Siz siz olun, kapakta çevirmen adını kullanan, bu sayede itibar kazananlara da ara sıra eleştirel gözle bakın… Yine mümkünse, kapakta adı olan, ama bilmediği dilden çeviri yapanları da görün… Hepsinden önemlisi: Çevirmenler kadar redaktörlere, editörlere de saygıda kusur eylemeyin. Olmaz mı?
Sözlükte bir madde… Çevirmen: Herhangi bir metni bir dilden başka bir dile çeviren kimse… Küçük bir ek: Eğer yazılı bir metin çevirmişse, o kişiye mütercim, sözlü çeviri söz konusu ise bu işi yapana da tercüman denir. Kazı meraklıları için de “dilmaç”ın izini sürmeleri tavsiye edilir.
Ardıl yahut eşzamanlı çevirileri ilgi alanım dışında tutup kitap çevirisine odaklanmak istiyorum. İstiyorum, çünkü yakın zamanda Remzi Kitabevi tarafından basılan “Şato” (Franz Kafka), neredeyse mecbur kılıyor beni buna.
Hadi bir adım ileri gideyim: kitabın kendinden ziyade hakkında yazılanlar iştahlandırıyor beni. Değil mi ki, “Remzi’nin bastığı hiçbir kitabı almayalım; protesto edelim bu yayınevini!” naraları yayılıyor ayyuka…
Bu çağrıda bulunanların bir kısmı çevirmen; yani bir metni bir dilden bir başka dile aktararak geçinen kişiler… Bir kısmı da “nitelikli” okur, “seçici” okur… Dolayısıyla ciddiye almak, mümkünse tartışmak, toprağı azıcık eşelemek gerek…
Dönüşüm ve Şato…
Şimdi müsaadenizle başa dönmek istiyorum, olup bitenlerden habersizleri bilgilendirme gayesiyle: Efendim, Remzi Kitabevi, kıran girmiş gibi kitaba, Kafka’nın eserlerini yayımlıyor yavaş yavaş… Bu çatı altında okurla buluşan ilk kitap “Dönüşüm” (Ekim 2016)… Çevirmeni: İclâl Cankorel… Bir akademisyen… Bir “Faust” çevirisi vardır ki, aslına en sadığı sayılsa yeridir… Bir Novalis (Heinrich von Ofterdingen) çevirisi vardır ki, okura saygı duymak dışında bir seçenek bırakmaz… Hal böyle olunca eşeleyecek bir şey kalmıyor tabii…
Ancak “Şato”nun, kitap eklerinde kâh ilan, kâh haber olarak zuhur etmesiyle polemiğin fitili ateşleniyor: Kapakta çevirmen adı yok! Halbuki “Dönüşüm”de de yoktu.
Soru şu: O zaman susanlar, niye bugün seslerini yükseltme ihtiyacı duydular acaba? Sebep “Şato”yu çeviren Habibe Aygün’ün “Dönüşüm”ü çeviren İclâl Cankorel kadar tanınmış/bilinen biri olmaması mı? Diyelim ki öyle… Bu çevirinin kötü, eksik, hatalı yahut yetersiz olduğu anlamına gelmez ki… Hem Habibe Aygün alaylı da değil; İstanbul Üniversitesi Çeviribilim mezunu… O halde sorun ne?
Çevirmene Garez…
Çevirinin sınırları ve çevirmenin sorumluluğu açısından bir karşılığı, bir anlamı olmalı sanki bu kıpırdanmanın… Mademki çeviri, hem diller hem de kültürler arası bir “eylem”…
Ancak dikkat edilirse polemik yahut tartışma, çevirinin niteliği üzerinden yürümüyor (!); ameliyat masasına yatırılan yayıncılık etiği daha çok… Başka bir deyişle çevirmen yazarın üslubuna, özgün metne sadık kalmış mı, kalmamış mı, kimse umursamıyor. Düzelteyim: Öncelikli tasalardan biri bu değil! Çevirinin mümkünlüğü yahut imkânsızlığı da çok azımızı ilgilendiriyor anlaşılan… Ki nadiren gündeme geliyor. Mühim olan: Çevirmenin adı kapakta var mı, yok mu?
Almanca bildiğim vehmiyle Almanya’daki yayınevlerinin tercihlerine bakmayı deniyorum: Helen Macdonald’ın Costa – Yılın Kitabı Ödülü’nü (2015) alan romanına (H wie Habicht) bakıyorum mesela… Allegria basmış ve kapakta çevirmen Ulrike Kretschmer’in adı yer almamış. İstisnai bir durum olabilir bu. Hemen ikinci bir kitaba bakıyorum; “Çizgili Pijamalı Çocuk”un yazarı John Boyne’nun 2015’te Gustav-Heinemann-Barış Ödülü’nü alan “So fern wie nah” adlı romanına… Dilimize “Olduğun Yerde Kal” olarak çevrilen romanına… Fischer basmış; Almanya’nın mühim yayınevlerinden biri yani… Ancak kapakta Brigitte Jakobeit ile Martina Tichy’nin adları yok. Benzer şekilde Stephen King’in “Mr. Mercedes”ini (Bill-Hodges dizisinin birinci kitabı) basan Heyne de koymamış kapağa çevirmeni Bernhard Kleinschmidt’in adını… Hepsinin de garezi olamaz ya çevirmene?
Olacak Şey mi Bu?
Almanya’da genel tercih bu yönde de, Fransa’da farklı mı? Merak edip, zaman ayırıp, inceliyorum bir iki kitabı… Karşıma George Orwell’ın 1984’ü çıkıyor ilk… Folio basmış, o pek saygın yayınevi, ama kapakta romanın çevirmeni Amélie Audiberti yok. Niteliksiz bir çevirmen mi Audiberti? Tabii bu durumda şu geliyor akla: Bir çevirmen niteliksizse kapakta adı anılmasa da olur mu? Öte yandan: Niteliksiz bir çevirmenle çalışmayı niye tercih etsin bir yayınevi, bilhassa Folio gibi bir yayınevi?
Bir başka kitaba uzanıyor elim, Haruki Murakami’nin dilimize “Kadınsız Erkekler” olarak çevrilen “Des hommes sans femmes” adlı kitabına… Murakami’nin eserini basan yayınevi Belfond da Hélène Morita’nın adını koymamış kapağa…
Peki, koskaca (!) Flammarion’un yaptığına ne buyurmalı… Sen Hegel bas (Introduction à l’esthétique/ Estetiğe Giriş), ama çevirmeni Samuel Jankélévitch’in adını kapakta anma… Olacak şey mi bu?
Aslından da Güzel…
Hiç kuşkusuz, çevirmenin adını kapağa yazan, hatta eserin sahibiyle aynı puntoda basan yayınevleri de var bu dillerde… Ben hızlıca ve üstünkörü bir seçim yaptım, karşıma çıkanları paylaştım. Lakin genel eğilimin, çevirmeni kapakta değil, künyede vermek yönünde olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla… Vaktiyle Rowohlt’ta çalıştığım, tercihlerine tanıklık ettiğim için… Kütüphanemdeki yabancı dille yazılmış kitapların yarısından fazlasında çevirmen adının kapakta olmadığını gördüğüm için…
Öte yandan, bir eserin sevilmesinde, yahut yazarın meramının anlaşılmasında, yahut yarattığı atmosferin iliklerimize kadar işlemesinde vs. çevirmenin rolü nedir, diye sormayı abesle iştigal sayıyorum. Zira Melih Cevdet Anday’ın Edgar Allan Poe’dan çevirdiği Annabel Lee’sinin ne derece çeviri olduğunu sorguluyorum sık sık… Benzer şekilde Orhan Veli’nin Charles Cros’tan çevirdiği Çirozname’yi hangi rafa koyacağımı bilemiyorum hâlâ… Halk ağzıyla söylendiğinde, bu tadından yenmez şiirleri böylesi muazzam kılanın çevirmenleri olduğunu nasıl inkâr ederim. Ancak çevirmenin, eninde sonunda bir “aracı” olduğunu da unutamam. Çevirmen çevirdiği metni özgün dilinden daha güzel kılsa da… Özgün dildekinden fazlasını bize sunsa da…
300 Sayfa mı, 200 Sayfa mı?
Biliyorum; çok netameli bir konu… Birinin ayağına basmanız, kalbini kırmanız an meselesi… Ve nihayetinde emeğe saygısızlıkla, değer bilmezlikle, haddini aşmakla, etik dışı davranmakla suçlanmanız olası… Niyetiniz bu olmasa dahi…
Ben sözü yine Remzi’nin “Şato”suna getireyim. Kapağında çevirmen adı var mı, yok mu diye bakarken, bir şey dikkatimi çekti. Kitap, kitapyurdu.com’da 300 sayfa görünüyor. İçimi afakanlar basıyor: Acaba eksiltme mi var? Sonra İdefix.com’a bakıyorum: 200 sayfa… Bir anda 100 sayfa azaldı, bunu hazmetmeye çalıyorum. Ve diyorum ki kendi kendime: en güvenilir kaynak yayınevinin kendidir. Hemen bakıyorum Remzi’nin internetteki sayfasına; kitap 320 sayfa…
Meraklıları için söyleyeyim: Kitap, özgün dilinde, Anaconda edisyonunda 420 sayfa… Şimdi de yüreğinize su serpeyim: Anaconda karınca duası gibi basmıyor kitapları; satır araları açık ve puntoları normalden biraz büyük… Dolayısıyla forma sayısı fazla oluyor, diğerleriyle kıyaslandığında. Latife olsun, yüreklerimiz azıcık hoplasın diye aktardım bu bilgiyi.
Ama mümkünse, siz siz olun, kapakta çevirmen adını kullanan, bu sayede itibar kazananlara da ara sıra eleştirel gözle bakın… Yine mümkünse, kapakta adı olan, ama bilmediği dilden çeviri yapanları da görün… Hepsinden önemlisi: Çevirmenler kadar redaktörlere, editörlere de saygıda kusur eylemeyin. Olmaz mı?