Çeviri edebiyat, kıtalar arasında yeni bir köprü kurarken farklı yaşam deneyimlerini de gün yüzüne çıkarıyor. The Guardian’ın değerlendirmesine göre, son haftalarda İngilizceye kazandırılan eserler, Avrupa’nın çok sesli edebiyat panoramasını yeniden hatırlatıyor.
İspanyol yazar Beatriz Serrano’nun Discontent adlı romanı, Madrid’deki bir reklam ajansının tekdüze dünyasını keskin bir mizah ve toplumsal eleştiriyle ortaya koyuyor. Alman-Romen yazar Iris Wolff’un Blurred romanı ise 20. yüzyıl Romanya’sının göç, hafıza ve aidiyet temalarını dokunaklı bir dilde işliyor.
Avusturyalı Teresa Präauer’ın satirik eseri Cooking in the Wrong Century, Avrupa’nın güncel kültürel dinamiklerini ironik bir bakışla ele alırken; Çinli yazar Shuang Xuetao’nun öykü koleksiyonu Hunter, Pekin ve Shenyang’ın kentsel dokusunda gerçeküstü öğelerle dolaşarak kıtanın sınırlarını aşan bir çeviri deneyimi sunuyor.
Eleştirmenlere göre bu seçki, yalnızca ulusal edebiyatların özgün seslerini taşımakla kalmıyor; aynı zamanda günümüz Avrupa’sının kültürel ve toplumsal çeşitliliğini de görünür kılıyor.
Çeviri edebiyat, farklı coğrafyaların hikâyelerini, dillerini ve bakış açılarını evrensel dolaşıma sokar. Bir yandan bireyin yaşadığı yere özgü deneyimlerini küresel sahneye taşır, diğer yandan da okuru kendi sınırlarının ötesinde düşünmeye zorlar. Jorge Luis Borges’in, Milan Kundera’nın ya da Orhan Pamuk’un uluslararası yankıları, çeviri sayesinde mümkün olmuştur. Ayrıca çeviri edebiyat, kültürler arası empatiyi güçlendirirken, edebi dillerin de birbirinden beslenmesini sağlar. Kimi zaman bir ülkenin toplumsal travması, kimi zaman da günlük hayatın sıradan ayrıntıları, farklı bir dile çevrildiğinde yepyeni çağrışımlara kavuşur.
Avrupa edebiyatında son on yılda dikkat çeken birçok yeni isim belirdi. Norveçli Karl Ove Knausgaard, altı ciltlik Kavgam serisiyle otobiyografik romanı yeniden tanımladı. Polonyalı Olga Tokarczuk, 2018 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak kıtanın feminist ve ekolojik duyarlılıklarını güçlü biçimde temsil etti. Fransız yazar Annie Ernaux, otobiyografik metinleriyle kolektif hafızayı bireysel deneyimle buluşturdu ve Nobel ödülüne uzandı. İtalyan Elena Ferrante, ‘Napoli Romanları’ ile yalnızca İtalya’da değil, dünya çapında kadın deneyimlerine dair yeni bir anlatım hattı açtı. Bu yazarlar, Avrupa’nın edebiyat sahnesinde bireysel olanla toplumsal olanı ustalıkla harmanlamalarıyla öne çıkıyor.