"6 Şubat depremlerinin üzerinden tam bir yıl geçti, halkın terkedildiği yalnızlık ise hâlâ devam ediyor. Ancak Hatay'da halk unutulmak istemiyor, affetmek de. Bu, bütün sloganlara yansımış durumda."
6 Şubat depremlerinin yıldönümü vesilesiyle, Hatay’a uzun bir aradan sonra ilk kez gelmiş oldum. Eylül ayındaki son gelişimden beri Hatay’da hiçbir şeyin değişmediğini söyleyebilirim. Hatay’ın girişinde, Belen Kavşağı’dan sonra büyük blok bir bina vardı, çok net hatırlıyorum bu binayı. Artık bu gibi binalar sizin Hatay’ı hatırlamanıza sebep oluyor. Eskiden ışıl ışıl olan şehir karanlığa gömülmüş, bu durum hemen insanın gözüne çarpıyor.
Şehre girdiğimde trafiğin biraz yoğun olduğunu fark ettim. Bu trafiği, insanların bir şekilde ayakta durduğunun, 6 Şubat dolayısıyla sevdiklerinin, akrabalarının yanına geldiklerinin, bir arada olduklarının bir göstergesi olarak yorumladım. 5 Şubat’ı 6 Şubat’a bağlayan gecede Köprübaşı’na geldiğimde yanılmadığımı anladım. Varır varmaz çok yoğun bir insan kalabalığıyla karşılaştım, herkes geri sayımı, yani saat 04.17’yi bekliyordu.
Şehirde biraz dolaşmaya başladım, özellikle karanlık sokaklarda. Edindiğim ilk izlenimlerden biri depremin ilk günü gibi karanlık ve ürkütücü bir hava olduğuydu. Her ne kadar geçen yılki gibi bir soğuk olsa da geçen yıla kıyasla havada bir ılımanlık hakimdi. Ben bu ılımanlığı insanlar arasındaki dayanışmaya yordum. İnsanlar ilk günkü dayanışma ruhunu hâlâ koruyorlar.
Ara sokaklara daldıkça insanların, karanlık sokaklardaki enkazların üstüne mum yerleştirdiklerini fark ettim. Her bir enkazın üstünde yanan mum ışığı insanların unutmak istemediğinin en büyük göstergesiydi.
Köprübaşı’na tekrar döndüğümde ise alan daha da kalabalık olmuştu. Ancak iki anma vardı: Biri devlet erkânının yapmış olduğu, Sağlık Bakanı’nın, CHP Genel Başkanı’nın katılacağı anma, diğeri ise Kent Konseyi’nin anması. Başta, bir gazeteci olarak, töreni nasıl takip edeceğimi kafamda tam oturtamadım; çünkü insanlarda birikmiş bir öfke vardı ve çok yoğun bir kalabalık bulunuyordu.
Törenin yapılacağı alana polis bariyerleri kuruluyordu. Polis insanlara, karanfil dağıtılacağını ve yürüyüşün ondan sonra başlayacağını söylüyordu. Fakat vakit yaklaşmasına rağmen kortejde hiçbir ilerleme yoktu. Daha sonra insanların tepkisi üzerine yürüyüş başladı.
Sessiz bir yürüyüştü ama öyle bir sessiz yürüyüş ki attığınız her adımın en ufak ses tonajı dâhi duyuluyordu, herkes bunu hissediyordu. Yani buna ne kadar sessiz bir yürüyüş denilebilir bilmiyorum: Sesi olmayan bir öfkenin yürüyüşü gibiydi.
Törenin yapılacağı saat geldiğinde ise saygı duruşunun ardından öfke patlaması yaşandı. İnsanlar “sesimizi duyan var mı, bizi yalnız bıraktınız, ne işiniz var burada?” diye bağırıyordu. Bu aslında, depremin ilk günlerinde burayı yalnız bırakanlara karşı duyulan bir öfkeydi. Ezan ve duaların okunacağı dakikalarda dâhi bu yoğun tepki yer yer arbedeye dönüşerek devam ediyordu.
Özellikle, Gökhan Zan dikkatimi çekti, kendisi büyük bir öfke duyuyordu, bağırıyordu ve insanlar da onun yanındaydı. Gökhan Zan ne siyasetçi ne de futbolcu kimliğiyle orada bulunuyordu, yalnızca bir Hataylı olarak tepkisini dile getiriyordu.
7’den 77’ye bütün Hataylılar çok öfkeliydi. Peki bu tepki sadece iktidara mıydı? Hayır. Aynı zamanda bu şehri yöneten Belediye Başkanı’na ve partisi CHP’ye de gösteriliyordu bu tepki. Çünkü Lütfü Savaş’ı yeniden aday yapmışlardı. Bundan dolayı büyük bir öfke vardı, özellikle nehre karanfil atılacağı dakikalarda Lütfü Savaş ve CHP’liler alanı terk etmek zorunda kaldı. O kadar ki bu tepki bugün kulislere de yansıdı, Lütfü Savaş yerine başka bir aday çıkarma fikri dolaşmaya başladı.
Bu durum halkın değiştirme gücünün siyasette ne denli etkili olabileceğini ve halkın doğrudan tepkisinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu da halkla birlikte demokrasinin nasıl işletilebileceğinin bir göstergesi bence ama maalesef ki siyasetçiler siyaset peşinde halk da kendi derdinde. Önceki gün yapılan konuşmaları da göz önünde bulundurarak halk hariç herkes yas tutmak yerine siyaset yaptı diyebiliriz. Halk burada yalnız bırakılmıştı ve o yalnızlık hâlâ devam ediyor.
Anmalar yalnızca ‘sessiz yürüyüş’le sınırlı kalmadı, insanlar tüm gün kaybettiklerini andı. İnsanlar sabahın erken saatlerinde yakınlarının mezarlarının başındaydı. Rant uğruna yok sayılan hayatların tümü bir yıl boyunca, resmi adıyla, Deprem Şehitleri Mezarlığı’na getirilmişti. Her bir mezarın başına bayrak ve kırmızı karanfiller yerleştirildi, peki ya sorumlular nerede? Kimse bilmiyor.
Halk unutmak istemiyor, affetmek de istemiyor. Bu, bütün sloganlara yansımış durumda. Hâlâ cenazesine ulaşamayan insanlar var. Bugün, 150’ye yakın kayıp yakını ellerinde pankartlarıyla Deprem Şehitleri Mezarlığı’na geldiler. Gerekirse tüm enkazlar yeniden kazılsın diyen aileler tek bir kemik parçasını bile talep ediyor, gömülme haklarını, kayıplarına saygı duyulmasını istiyor. Ama maalesef pek çok insanın gidip, sarılıp yaslarını tutabilecekleri bir mezar taşı bile yok.
6 Şubat Platformu ise yüzlerce kişinin katılımıyla Saray Caddesi’ne doğru yürüdü. Tek bir talepleri var: Hatay’ın yeniden kurulması ve gerçek adalet.
Şu an size bunları aktarırken bile karşımda ağır hasarlı binalar olduğu gibi duruyor. Evet bazı binalar mahkemelik, davalar sürüyor ama maalesef enkazların büyük çoğunluğu olduğu gibi yerinde duruyor. Ve şehrin yeniden inşa edilmesi gerekiyor ama bu sorun uzun yıllar devam edecek gibi gözüküyor.
Barınma sorunundan, yemek sorununa, işsizlik sorunundan halk sağlığı sorununa kadar pek çok sorunla karşı karşıyayız. Her taraf çamur içerisinde, yazın yağışlar bittiğinde bu çamurların toza dönüşeceğini unutmamamız gerekiyor. Bunu şehrin, asbest sorununda olduğu gibi, yine uzun bir dönem toz bulutu içinde olacağının bir göstergesi olarak yorumlayabiliriz.