140journos, Adnan Oktar grubuna ilişkin belgeselinde TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı'yı hedef haline getirdi. Belgeseli yapanlar, Adnan Oktar grubunun siyasi bağlantılarını görmeden "çarpıtıcı" bir anlatım tercih ederken, hem "muhalif" gözüken isimlerin hem de yandaş medyanın Fincancı'yı hedef alması dikkat çekti.
140journos’un Adnan Oktar grubunu ele alan ‘Adnan’ belgeselinde, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı hakkındaki, grubun Fincancı’ya işkence raporu hazırlattığı ve soruşturmanın bu raporla ‘çöpe gittiği’ iddiası yer aldı.
İddianın ardından, Fincancı’ya dönük sosyal medyada bir linç kampanyası başlatıldı. Linç kampanyasına yandaş gazeteler ve internet siteleri katılırken, Murat Ağırel gibi “muhalif” gazetecilerin e katılması dikkat çekti. Fincancı hakkında daha önce MHP lideri Devlet Bahçeli başta olmak üzere dile getirilen iddialar ve hedef göstermeler bu kez de yandaşlar ve muhaliflerin 140journos’un belgeseli üzerinde ortaklaşmasıyla devam etti.
Fincancı bu ithamların ve hedef gösterilmesinin ardından 140journo’s ekibinin kendisine ulaşmadığını ve işkencenin suç olduğunu belirten bir açıklama yaptı.
140journos tarafından yayınlanan belgeselde 1999 yılında yapılan bir operasyonda Adnan Oktar grubu üyelerinin Şebnem Korur Fincancı’nın hazırladığı rapor ile kurtulduğu öne sürülüyor.
Fincancı Sosyal medya hesabı X’ten iddialara cevap verdi. Fincancı, “İşkence kamu görevlilerinin kasıtlı, korkutma, sindirme amacıyla yaptıkları bir şiddet eylemidir. Fail kamu görevlisi olduğundan devletlerin önleme, uygulamama ve cezasız bırakmama sorumluluğu olan mutlak yasak bir suçtur. İşkence görenin kim olduğu, ne yaptığı işkence suçunu meşrulaştıramaz. Ancak işkenceyi meşrulaştırma çabaları ve cezasızlık işkencenin devam etmesi için yaygın olarak kullanılmakta, işkencenin görünür olması çabalarının değersizleştirilmesi için tüm yöntemler işleme sokulmaktadır” ifadelerini kullandı.
Fincancı hakkında iddialarla ilgili sosyal medya hesabından şu açıklamayı yaptı:
İşkence kamu görevlilerinin kasıtlı, korkutma, sindirme amacıyla yaptıkları bir şiddet eylemidir. Fail kamu görevlisi olduğundan devletlerin önleme, uygulamama ve cezasız bırakmama sorumluluğu olan mutlak yasak bir suçtur.
– Beni hedefe koyar gibi yapan, ancak son noktada çok tehlikeli bir duruma kapı aralayarak, işkence görenlerin zarar görmesine yol açacak ifadelere yer vermektedir.
– Adli tıp uygulamalarında tıbbi değerlendirme; öykü, tıbbi muayene, ruhsal değerlendirme, tetkikler ve bu aşamalarda derlenen verilerin tartışılması, ayırıcı tanı ile sonunda tanıyı içeren bir sonuçtan oluşur.
– Bu aşamalar ilk muayenelerde olmadığında eksikler tanımlanarak tüm inceleme adımlarının tamamlanması gereğini ifade eden bir değerlendirme de mümkündür.
– İşkencenin belgelenmesi için sürdürülen araştırmalar aylar, hatta yıllar sonra işkence tanısı koyabilmeyi mümkün kılan tanı yöntemleri geliştirilebilmesini sağlamıştır. İstanbul Protokolü de tüm bu aşamaları ve yöntemleri içeren bir kılavuzdur.
– Zarar verdiği ve zarar gördüğü iddia edilen tarafların varlığında bu taraflardan biri istediği olmadığında düzenlenen tıbbi belgeyi, kimi zaman da bu belgeyi düzenleyeni, kurumları değersizleştirmeye, bu olayda olduğu gibi nihai olarak işkenceyi meşrulaştırmaya hizmet eder.
– İşkenceyi meşrulaştırmak topluma zarar verecek bir girişimdir. Bir kez meşru görüldüğünde toplumun tüm bireyleri işkence görme riski ile karşı karşıyadır.
– O nedenle işkence ile mücadele eden insan hakları savunucuları kimin kime işkence yaptığından, meşru göstermek için ortaya konanlardan bağımsız ve ayrımsız işkenceyi görünür kılmak için uğraş verirler.
– Bir yargılama sürecinde olması gereken işkenceyle kanıt toplamak değil adil yargılama ile sürecin yürütülmesidir. Bir suç iddiasının araştırılmasında işkence görenlerin varlığı ve işkencenin görünür kılınması suçun araştırılmasını akamete uğratmaz.
– Tam tersine işkence uygulaması mutlak yasak olmasına rağmen devam ettiğinde, cezasız bırakıldığında ve suça dair delillerin uygun yöntemlerle toplanması yerine getirilmediğinde o iddia edilen suçun da örtbas edilmesine yol açar.
Sahte rapor iddiaları da bu tıbbi belgelerin değersizleştirilmesi için yaygın olarak kullanılmaktadır. Yalnız bu ülkede değil, dünyanın pek çok ülkesinde bu tür iddialarla on yıllardır karşılaştım.
– Yapılan soruşturmalarda düzenlenen bütün raporların tıbbi bilgiye ve araştırmaya dayalı sonuçlar olduğunu kanıtlamış olsam da her seferinde denemekten vazgeçmediler, belli ki vazgeçmeyecekler.
– Diziyi hazırlayanlar öyle olduğunu iddia etse de ne yazık ki bana ulaşmadılar. Herhangi bir açıklama isteği de olmadı.
İlgili tıbbi belgeleme süreci tümünde her zaman uyguladığımız gibi tıp biliminin olanakları ile ve birçok uzmanlık alanından görüşler ve ilgili tetkiklerin değerlendirmesiyle hazırlanmıştır
– Elbette bu raporlar tıbbi ortamlarda tartışılabilir. Yeni tetkikler varsa değerlendirilir. Bir bilimsel yayının tartışması bilimsel ilkelerle yapılır ancak işkencenin meşrulaştırılması için kullanılamaz.
– Uygunsuz bu süreç ve sosyal medyada emek verdiğimiz kurumları da içine alacak biçimde yürütülen karalama kampanyası ile ilgili hukuki girişimlerde bulunacağımı da buradan paylaşayım.
‘Adnan’ belgeselindeki ithamların ardından “bana ulaşmadılar” diyen Şebnem Korur Fincancı’ya 140journo’s’tan yanıt geldi. 140journo’s, soruların yayından 1 hafta önce Fincancı’ya gönderildiğine dair mail görüntüsü paylaşarak, iddiaların Fincancı’ya iletildiğini isterse şimdi yanıt vererek belgesele ekleyebileceklerini bildirdi.
Fincancı’ya 2 Şubat 2024’te gönderildiği belirtilen bir maile ilişkin ekran görüntüsü yayınlayan ekip, şu notu düştü:
“Şebnem hanım merhaba, sorular belgesel yayınından önce aşağıdaki adreslerden tarafınıza iletilmiştir. tarafların haklarındaki iddialara cevaplarına platformumuz her zaman açıktır. sorularımızı açık olarak aşağıda da yeniden iletiyoruz. vereceğiniz yanıtlara belgeselin altındaki açıklamalar ve yorumlar kısmında yer verilecektir. bunun haricinde, serinin son bölümünde geniş çaplı bir cevap hakkı kullanmak isterseniz platformumuz bütün taraflara olduğu gibi size de açıktır.”
TTB Başkanı Fincancı’nın hedef gösterilmesine pek çok tepki geldi. Gelen tepkilerden bazıları şöyle:
İnsan Hakları Derneği: “İşkence İnsanlığa Karşı İşlenen Bir Suçtur. İnsan hakları savunucuları, işkence görenin kimliğine bakarak tutum belirleyemez. Şebnem Korur Fincancı’nın bilimsel referanslarla yaptığı tespit üzerinden hedef gösterilmesini ve işkencenin meşrulaştırılmasını kabul etmiyoruz. Şebnem Korur Fincancı’nın yanındayız.”
Semra Pelek (Gazeteci): “140journos’un Adnan Oktar videosuyla ilgili yazacağım, hızlıca.1998-2003 arası yaklaşık 5 yıl İstanbul DGM’de muhabirlik yaptım.Soruşturmanın başından itibaren davayı izledim. İlk önce şu kadarını söyleyeyim: Şebnem Korur Fincancı çok haksız yere, korkunç bir şekilde suçlanıyor.
Videoda “işkence raporlarıyla davaya etki edilmeseydi bugün bu örgüt burada olmayacaktı” iddiası öne sürülüyor ki bu doğru değil. Bundan çok önce bir kişi dışında davada davada tanıklar, tehdit edilmediklerini belirterek, şikayetçi olmadı. Davayı bitiren de aslında bu oldu.
O celse öncesi mağdur kadınların (isimlerini vermeyeceğim), sıraya girerek duruşma salonu önünde Adnan Oktar’ın annesinin elini öptüğünü gözlerimizle gördük. Milliyet arşivine ulaşamıyorum ama kısa da olsa internette bu var:
Elbette iddianamede mağdur olarak isimleri yer alan, Adnan Oktar çetesinin elinde şantaj kasetleri olan bu kadınlar tehdit edilmişlerdi. Bu nedenle onları bir kez daha mağdur etmemek için isim vermiyorum.
Ama madem “belgesel” adında bir iş yapılıyor, hep birlikte Şebnem Korur Fincancı’yı suçlamadan önce, mağdur kadınların şikayetlerini neden çektikleri de araştırılsaydı. Videoda konuşan polis beyefendiden de aynı merakı beklerdim.”
Dr. Emre Tansu Keten: “Para karşılığı kendi “yaratıcı” reklamınızı yaptırabileceğiniz pr ajansı 140journos’un yerlikaya siparişi son videosu gerçekten inanılmaz. deriniyle islamcısıyla devletin sağ kadrolarının elinde büyüyen bir örgütün bütün suçlarını bir adli tıp uzmanının üzerine yıkıyorlar resmen.
Çocuklara tecavüz eden bakanların, oktar’ı güçlendiren siyasilerin, örgütü kollayan savcıların, para karşılığı haber yapan gazetecilerin, örgütle ilişki içerisinde olan patronların ismi anılmazken, fincancı 5 dakika boyunca konuşuluyor, birçok rezil suça karışmış eski üyesine “fincancı yüzünden yüzlerce genç kızın hayatı mahvoldu” dedirtiliyor. gerçekten bambaşka bir utanmazlık seviyesi.”
Gökçer Tahincioğlu: “Adnan Oktar suça bulaşmış ve raporlarla mı kurtulmuş… Son 30 yılda defalarca bugünkü suçlamalarla tutuklanmış, her defasında tahliye olduktan sonra sayfa sayfa kahramanlaştırılmış, kanal bile kurabilmiş Oktar’ı siyasi bağlantıları değil solcu bir hoca kurtarmış öyle mi?”
Türkiye İnsan Hakları Vakfı: “İşkence ve diğer kötü muamelenin önlenmesi konusundaki öncü çalışmaları BM nezdinde kabul görmüş Adli Tıp uzmanı ve TİHV Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’ya yönelik karalama girişimleri hiç bir şekilde kabul edilemez.”
Ayşe Hür: “Şebnem Korur Fincancı’yı karalama kampanyası çok aşağılık. Adnan Hocacılar yıllarca devletin serasında palazlandı, etkinleşti, meçhul bir nedenle yargı konusu oldu. Bu karanlık süreci muhalif bir entelektüelin bir raporu ile açıklamak ancak dangalakların veya kötü niyetlilerin işidir!”
Seyhan Avşar: “@140journos’un çalışmalarını ilgiyle takip ediyordum. Ancak bu son belgeselde yaptıkları ‘basit bir hata’ denilip geçiştirilecek türden değil. Hayata bakış açısını seversiniz, sevmezsiniz, bu hiç fark etmez. Ancak Şebnem Hoca bu ülkenin mesleğini hakkıyla yapan nadir adli tıp uzmanlarından biridir. Adnan Oktar ve siyaset ilişkisini gölgeleyip saygın bir hekimin raporlarını tek taraflı olarak tartışmaya açmak belgeselin güvenilirliğinin tartışılması gerektiğini ortaya koyuyor.
Dahası bir konuda muhataba mail üzerinden ulaşmak denenebilir. Ancak maile dönüş olmuyorsa telefon ya da başka yöntemlerde denenmeli. “Biz mail attık. Siz dönmemişsiniz” demek gazeteciliğin etik değerleriyle uyuşmaz.”
Timur Soykan: “140Journos’un Adnan Oktar belgeselinde görüşüne başvurulmuş bir gazeteci olarak belgesel ekibine ilettiğim eleştirimi burada da belirtmeliyim. Adnan Oktar’ın arkasındaki siyaset, bürokrasi ve yargı desteğini ortaya koymadan sadece Şebnem Korur Fincancı’nın işkence raporlarını öne çıkartmak haksızlıktır. Belgeselin işkenceyi aklama ya da işkenceyle mücadele edenleri karalama gibi bir amaca hizmet ettiği eleştirilerine ise katılmıyorum. Bu raporlar ve sonuçları elbette tartışılabilir. Ama belgeselde bu iddiaların öne çıkarılıp Adnan Oktar’ı besleyen ve kollayan siyaset ile bürokrasideki güçlerin geri planda kalması gerçeği gölgeliyor.”
Cumartesi Anneleri: “İnsanlığa karşı suç kapsamında olan işkence mutlak yasaktır. Hiçbir neden, insanların işkence görmeme hakkını tartışmaya açamaz.
Dünya genelinde işkence tespiti konusunda otorite olarak kabul edilen Şebnem Korur Fincancı’nın itibarını hedef almak, işkenceyi meşrulaştırmaya hizmet eder.
Aynı zamanda Cumartesi İnsanı da olan Şebnem hocamızı tanıyoruz; kendi uzmanlık alanında yetkin, tarafsız, dürüst, verilere dayalı çalışan; gerçeği arayan ve açıklayan bir bilim insanıdır.
Onun varlığı, bu topraklarda işkencenin önlenmesi için bir şanstır.”
Erkan Şenses (Batman Barosu Avukatı): “İşkenceyi belgelemek hekimlik meslek etiği dışında insanlık onurunun da bir gereğidir.
Türkiye’de işkenceyle mücadele tarihinde onurlu bir yeri olan Şebnem Korur Fincancı’nın yanındayız.”
Özlem Akarsu Çelik: “140journos belgeseliyle hedef tahtasına oturtulan Şebnem Korur Fincancı’ya yaşatılanlar, tam da “hakikatin reddi ve yalanla yer değiştiği” günümüzü anlatıyor. Gezi döneminde “gazeteci” olup popülerleşenlerin ve “yurttaş gazeteciliğinin” mesleğe zararlarını konuşalım mı artık?”
Salih Gergerlioğlu: “Belgesel” diye yayınladıkları videoda, Şebnem Korur Fincancı’ya “Cinsel istismar faili” gibi ağır ithamlarda bulunulmuş ama 140journos ekibi, bu suçlamaların muhatabına, cevap hakkı için yayından 1 hafta önce ve sadece mail üzerinden ulaşmaya çalışmış.
Komik sadece…”
Can Dündar: “Belgeseli izledim. Bir suç örgütünü deşifre ederken işkenceye karşı verilen mücadeleyi ve mücadele verenleri hedef almak, çocukları koruyalım derken işkenceyi aklamak sonucunu doğurabilir. İşkence, kime karşı ve ne amaçla yapılırsa yapılsın suçtur.
Aylarca hazırlanılmış bir belgeselin yayınından 1 hafta önce bu soruları (telefonla da değil, maille) sormak, -tuzak değilse- en hafif tabiriyle ayıptır. Örgütün mağdur ettiklerinin sorumluluğunu @SKorurFincanci’ya yıkmak ise, ayıp ötesi.”
Ayşen Şahin: “Gerçek insan hakları savunması öznenin kim olduğu ve neyi temsil ettiğiyle ilgilenmez. Meslek etiği gibi, yasaların buyurması gerektiği gibi, objektif ve tarafsız olmalıdır. Hak savunucularını popülizme kurban ederseniz hakkınızı savunacak kimse kalmaz. Şebnem Hoca’yı harcatmayız.”
Alin Ozinian: “Buradaki asıl sorunun “bu tarikatçı, sapık heriflere işkence etmişlerse de etmişler, size ne oluyor!” tavrı olduğunu düşünüyorum. Herkesin hakkını savunmak, hak ihlallerine eşit yaklaşmak – resmi söyleme ihanet sayıldı, hala sayılıyor.”
Ruşen Çakır: “Bizzat işkence görmüş birisi olarak tereddütsüz bir şekilde şunu belirtmek isterim: Kim tarafından kime yapılmış olursa olsun işkenceyi meşru göstermeye çalışmak ya da işkence iddialarını ciddiye almamak doğru bir şey değil. Ayrıca bir gazetecinin (ya da belgeselcinin) en kolay ulaşabileceği isimlerden biridir herhalde Şebnem Hoca.”