Mümtazer Türköne yazdı: Kanlı mı kansız mı olacak?

Eşkiyadan kadı da subaşı da olmaz. Servet sahipleri ise kavgayı sevmez, bir attan inip ötekine biner. Şu aralar yeni iktidarın ekonomik alt yapısının ve ona bağlı çıkar şebekelerinin oluştuğundan emin olabilirsiniz. Hiç endişe etmeyin, bu sefer de kansız olacak.

  • ü
  • 18 Temmuz 2024
  • ü
  • Gündem

Mümtazer Türköne’nin The Turkish Post’ta yayınlanan “Kanlı mı kansız mı olacak?” başlıkla yazısını aktarıyoruz:

İktidar değişimini “kanlı mı kansız mı?” eksenine yerleştiren rahmetli Necmeddin Erbakan’ın espri yeteneğiydi. “Hain düşman al sana bombe!” modunda algılanan bu tehdit, siyasetin seçkinlerinde geniş yankı görse de toplumda karşılık bulamadı. Yalnız 28 Şubat Süreci’nde Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Süleyman Demirel, Refahyol hükümetine karşı herkesi şaşırtan sert bir tavır gösterdi ve meşhur MGK’da ve sonrasında askerlerden yana tavır aldı.

Köşeye sıkışan Erbakan koalisyon içinde başbakanlığı Çiller’e devretmek için hükümetin istifasını sunmuşken, Demirel yeni hükümeti kurma görevini teamüllere aykırı bir şekilde Mesut Yılmaz’a verdi. Bu arada DYP kendi içinde istifalarla çözüldü ve RP+DYP meclisteki çoğunluğunu kaybetti. Askerler en değerli avantajlarını, yani düşmanlarını kaybetmiş oldu.

Silahlı darbenin gerekçesi ortadan kalktı.

Bu kısa hikâye, 28 Şubat Süreci’nin silahların devreye girdiği-tankların sokaklarda dolaştığı, geniş tutuklamaların olduğu çıplak bir askerî darbe olarak neden ilerlemediğini açıklar.

İktidar o gün kansız bir şekilde değişti. Demokrasi sayesinde Türkiye’nin 40 yılına şekil vermiş Demirel’in 28 Şubat Süreci’nde askerle aynı safta yer almasını bugün daha iyi anlayabildiğimi düşünüyorum. Siyasetçi önüne çıkan çok basit ikilemler arasında kararını veriyor. Demirel “kanlı/kansız” seçenekleri arasında bir tercihte bulunmuş, böylece standart bir askerî darbeyi “postmodern” detaylara boğarak sulandırmıştı. Yaptığı demokrasiye ihanetti; ama kan dökülmesini de engellemişti. Veya bu şekilde düşünerek hareket etmişti.

Siyasî rekabet bizde çok sert geçiyor. Hele iktidar değişikliği bir hayat-memat meselesi olarak görülüyor. Çünkü kazanan her şeyi kazanıyor, kaybeden ise her şeyi kaybediyor.

Zenginlik, güç, itibar, şöhret bu yolla kazanılıyor; muhalefete düşenler çoluk çocuğun maskarası oluyor. Her şey devlete bağlı ve devlet iktidarını ele geçirmek her şeye sahip olmak anlamına geliyor.

Devlet ihaleleri, lisanslar, ruhsatlar, vergi ve gümrük muafiyetleri, kamulaştırmalar, sübvansiyonlar, atanacağınız makamlar, o makamda geçireceğiniz bedava lüks yaşam, kazanacağınız dokunulmazlıklar, çifte maaşlar, arpalıklar, hediyeler, rüşvetler, küçük bir tanrı gibi yeryüzünde dolaşmalar, bedava lüks seyahatler, etrafınızda el pençe divan duranlar, itibar ve en kolay yoldan elde edilen şöhret… Sonra sizin paçanıza yapışıp elindekileri çoğaltacak olanlar, bal tutup parmağını yalayanlar, koca bir asalak sürüsü. Bir de devletle iç içe geçmekle övünen mafyavari suç örgütlerini bu saadet zincirine dahil edin.

Elde edeceğiniz veya elinizden kaçıracağınız servet, bu serveti size sağlayan güç bu kadar büyük olunca siyasî rekabetin ölümüne bir mücadeleye dönüşmesi normal değil mi?

Siyaset en basit haliyle bir çıkar savaşıdır. Kim, neyi, nerde, nasıl kazanıyor? İdeolojileri, idealleri, ahlâkî öncelikleri bir kenara bırakıp bu soruların cevabına odaklandığınız zaman siyasetin evrensel doğasını ve dolayısıyla iktidarların değişim sürecini kolayca kavrayıp çözebilirsiniz.

Derinleşen ekonomik krizin getirdiği yoksullaşma, Cumhur İttifakı’nın arkasındaki çoğunluk desteğini, temmuz ayının bugünkü sıcaklarını gören kar gibi eritiyor.

Ancak iktidar değişimini zorlayan asıl dinamik halkın bu iktidardan umudunu yitirmesi değil. Asıl toplumun, siyasetin ve ekonominin seçkinlerinde ekonomik krize bağlı bir çözülme yaşanıyor. TÜİK Başkanı o kadar yanlış işinin arasında doğru bir şey söyledi. Enflasyonun arkasına saklanıp kâr marjını yükselten şirketleri halka şikâyet etti. Sadece yoksullaşma değil, yoksullaşmayı derinleştiren sermaye kesimi de iktidarın altını oyuyor.

Devletin malı deniz değil, görüp yaşadığımız üzere sonunda tükeniyor.

Bugüne kadar ihalelerle semiren yandaş şirketler artık devletten parasını tahsil edemeyip iflas ediyor. Arsaya dönüşen orman arazilerine, imara açılan askerî arazilere dair son haberleri takip ederseniz yağmanın nasıl gidici olanlara özgü bir panik halinde sürdüğünü görürsünüz.

Artık başlıktaki sorunun cevabına gelebiliriz.

Su koyverip mızmızlık yapacak, lüks yaşamlarından mahrum kalacak olanlar değil, hatta iktidarın vitrininde duranlar da değil, servetlerinin hesabını yapanlar verecek bu sorunun cevabını.

Rüşvet havuzlarından nemalanan kamu görevlileri, tek bir imzayla görevden alınacak, soruşturma geçirecek kamu görevlileri ve kulağından tutulup içeri atılacak suç çeteleri bile değil. Eşkiyanın işi yağmadır, yok ettiği hukuku tesis edip hükmetmek değil. Eşkiyadan kadı da subaşı da olmaz. Servet sahipleri ise kavgayı sevmez, bir attan inip ötekine biner. Şu aralar yeni iktidarın ekonomik alt yapısının ve ona bağlı çıkar şebekelerinin oluştuğundan emin olabilirsiniz.

Darbe gibi, sokak eylemleri gibi kanlı iktidar hesaplaşmalarının ve hesaplarının görülebileceği bir zemin de iklim de ortada yok.

Hiç endişe etmeyin, bu sefer de kansız olacak.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com