Ah, o listeler – Ölümü gösterip sıtmaya razı etme durumu

Önümüz arkamız listelerden geçilmiyor. En popüleri 100 Temel Eser sanırım. Lakin “Ölmeden Önce” dizisi de fena değil; size okumanız (kitap), dinlemeniz (müzik), izlemeniz (film), görmeniz (resim) gerekenleri tek tek sayıp döküyor. İltifat da görüyor doğrusu… Peki, bu mudur 'olay'?

Pek sahici gelen, lakin fevkalade uydurma bir dünyada yaşıyoruz. Sanki biri(leri), uzaktan kumanda tuşlarına basarak belirli komutlar veriyor ve bizler, yani kul yahut köleler, bu komuta itaat adına en yakınımızdakini kırmakta, üzmekte, hatta ezmekte sakınca görmüyoruz. Dahası o komutu içselleştirip kendimiz üretmiş/bulmuş gibi kamusal alana taşıyor, sürünün bir parçası olarak sürüyü gütmeye çalışıyoruz.

“Komut” dediğimiz şeyi, eğer mümkünse, “yap-et”in ötesinde, daha çok sırtını “büyük” yazarlara, “büyük” oyunculara dayayan “alıntı”lar, “popüler” yahut “üretilmiş” filozoflardan ödünç alınmış “aforizma”lar, kişisel gelişim “telkin”leri, kitle iletişiminin medar-ı iftiharı gazete eklerinin ölmeden önce (yahut hâlâ bir şey satın alacak gücünüz varken) okumanız/gitmeniz/yemeniz gerekenler “liste”leri vb. şeklinde okuyunuz lütfen.

Derinlikli görünen zırvalık…

Geçenlerde bir haber kulaktan kulağa, siteden siteye yayıldı. Habere kaynaklık eden kişi, Waterloo Üniversitesi’nden (Kanada) doktora adayı Gordon Pennycook (ve ekibi)…

Ekibin, adına “On the reception and detection of pseudo-profound bullshit” dedikleri ve yaklaşık 300 denekle yaptıkları “çalışma”nın özeti şu: Entelektüel görünümlü “zırva”lıkları benimsemeye açık olanlar düşük zekâya sahipler; komplo teorilerine, doğaüstü olaylara ve alternatif tıbba inanmaya daha fazla eğilimliler…

Bu iddianın üzerine balıklama atlayıp sonra “pişman olacağım” şeyler söylemem mümkün. Temkinli davranıp iki hususun altını çizmekle yetineyim, iyisi mi:

a.) Sözlü yahut yazılı neredeyse hiçbir paylaşımda kaynak (kişi adı dâhil) belirtilmiyor. Dolayısıyla alıntının sahiden o kişiye mi, yoksa başka birine mi ait olduğunu tanıtlama/kanıtlama imkânımız elimizden çalınıyor. Bize kayıtsız şartsız itimat dışında bir şey kalmıyor.

b.) Elbette sözcükler/cümleler tek başlarına da bir anlam ifade edebilirler, hem de derinlikli… Ancak o sözcüğün kullanıldığı cümle, o cümlenin geçtiği paragraf, o paragrafın yer aldığı metin de, en az “kendi”leri kadar mühimdir. Zira “bağlam”, hem “bir şeyle doğrudan bir ilişki içinde bulunan”, hem de “söz konusu şey karşısındaki tavrımızı, ona ilişkin bilgilerimizi etkileyen anlamlar, düşünceler, önkabuller, yargılar ve perspektifler toplamı”dır.

Malum iki şey, yani “kaynak” ve “bağlam” eksik olunca, “düşünme” yetisini henüz kaybetmeyenlerin içindeki tereddüt ocağı harlanır. İsraf değil mi, yerli yersiz bu ocağa ateş sürülmesi…

Ok raydan çıktı…

Çekinmeden söyleyebiliriz: Günden güne bir özdeyişler, aforizmalar, darbımeseller cennetine dönüşmekte kütüphanelerimiz (varsa tabii)… Görsel medya da bu yangına körükle gitmekte: Mesela “Ezel” dizisindeki Ramiz Dayı (ortalık “dayı sözleri”nden geçilmiyor)… Mesela “Ekmek Teknesi” dizisindeki Cengiz ve Heredot Cevdet (birinin sözleri komik, diğerininki derin bulunuyor, bize de “yargısız insaf”, “ok raydan çıktı” lezzetinde şeyler kalıyor)… Mesela “İnci Taneleri” dizisindeki Âzem / Adem Yücedağ (sanki senarist [Yılmaz Erdoğan yani] eline bir Osmanlıca-Türkçe sözlük almış, V maddesinde ne kadar “vakt”la ilgili madde varsa yazayım demiş gibi)…

Bilim içerikli uluslararası bir dergi “Arts & Humanitie Citation Index”… Onun yaptığı bir araştırmaya göre tüm zamanların en çok alıntı yapılan kişileri şunlar: Marx, Lenin, Shakespeare, Aristoteles, Hegel, Freud, Chomsky, Platon ve Cicero…

Lakin ilginç; Marx da, Lenin de, bırakın Amerika’yı, Asya’yı, Avrupa’da bile ne çoksatan ne de çok okunan… O halde şu yola çıkmak mümkün mü acaba: İnsanlar, belli kalıp sözcükleri/cümleleri bir sakız gibi çiğnemekten hoşlanıyorlar. Bir adım ilerisi: O sözün içeriğinden ziyade üçüncü kişide yaratacağı etki umurlarında.

Peki, listelere ne demeli?

Önümüz arkamız listelerden geçilmiyor. En popüleri 100 Temel Eser sanırım. Lakin “Ölmeden Önce” dizisi de fena değil; size okumanız (kitap), dinlemeniz (müzik), izlemeniz (film), görmeniz (resim) gerekenleri tek tek sayıp döküyor. İltifat da görüyor doğrusu…

Kitap bağlamında listesine en çok güvenilen kaynak New York Times galiba… Belki Publishers Weekly yahut Amazon’un listeleri… Kimi internet üzerinden yapılan satışları baz alıyor, kimi kitabevi… Ve alan da, satan da, yayımlayan da memnun; şu listeleme işi birkaç insan ömründen uzun zamandır var olduğuna göre…

Nasıl bir yarış, ne menem bir kavrayışsa bu, her kesimden iltifat yağıyor “listeleme”ye… The Guardian‘ın haberine göre, Akademik Kitap Haftası çerçevesinde uzmanlar, yememişler içmemişler, en etkili 20 akademik kitap listesi oluşturmuşlar. Oylamayla birinci seçilen kitap, Darwin’in “Türlerin Kökeni” adlı kitabı… Listede ikinci sıra, Marx ve Engels tarafından yazılan “Komünist Manifesto”… Üçüncü Shakespeare, tüm eserleriyle… Dördüncü “Devlet” (Platon), beşinci “Saf Aklın Eleştirisi” (Kant)…

Bu liste, bize ne söyler?

“Ey mümin kardeşim, tek bir kitap var, o da Kur’an; ille okuyacaksan onu oku; zinhar yanaşma bunlara!”yı mı fısıldar kulağımıza… Yoksa “Elalem neler okuyor; sen hâlâ Eyvallah’la vakit öldür!”ü mü… Seçenekleri çoğaltmak mümkün… Mümkün de, bu bizi nereye götürür? Tartışırız bilahare…

İz bırakmak… Ses getirmek…

Oysa ben ilginç bulduğum bir listeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Muteber bir kitap eki, yılın en iyi kitabını belirleme arzusunda… Üstelik bu güzelliği, bizzat oluşturduğu bir seçici kurulun insafına bırakmayacak kadar da duyarlı, hakkaniyetli… Kendisi (kim bunlar, bilmiyoruz), “dünyadan ve Türkiye’den okuyucuda iz bırakan romanlar, öyküler, titiz araştırma kitapları… Edebiyat ve inceleme-araştırma alanında bu sene en çok ses getiren 20 kitap” seçiyor ve son sözü “sıradan okur”a bırakıyor. Bir tür ölümü gösterip sıtmaya razı etme durumu yani.

Niye 20 kitap seçildi? Hangi kıstasa göre seçildi? diye sormaya yeltensem de, muhatap bulamayacağım kesin… Sadece mantığını çözmeye çalışıyorum cüzi irademle…

Anlayabildiğim kadarıyla “iz bırakmak” ve “ses getirmek” temel ölçüt. Bir şeyin iz bırakabilmesi için evvela okunması gerek, değil mi?

Sıradan bir listeye, çok satan listesine bakıyorum: İlk sırada Pierre Franckh’ın “Rezonans Kanunu”… İlk baskısı 2019’da yapılmış.

Listede ikinci sıra “Söyleme Bilmesinler”in.. Yazarı Şermin Yaşar. Kitap geçen sene okurla buluşmuş.

Üçüncü sırada  James Clear’in “Atomik Alışkanlıklar”ı var. O da 2020 baskısı…

Yani ilk üçte, tek bir yerli yazar yok; tek bir 2024 baskısı kitap yok.

Hadi bir de “ayın yazarları”na bakalım… İlk üç şöyle: Mümin Sekman, Frank Herbert, Zekeriya Efiloğlu…

Bize ne söylüyor bu manzara?

Bana göre şunu: “Kişisel Gelişim” denen illetin modası henüz sönümlenmiş değil. Eğer filmi vizyona girmese, bunca ses getirmese, Frank Herbert’in, o sıra dışı eseri “Dune”un yüzüne bakan olmayacaktı.

İşin rezil yanı ne, biliyor musunuz? Biri çıkıyor, “Dune” (6 kitap) dizisinin ilkini okumuş, atıp tutuyor YouTube’da ve yüz binden fazla kişi tarafından izleniyor.

Dikkat buyrun, lütfen: 100 binden fazla kişi izliyor o içeriği… Ama içerikte bir şey yok. Çünkü sadece ilk kitabı okumuş. O ilk kitap ki, vizyondaki iki filmin kaynağı…

Şu fütursuzluğu anlamam mümkün değil: Filmini seyrettiğin için kitabı okuyorsun. Ancak onun bir dizi olduğunu ya bilmiyorsun ya da serinin diğer kitaplarını okumaya eriniyorsun. Sonra da eni konu vakıfmışsın gibi konuya bir video çekip yayınlıyorsun.

Bunu çekip yayınlayana mı, yoksa onu muteber kabul edip izleyene mi kızmalı?

Hazin olan ise şu… Yukarda adını andığım üç kitap hakkında kaç eleştiri yayımlandı edebiyat dergilerinde? Hatırlayanınız var mı?

Vurgulamakta yarar var sanırım: Nitelik değil sorguladığım şey! Bir muteber kitap eki “yılın en iyi kitabı”nı okurlara seçtiriyor; ve bunu yaparken bile okurun önüne “iz bırakmak”, “ses getirmek” gibi kıstaslardan hareketle ediyor. 20 kitaplık listede türler de karışıyor birbirine… Yani diyor ki, ha şiir olmuş, ha öykü, umurumda değil; asıl olan liste… Oraya soktuğum her “kitap” satın alınıyor çünkü. İyi de sen “kitap eki”sin, kitabevi broşürü değil ki…

Bu mudur “olay”?

Bu mudur “adap”?

Sahi, ben mi abartıyorum bazı şeyleri, yoksa güzel Türkçemizde buna uygun bir tabir var mı?

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com