak? Belki de ilk “uzay sanat galerisi” yörüngede süzülen bir çöplükten doğacak.

Ama asıl soru şu: Sanat, çöpü kutsayarak çöpten kurtulmamızı mı sağlıyor, yoksa onu daha değerli hâle getirerek bizimle birlikte yaşamasına mı izin veriyor? Bir zamanlar sokaklara terk edilen eski halılar, şimdilerde sanata dönüşüyorsa; bir gün bir sanatçı, okyanusun dibindeki plastikleri alıp Mona Lisa’nın gözlerine işler mi?

Sanatın Son Durağı: Çöpleşmenin Kaçınılmazlığı

Bir zamanlar sanatın çöpü dönüştürdüğünü düşünüyorduk. Eski, yırtık, paslanmış, unutulmuş olanı alıp ona bir anlam, bir değer kazandırıyordu. Çöp, sanatın merhametiyle yüceliyor, sokağın kenarına atılmış bir nesne, müzenin en parlak köşesine taşınıyordu.

Ama belki de yanıldık. Belki de çöp sanata dönüşmüyordu. Sanat, çöpe dönüşüyordu.

İsrailli sanatçılar kooperatifi “Yaratıcı Değişim” tarafından 19 Kasım 2021 tarihinde çevre konularında farkındalık yaratmak amacıyla düzenlenen bir etkinlik kapsamında İsrail’in Tel Aviv kentinde her türlü çöpten yapılmış kıyafetler giyen modeller resmedildi. (Fotoğraf: JACK GUEZ / AFP)

Geldiğimiz nokta şu: Sanat, artık çöple kurduğu ilişkiyi bir dönüşüm olarak değil, bir kabulleniş olarak yaşıyor. Önceleri sanatçı çöpe uzanır, onu bir mermer parçası gibi yontar, yeni bir ruh üflerdi. Ama şimdi sanatçılar, çöpün kendi doğasını bozmadan olduğu gibi sergiliyorlar. Eskiden sanat, çöpü dönüştürürdü; şimdi çöp, sanatı kendine benzetiyor.

Peki, bu nereye varacak?

Bugün “geri dönüşüm sanatı” bir akım. Yarın belki de sanat tamamen çöpün estetiği üzerine kurulu olacak. Bir noktadan sonra, sanat ve çöp arasındaki fark tamamen silinirse, hangisi hangisine dönüşmüş olacak? Eğer bir gün her şey “sanat” olursa, aslında hiçbir şey “sanat” olmayacak. Duchamp’ın pisuarından bugüne, sanatın sınırları öylesine genişledi ki artık çöp ile sanat arasındaki çizgi görünmez oldu.

Ve belki de sanatın en büyük trajedisi, en başından beri kaçmaya çalıştığı çöpleşmenin ta kendisi olmasıydı.

Sanat, çöpü güzelleştirdiğini sanıyordu. Ama belki de çöp, sanatı kendine benzetiyordu.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com