Ağaçlarla evlenenler diyarında bir ‘ikinci bahar’

Dergileri, bilhassa eski dergileri karıştırmak için “hiçbir yere kıpırdamadan zamanlar ve türler arası yolculuk yapmak” denebilir mi, acaba?

Dergileri, bilhassa eski dergileri karıştırmak için “hiçbir yere kıpırdamadan zamanlar ve türler arası yolculuk yapmak” denebilir mi, acaba? İşbu yakıştırma biraz zorlama, biraz abartılı da dursa, kim mani olabilir ki, sayfaları eprimiş, kenarları kemirilmiş, buruşmuş, kokuşmuş, üzerine kimileyin çay, kimileyin portakal suyu dökülmüş dergilerden alacağınız hazza? Değil mi ki ‘keyif verici maddeler’ arasında dergi denen şey… (Sahiden öyle mi?)

Sık sık, sanki biri kulağıma “Seyahat, hemen…” denmiş gibi, kâğıdımı kalemimi alır, üst üste yan yana duran dergi dağlarından bir kısmını yerinden eder, uzunlu kısalı metinlere, renkli yahut karakalem çizimlere gömülürüm. Bu, zaten zayıf olan hafızamdaki bilgileri yenilememe, gözden kaçırdıklarımı yakalamama yardımcı olur. Günden güne de “unutulmuş şairler antoloji” fikri harlanır durur bir yerlerde…

İşte böylesi bir günde rastladım Sungun Yayınları’nın ilanına… Varlık dergisinde (Kasım 1983), Özdemir İnce’nin “Yapısalcılık Karşısında Zorunlu Bir Alan Savunması” yazısının bitişiğinde… İlkin çevirmeni dikkatimi çekti: Sulhi Dölek. Adı, “İkinci Bahar” dizisinin senaryo yazarı olarak geçse de dedikodu masalarında, bilen bilir, hem Varlık’ın –neredeyse– kadrolu yazarlarındandır, hem de iyi bir yazar… Yükseköğrenimini Deniz Harp Okulu’nda yapmış, Amerika’da, Michigan Üniversitesi Gemi Yapımı ve Makine Bölümü’nde okumuştur. Kültür Bakanlığı Çocuk Yapıtları Yarışması, Milliyet Yayınları Roman Yarışması, Madaralı Roman Ödülü, Sabahattin Ali Ödülü olmak üzere pek çok ödülün sahibidir.

Bitkilerin Gizli Yaşamı…

Cahillik başa bela: Sulhi Dölek’in çeviri yaptığını bilmiyordum. Kaynak kitapların ezici çoğunluğu, çevirmenliği bir “iş”, bir “uğraş” yahut “yaratıcılık” olarak görmediklerinden olsa gerek, onun bu konudaki meziyeti hakkında bilgi bulmak zor. E, bunun üstüne dillere destan tembelliğimi ekleyince savunma yapmak da o derece kolay tabii…

İlanda dikkatimi çeken ikinci nokta başlıktı: “Büyük ilgi uyandıracak bir kitap daha sunmaktan kıvanç duyar.”

“Büyük ilgi” ve “kıvanç duymak”; bu iki sözcük öbeği kışkırttı beni… Dedim ki kendi kendime: kitap basmak kıvanç duyulacak bir şey demek ki o dönem ve ‘ilgi uyandırmak’ o dönemde bile önemli… Kitap yayıncılığını, ‘kültür hizmeti’ sandığım için afalladım belki de…

Ne var ki ilanın yarattığı asıl cazibe, Sulhi Dölek’in çevirdiği kitabın adı ve hakkında söylenenler…

Sulhi Dölek, Peter Tompkins ve Christopher Bird’ün birlikte yazdıkları kitabı “Bitkilerin Gizli Yaşamı” adıyla dilimize çevirmiş. Üsluba müdahale etmemek için alt metni olduğu gibi aktarıyorum:

*Kaktüsüne sayı saymasını, yirmiye kadar toplama yapmasını ve karşılıklı konuşmayı öğreten Japon Bilim Adamı…

* Görünüşe göre duyarlılık hücresel düzeyde son bulmuyor. Molekül düzeyine, giderek daha öteye bile inebilir. Bugüne değin cansız olarak kabullenmeye alıştığımız her tür nesnenin yeniden değerlendirilmesi gerekebilir.

* Rock müziğinden ‘hastalanan’ ve ‘kaçan’ bitkiler…

* Bu kitap Doğu’da ve Batı’da yapılan düşündürücü araştırmaları ince bir mizah ve akıcı bir anlatımla sergilemektedir.

Kim söylemişti, anımsamıyorum, belki de ben uydurmuşumdur, konuya uygun şöyle bir cümle fırdönüyor kafamda: “Umudun bittiği yerde umut başlar.”

Meditasyon, feng shui, reiki, I Ging vb. üzerine çıkan kitapların sayılarının artması bir de böyle okunabilir mi dersiniz?

Ağaçlarla Evlenenler Diyarı…

Dergileri karıştırmaya devam ediyorum iştahla… Önce küçük bir girizgâh: Octavio Paz’ı sever misiniz? “Güneş Taşı”nı, “Yalnızlık Dolambacı”nda birkaç kez sektirip “Çamurdan Doğanlar”ın yanında bağdaş kuran çocuğu yani… Eğer içinizdeki liri gerecek birine ihtiyacınız varsa, hararetle tavsiye olunur. Brahms’tan sonra ‘iyi’ gelecektir!.. Eminim.

İşte bu küçük şaman der ki: “İmge, insanlık durumunun anahtarıdır.” Sonra ekler: “Her imge, içinde sayısız karşıt ve uyumsuz anlamı barındırır ve bunların hepsi imgenin içinde hiçbir zorlamaya neden olmadan barış içinde yaşarlar.”

“Ağaçlarla evlenenler diyarı” da benim için böyle bir imge… Ne Latife Tekin’e gönderme yapıyor (belki yapıyordur!), ne Lewis Carrol’a, ne de Forrest Carter’a… Fırlatılıp atıldığım dünyada, fırlatılırken yitirdiğim, yaşadıkça da yitirmeye devam ettiğim şeyi/şeyleri imliyor; sadece ve sanki… Kendisinden beklenen hızla beklenen yönde dönen çarkın içine sokulan kol misali…

Başka metinlere el sallayan, zihnimi başka metinlere taşıyan cümleleri/imgeleri severim. Düzeltiyorum: Fena halde severim! “Ağaçlarla evlenenler diyarı”nı okur okumaz kendimi kışkırtılmış, yarası kanırtılmış hissetmemin bir gerekçesi de bu, belki de… Gel gör ki kabarmış ayranıma sinek misali düşen de aynı imge…

Bunu biraz açmam gerek, sanırım. “Ağaçlarla evlenenler diyarı”, biraz önce betimlemeye çalıştığım halleri tek başına karşılayan bir imge. Ne ki işbu imge, bağlamından koparıldığında böyle… Koparılmadığında ise şöyle: “En Güzel Aşk Mektupları ve Ağaçlarla Evlenenler Diyarı isimli enteresan yazılardan başka, şu suallere cevap vermektedir: Belgevşekliğinden kurtulmak için ne yapmalı? Kadının tatmin edilebilmesi için nasıl hareket etmeli? Cinsî münasebet şartları V.S.”

Ne mi bu? Söyleyeyim: “Türkiye’nin en faydalı ve herkes tarafından en çok beğenilen mecmuası Seksoloji”nin haziran ayında yayımladığı ilanın spotu…

Yine o ilandan öğreniyoruz ki, “Her sayısında cinsî hayata ait meselelerin ve güçlüklerin bir kısmına cevap veren bu değerli mecmuanın yeni çıkan sayısında”, şu bilim ya da düşün adamlarının yazılarına yer verilmekte:

 

Bekâretin mâna ve değeri: Dr: Faruk Akbeg

Bir ressamın aşk hayatı: Dr: Samih Nafiz Tansu

Bir kocanın karısına karşı vazifeleri: Prof: Dr: F. H. Saymen

Yuvanız kafes değildir: Bill Eckert

Prostat kanseri: Dr: Kemal Çağlar

Hasis kocalar: Jules Archer

Cinsî hayatta marazî hâller: Dr: Aydın Uluyazman

Türkiyede cinsî hayat: Votre Santè

Homoseksüel kadınlar: Dr: Eugene Mozes1

 

Yazıların başlıklarına bakarak, “konular ne kadar da güncel” yakıştırması yapsak, kim ayıplar bizi… Peki, işbu ilanın 15 Haziran 1952’de, on beş günde bir yayımlanan bir dergide çıktığını söylesem, ne buyurursunuz… Biraz daha ileri gidip işbu ilanın bir edebiyat dergisinde, “Resimli Hikâyeler”de yayımlandığını itiraf etsem…

E, neye niyet, neye kısmet. Bilgisayarın başına çöktüğümde, derdim türlü türlü dergilerden bahsetmekti. Nasip olmadı. Belki başka bir yazıda, başka dergilerden, unutulmuş yazılardan, hoş ilanlardan bahsederim. Ama şimdilik bu kadar…

1 İlandaki imlaya sadık kaldım.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com