Distopik Amerikan iç savaşında gazeteciler ne yapar?

Alex Garland’ın ateş hattındaki muhabirlerin mesleki ve insani çelişkilerini anlatan dram filmi ‘Civil War’ ile tüyler ürpretici bir gerilim sunuyor. İngiliz yönetmen, siyasi bağlamı ortadan kaldırarak savaşın korkunç ve kendi kendini besleyen doğasına odaklanıyor.

ABD, İkinci Dünya Savaşı’nda bile topraklarında savaşın yaşanmadığı bir coğrafya. Savaşın sona ermesinden sonra ‘dünya jandarmalığı’ görevini üstlenen Yankiler, herhangi bir sorun halinde gidip dünyanın başka bir yerini işgal etmesiyle biliniyor. Vietnam’dan Irak ve Afganistan’a kadar dünyanın pek çok coğrafyasında Amerikan öfkesinin izlerini sürmek mümkün. İngiliz yazar-yönetmen Alex Garland ise Amerika topraklarında yaşanan distopik bir iç savaşı konu alan bir filme imza attı: İç Savaş (Civil War). Garland, böylece, yıllarca dünyanın başka yerlerindeki coğrafyalara yönelen Amerikan öfkesinin, kendi topraklarında ortaya çıkması halinde nelerin yaşanabileceğini, savaş muhabirlerinin gözünden anlatıyor.

AMERİKAN ŞEHİRLERİ YANIYOR

Arkasında iz bırakan mermilerin izleri gökyüzünü aydınlatırken, banliyöler ateş içinde yanıyor. Batı Cephesi olarak bilinen ayrılıkçı isyancı grup Washington DC’ye giderek yaklaşırken, Beyaz Saray’ın etrafında koruma amaçlı barikat kuruluyor. Başkan (Nick Offerman), televizyonda yayınlanacak konuşmasının provasını yaparken, sözlerinin vurgusu üzerinde çalışıyor, daha etkili tonlamaları arıyor. Konuşmasında isyancıların yenilmeye çok yakın olduğu belirten Başkan galibiyetin yakın olduğunu vaat ediyor: ‘’Bazıları bunu şimdiden insanlık tarihindeki en büyük zafer olarak adlandırıyor.’’

TRUMP’IN ÜSLUBU MU?

Bir önceki başkan Donald Trump’ın tarzını andıran bu söylem, Alex Garland’ın yakıcı distopik savaş filminde, gerçek dünyadaki ABD politikalarına dair yaptığı tek atıf. O nedenle ‘İç Savaş’ filmini, yaşandığı yer neresi olursa olsun, günümüz Amerikası hakkında bir sosyal değerlendirme değil, genel anlamda çatışma ve gerginliğin yaşandığı bir film olarak görmek en doğru olanı.

SAVAŞLARIN ACIMASIZLIĞI COĞRAFYADAN AZADE

Film, özellikle de savaş muhabirlerinin tanıklık ettiği çatışmalarla ilgili olsa da, seyirci, dünyanın dört bir yanındaki savaşların ortak bir zemini olduğunu anlıyor. Şikayetler benzer, silahlar adam öldürmek için kullanılıyor, bunları birbirlerine doğrultmaya hazır yeterince insan var ve coğrafyadan bağımsz her yerde aynı zulümler ve vahşet yaşanıyor.

GAZETECİLERİN GÖZÜNDEN

Savaşta ön cephede çalışan fotoğrafçı Lee Smith (Kirsten Dunst), vahşetin dünyanın her yerinde aynı olduğunu çok iyi bilen bir gazeteci. Gece gözlerini kapattığında gördüğü şey, onlarca yıla yayılan kariyeri boyunca kamera merceğinin önünde yaşanan dehşetin bir makara filmi. Ölümle her gün doğrudan göz teması kurmanın, insan ruhunun belli bir bölümünün körelmesine neden olduğunu bilecek kadar uzun zamandır bu işi yapıyor. Bu iş, kendi içinde gri alanları da olan bir meslek.

Bu arada, gördükleri karşısında şaşkına dönen acemi fotoğrafçı Jessie’ye (Cailee Spaeny), etik sorularla boğuşmanın savaş fotoğrafçısının görevi olmadığını açıklamaktan da geri durmuyor. Onların görevi, başkalarının yaşananları sorgulayabilmesi için olup biteni kayıt altına almak. Duygusuz bir açıklama getirse de, Lee, mesleki amaçlarını paramparça eden bir ikilemle karşılaşmaktan da kendini alamıyor: Yıllar boyunca dünyanın dört bir yanında çektiği fotoğraflarla verilen savaşın acımasızlığına dair uyarılar kendi ülkesinde bile bu kadar kolay göz ardı edilebiliyorsa, acaba onları çekmesinin amacı neydi? Bu derin sorgulamasına rağmen önlerine çıkan cazip bir fırsat ile içinde yaşadığı şüpheleri susturmanın bir yolunu buluyor.

BAŞKANLA RÖPORTAJ İÇİN ZORLU YOLCULUK

Lee ile meslektaşı gazeteci Joel (Wagner Moura), önemli görev için, yani başkanın fotoğrafını çekmek ve onunla röportaj yapmak için ülkenin bir ucundan başkente doğru dolambaçlı ve tehlikeli bir yolculuğa çıkıyorlar. Umutları başkanla görüşmek olsa da, gazeteciler başkentte düşman savaşçıları olarak görülmektedir. Hatta görüldükleri yerde vurulma riskleri vardır. Bu ölümcül tehlikeye rağmen, başka iki gazeteci, deneyimli New York Times muhabiri Sammy (Stephen McKinley Henderson) ve gayretli fotoğrafçı Jessie’yi de bu tehlikeye yolculukta onlara eşlik etmekten alıkoymaz.

BİR SAVAŞ MUHABİRİNİN PORTRESİ

Dört gazeteci aslında bir savaş muhabirinin karma bir portresini oluşturuyor. Lee uyuşuk ve soğukkanlı bir profesyonel ama içindeki merhamet yıllar önce yok olmuş birisi. Heyecan arayan Joel olayları takip etmekte çok daha istekli. Yaşlı ve formsuz olmasına rağmen Sammy emekli olma fikrini kabul edememiş tecrübeli bir muhabir. Gördükleri karşısında dehşete düşen Jessie ise heyecanlı ve atak.

VAHŞETE MARUZ KALA KALA KALBİ KARARAN MUHABİRLER

Film, uzun süre savaşa maruz kalmanın bireyin DNA’sına işlendiğini öne sürüyor. ‘İç Savaş’, savaş gazeteciliğiyle ilgili çekilmiş, Michael Winterbottom’un ‘Welcome to Sarajevo’ ve Marie Colvin’in biyografik filmi ‘A Private War’ fimlerinin aksine, Kathryn Bigelow’un The Hurt Locker’ını çağrıştırıyor. Filmin karakterleri, tanık oldukları dehşet nedeniyle o kadar kendilerini kaybetmişler ki, cepheden uzakta hareket etmekte zorlanıyorlar.

SAVAŞ HER YERDE YAKICI VE YOK EDİCİDİR

‘Civil War’ etkileyici kavga ve dövüş sahneleriyle dikkat çeken bir film. Ustaca kurgulanmış sekanslar ile süregiden katliamın ortasında fotografik bir anı yakalamanın acımasız tatminini aktarıyor. Her ne kadar siyasi bağlamı zayıf olsa da, film savaşın korkunç yüzünü ve kendi kendine besleyen ivmesini tüyler ürpertici bir şekilde gözler önüne seriyor. Sonunda, insanların artık ne için savaştıklarını bilmedikleri, ama yalnızca savaştıklarını bildikleri bir noktaya ulaşan bir savaşı romantik bir macera zannedenlerin kafasına çivi gibi çakıyor.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com