Bahar – Büyük anlatılan küçük sorunların dizisi

Bahar’ın hikâyesi, bir küçük işaret fişeği. Böyle de bir şey var, desem mi, demesem mi arasında bocalayan… Çünkü feminizm yahut aydınlanma, dizinin derdi dahi olsa (ki değil), amacına hizmet etmiyor. Dizideki sorun, toplumsal bir sorun gibi anlatılmıyor! Sadece küçük sorunlar büyük anlatıyor – o kadar!

Cebinizdeki para, denize karşı oturup bir simit ve yarım çaya yetiyormuş – ne gam! Artık 50 liralık benzinle benzinlikten bile çıkamadığınız için arabayı satmayı düşünecek durumdasınız – ‘sorun’ mu bu! Dış mihraklar, içimizdeki İrlandalılar yahut herhangi bir bahane yetiyor, içine itildiğimiz lağımın kokusunu unutmamıza.

Bilmiyordum, öğrendim. İzlememiştim, izledim.

Öyle ballandıra ballandıra anlatıldı ki, bilmediğim/izlemediğim için utandım.

Bahar’dan söz ediyorum; Show TV’nin yeni dizisinden…

Senaryoyu Ayça Üzüm yazmış. Ayça Üzüm, Doctor Cha’ya (Kim Dae-jin,Jung Yeo-rang) bakarak mı yazmış; söylemek zor. Nasıl ki, Elif Şafak’ın Bit Palas ile Mine Kırıkkanat’ın Sinek Sarayı arasında yüzde 5 benzerlik bulduğu için intihal kararı veren bilirkişi heyetini eleştirmişsem, burada da benzer bir yerden bakıyorum.

İki dizi arasında benzerlik var mı? Var.

Gel gör ki bu benzerlik, elma ile armut arasındaki benzerlikten öteye gitmiyor. Elma ile armut ‘meyve’ paydasında buluşuyor, Bahar ile Doctor Cha da ‘dizi” paydasında…

Buradan hareketle polemik üretmek, film jargonuyla söyleyeyim, rabarba’dan öteye götürmez bizi. Bıdı bıdı eder dururuz.

“Kahkahamdan Rahatsız Oluyorsun Diye Sesimi Kıstım”

Şunu baştan söylemekte yarar var: Yeşilçam geleneği devam ediyor. Bir filmi, bir diziyi, yönetmenine bakarak değil de oyuncusuna bakarak tercih ediyoruz.

Demet Evgar’ın varlığı, dizinin ilk günden keşfedilmesini sağlamışa benziyor. Hem komedi, hem trajedi oynama yeteneğine sahip, kamera karşısında fevkalade rahat bir oyuncu çünkü. Seyirciye “gündelik hayatında da böyledir bu” dedirtecek türden bir rahatlık bu…

Dizinin ana karakteri olan Bahar, tıp fakültesinden mezun olmasına rağmen ev hanımlığını tercih ederek başarılı cerrah eşine ve çocuklarına kendini adamış bir kadın olarak çıkıyor karşımıza.

Görünen o ki, türlü olaylar sonrası, haklı bulunacak gerekçelerle mesleğine dönecek… Birinin eşi, annesi, gelini veya bakıcısı olmaktan vazgeçecek… Kendi olmayı öğrenip bağımsızlaşacak…

Kahkahasından rahatsız olanlar için sesini kısmayacak…

Ruhunu emenlerin karşısında güneş gibi parlayacak…

Aslında hikâye çok şablon… Hemen hemen her ülkede karşımıza çıkan ve hazin bir hikâye… Denebilir ki, bu neye tekabül ediyor? Ezilen bir kadının aydınlanması kimin umurunda?

Bir kere popüler bir kulvarda koşuyor dizi. Temel güdüsü ‘çok izlenmek’… Yönetmenin yahut senaristin başka tasaları varsa da, bunu öne koymaları olasılık dışı. Yani karşımızda, ne unutulmayan diziler arasına girecek ne de estetik bağlamda benzersiz bir yapım var.

Bunu küçümsemek için söylemiyorum. Çok izlenmek arzusuyla yola koyulup da nefesi yetmeyen nice dizi söz konusu. Bahar, görünen o ki, ‘final’ yapana kadar yüksek izlenme oranlarıyla gündemde olacak.

Yol Yorucu Da Olsa Yolculuk Umut Veriyor

Bahar, rengârenk giyinen, ama hayatının renkleri solmuş bir kadın. Kendine ‘ikinci bir hayat’ kurma telaşında… Onun bu telaşı, bu çabası, kendini o durumda hissedenler için umut olacağa benziyor.

Denebilir ki, tek bir kadının hayatını değiştirme hikâyesi mühim değil, mühim olan ataerkil toplumsal yapıyı, feodal ilişkileri yeniden düzenlemek, iş dünyasındaki cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmak.

Ancak bir diziden de dizi dışında bir şey olmasını beklemek biraz abes…

Yine de hafife almamak gerek. Zira sanatın gizil bir gücü var. Hem de uzun zamana yayılabilen…

Böylesi hikâyelerin anlatılması güzel. Lakin kadın hakları bağlamında ona değer atfetmek hata.

Bir de şu var: Dizideki sorun, toplumsal bir sorun gibi anlatılmıyor! Sadece küçük sorunlar büyük anlatıyor – o kadar!

Eğer karaciğer nakli bahane, hayat şahane düsturuna temkinli yaklaşırsak sorun yok.

Kabul, ezber tekrarı da olsa (ki 50’lerden bu yana kadında uyanışı sağlaması umulan çok sayıda film, dizi üretildi), sahici bir yanı, albenisi var dizinin. Bu tadı bozmadan final görmesi bile bir şey. Ötesi ise hayalcilik…

Kuşkusuz Carol Hanish haklı. “Kişisel olan politiktir.” Ancak, belirttiği gibi, “toplumsal ve politik bir sorun, kişisel terapiyle çözülemez.”

Bahar’ın hikâyesi, bir küçük işaret fişeği. Böyle de bir şey var, desem mi, demesem mi arasında bocalayan… Çünkü feminizm yahut aydınlanma, dizinin derdi dahi olsa (ki değil), amacına hizmet etmiyor.

Belki empatinin altını sıcak tutuyor. Belki kadınlara yalnız olmadıklarını hissettiriyor. Belki de geçici bir tatmin yaratıyor…

Dizilere kaldırabileceklerinden fazla yük ve anlam atfetmek doğru değil. Hayatı değiştirebileceklerini ummak yahut beklemek, hayal kırıklığı denen yarığı kapanmaz hale getirir. Lütfen, dikkat…

 

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com