Mümtaz’er Türköne: Atatürk’ün Erdoğan kadar gücü yoktu, 27 Mayıs ve 12 Eylül darbecilerinin de yoktu

Siyaset bilimci Mümtaz'er Türköne, Osmanlı dönemi dönemi dahil, hiçbir dönemde Erdoğan'ın sahip olduğu gücün kimsede bulunmadığını söyledi. Türköne, "Müthiş bir tekelleşme, güç temerküzü denilen şey yaşandı. Atatürk'ün Erdoğan kadar gücü yoktu iktidar yıllarında. İsmet İnönü'nün yoktu. Darbecilerin yoktu" dedi.

  • ü
  • 08 Ekim 2024
  • ü
  • Gündem

Yakın zamanda yeni kitabı ‘Silivri Postası: 15 Temmuz Tanıklığı ve Cezaevi Günlüğü’nü yayınlayan siyaset bilimci ve yazar Mümtaz’er Türköne, bu kitaptan dolayı tekrar hapse atılırsa, yine “rahat durmayacağını” söyledi. İktidarın mahkemeleri bir sopa gibi kullandığını söyleyen Türköne, “hâlâ akıllanmamış” denilerek insanların özgürlüklerinden mahrum bırakıldığını da kaydetti.

Türköne’ye göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sahip olduğu güç ve yetkiler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk de dahil hiçbir liderde yoktu. Bu sınırsız gücün, 27 Mayıs ve 12 Eylül darbecilerinde dahi bulunmadığını söyledi.

Mümtaz’er Türköne, Silivri’de 4 yıl 2 ay hapis yattığı dönemde aldığı notlar ve günlüklerden de oluşan yeni kitabı ‘Silivri Postası: 15 Temmuz Tanıklığı ve Cezaevi Günlüğü’nü, Matbuat Yayınları YouTube kanalında anlattı.

Mehmet Akif Koç’un sorularını yanıtlayan Türköne, 12 Eylül darbesinde de hapis yattığını, ancak bu dönemin asıl belirgin özelliğinin “herkesin susması” olduğunu savundu. Türköne, “Türkiye’de düşünce atmosferine iktidar baskısı kurmak, düşünce suçlarıyla insanları içeride tutmak, bu iktidar tekniğidir. Siz duruma hakim olduğunuzu göstermek için, çıkacak farklı sesleri susturmak için, iktidarınızı sorgulayacak ve zayıflatacak eleştirileri önlemek için böyle bir baskı ortamı oluşturursunuz. Biri kalkıp bir laf ettiği zaman bir bahane bulur hemen atarsınız içeri. Ondan sonra geri kalanlar da susarlar, kenara çekilirler. Burada mesele iktidarın baskısı değil, herkesin susması. Susmamak lazım” ifadelerini kullandı.

‘TRAJEDİLER YAŞANDI, GÖLGEDE KALAN ÇOK ŞEY OLDU’

Mümtaz’er Türköne, kitabı neden yazmaya karar verdiği şeklindeki soruya, “Bana düşen mesuliyet bu kitabı yazmaktı, baskıya hazır hale getirmekti. Bu hakikaten bir sorumluluktu. Bu dönemin tanıklığı, bu dönemin hükümleri, bunların kayda geçmesi, bugünün ve geleceğin okuyucularına bir dipnot olarak, bir not olarak iletilmesi gerekiyordu. Üzerime düşeni yaptım. Bu konuda da hiç tevazu göstermeyeceğim. Şimdi sıra okuyucunun üzerime düşeni yapmasında” yanıtını verdi.

“Büyük trajediler yaşandı” diyen Türköne, “Gölgede kalan, karanlıkta kalan çok şey oldu. İnsanlar zaten makul düşünmeyi, olayların tabiatını, sebep-sonuç ilişkisini anlamayı çok zorlaştıran bir iklimde yaşadılar yıllar boyu. Aşırı derecede bir algı operasyonlarına maruz kaldılar. Akla kara yer değiştirdi. O yüzden hakikate dair ipuçlarını, kısıklıkları belki de daha geniş bir perspektife ilham verecek gerekçeleri, delilleri arayan, bulmak isteyenler için bir miktar da olsa yol gösteren bir kitap olacağını umuyorum” ifadelerini kullandı

‘KİTAPTA KARŞI DARBE ANLATILIYOR’

Mümtaz’er Türköne söyleşisinden öne çıkan bazı bölümler şöyle:

“Arkasına başarısız bir darbe teşebbüsünü alıp bir karşı darbe anlatılıyor kitapta. Olağanüstü halin inan edilmesiyle. Bu karşı darbe lafını söyleyen de bizler değiliz. O dönemin başbakanı söyledi. ‘Darbe ise alın size darbe’ diye. Türkiye başarısız bir askeri darbenin yol açtığı boşluğu, bu sefer sivil iktidarın kendi gücünü arttırmak, kalıcı hale gelmek, daha pervasız, daha denetimsiz, bir güç kullanmak için kullandı. Şimdi herkes de şu soru vardı o zaman, böyle bir iktidar, bu kadar güçlü bir iktidar gider mi?”

‘ATATÜRK’ÜN ERDOĞAN KADAR GÜCÜ YOKTU’

“Yıllar önce de bu şekilde soruluyordu. Hatta çok öncesinde 28 Şubat sürecinde AK Parti iktidarının ilk yıllarında tartışılan ‘seçimle gelen, seçimle gider mi’ tartışması yapılıyordu. Hakikaten de cezaevinde olmak bazı şeyleri görmeyi engellemiyor. Bizim tarihimizde Osmanlı dönemi dahil, Atatürk dönemi dahil, Demokrat Parti’den sonra Cuntacı 27 Mayısçıların, sonra 12 Martçıların, sonra 12 Eylülcülerin kullandığı gücün çok çok üzerinde bir güç. Müthiş bir tekelleşme, güç temerküzü denilen şey yaşandı. Atatürk’ün Erdoğan kadar gücü yoktu iktidar yıllarında. İsmet İnönü’nün yoktu. Darbecilerin yoktu. Ve bu ifade de edildi. Yani fiili durum anayasaya uymuyor diye anayasayı da askıya aldılar.”

‘ÇOK UZAK OLMAYAN BİR GELECEKTE BU SÜREÇ SONA ERECEK’

“Seçmenlerde iktidarın seçimle gideceğine dair sanıyorum toplumun kahir ekseriyetinde bir endişe yok. Dolayısıyla bir süre sonra, çok uzak olmayan bir süre sonra bu sürecin de bir şekilde iyi kötü bir sona varacağını öngörebiliriz. Bundan sonraki macerada demokratik süreçleri halkın tercihlerini belirleyecek. Siyasette bazen sonucu belirleyen entrikalar oluyor. Türkiye komplolara, entrikalara çok yatkın bir ülke. Onların neticesinde ortaya çıkacak manzara, Türkiye’yi yeni bir dönemden aşıracak ve yeni bir döneme sokacak. Öyle görülüyor. Benim bir endişem yok.”

‘İMAM HATİPLERDEN ARTIK DEİZM ÇIKIYOR’

“Bugün de aşırı derecede dini renklere bulandırılmış, dini yorumlarla takviye edilmiş iktidar pratikleri yüzünden toplumda dinden bir soğuma var. İktidar eliyle özellikle beslenen imam hatiplerden deizm çıkıyor. Camiye gidenlerin oranında artış mı var, azalış mı var bakmak lazım. Ben cumalarda bazen takip ediyorum, Türkiye’de dindarlıkta bir azalma var. Başörtülülerin sayısında azalma var. Dini pratikleri, ibadetleri yerine getirenlerin sayısında azalma var. Ve bu doğrudan doğruya iktidar çıkarları açısından dinin çok aşırı derecede yozlaştırılarak kullanmasının sonucu. başka bir sebebi yok.”

‘İSTEDİĞİMİZİ HAPSE ATARIZ, İSTEDİĞİMİZİ BIRAKIRIZ DİYORLAR’

“Türkiye’deki yargı sistemi özellikle benim de dahil olduğum davalardaki işleyişinin hukuk kuralları içinde gerçekleşmediğini herkes biliyor. Kimse de aksini iddia edemez. Çok keyfi kararlar var. Birbirileriyle çelişen, çatışan kararlar var. Aynı mahkeme birbirinin tıpkısı iki dosya hakkında farklı kararlar veriyor. Anayasa Mahkemesi kararlarında bile var o.

15 Temmuz sonrasında oluşan yargı sistemi içerisinde zaten iki-üç düzineye yakın hakimle savcıyla dönen bir çark var. Davalar bazı mahkemelere özel olarak gidiyor, özel olarak bazı hakimler atanıyor. Türkiye’de hukuk yok askıda, biz istediğimi hapse atarız, istediğimizi serbest bıraktırırız mesajı vermek için kendileri de bunu propaganda ediyor. Normal bir hukuk düzenin olmadığı konusunda iktidar da elinden geldiği kadar gözümüze sokmaya çalışıyor.

Size üç müebbetten dava açıyorlar. Tutukluğa itiraz ediyorsunuz. ‘Bu dava üç müebbeten açılmış, bu kadar ağır suçlarla itham edilen bir adamı tutuksuz yargılanması mümkün değildir’ diyorlar. Karar duruşması yaklaştığı zaman üç müebbet gidiyor, size örgüt üyeliğinden ceza veriyorlar. Hukukun evrensel ilkeleri geçerli kabul edilmiyor bu yargılamalarda. Bir komedi, bir tiyatro şeklinde sürüyor yargılamalar.”

‘DEVLET BAHÇELİ ASİSTANKEN BANA REFERANS OLDU’

“Konya Selçuk Üniversitesi’nde rahmetli Erol Güngör’ün asistanıydım. Benim referansım Devlet beydi. Devlet beyi talebelik yıllarımdan sever sayardım. O da ilgi gösterirdi. Başkent’te Mali Bilimler Muhasebe Yüksek Okulu diye bir yüksel okul vardı, o da orada asistandı. Ondan sonra da aynı fakültede odalarımız altlı üstlü yıllarca beraber çalıştık.

Tanıyan herkes aynı şeyi söyler; Devlet bey ikili ilişkilerinden son derece centilmen, tevazu sahibi, saygılı biridir. İlgisi alakası öyledir. Ben cezaevine girince sağdan soldan hep bana ‘Sen cemaat mensubu değilsin, bunu herkes biliyor, sırf iktidarı eleştirdiğin için içerdesin. Devlet beyle bir temas kursan, o da iktidarda’ dediler. Ben böyle bir yola tevessül etmedim.

Bunu ifade ederken de zorlanıyorum. Haksız yere içerdesiniz, niye içerde olduğunuzu anlayamıyorsunuz, ben ne hata yaptım, ne suç işledim ki burada yatıyorum, diye sorduğunuz zaman cevabını vermiyorsunuz, fakat tabii cezaevinde bulunmanın psikolojisi farklı. Gerçekten büyük trajedi yaşayanları görüyorsun. Haksızlığa uğrayan, hayatını kaybeden, ezilen, hayatları alt üst olan insanların trajedilerine tanık oluyorsunuz.”

‘HENÜZ AKILLANMAMIŞ, AKILLANSIN DEDİLER’

“Ben öyle bir yola müracaat etmedim. 4 yıl 2 ay da yattım. Cezaevindeyken Ruşen Çakır’la bir röportaj yaptım (2019), ortalık ayağa kalktı. Röportajı da kendi kendimle yaptım, Ruşen’e gönderdim, Ruşen sağolsun yayınladı. Anayasa Mahkemesi aynı dosyada yargılandığımız Şahin Alpay ve Ali Bulaç’a hak ihlali verdi, bu röportaj yüzünden bana vermedi. ‘Akıllanmamış’, kullanılan tabir de aynı bu; ‘Henüz akıllanmamış, akıllansın’ diyorlar.

Devlet bey bir tweet serisi attı ve ondan sonra da dosya Yargıtay’da ele alındı ve 4 ay sonra serbest bırakıldım. Tahmin ediyorum en az iki-üç sene daha yatardım. Devlet beyin çevresinde de çok eski dostlarım var. MHP’de çok üst düzey görev yapan biri bana, ‘Bir gün Devlet beyle konuşuyorum, bu adam yardım edin de çıkayım diye bize müracaat da etmiyor. Bıraksalar ölene kadar cezaevinde kalacak, hiç sesini çıkartmayacak’ gibi bir muhabbet söz konusu olmuş. Benim geçmişimi, yaşadıklarımı hepsini ülkücü camia bilir. Devlet bey de bunu kendine dert edinmiş.

Selçuk Özdağ yakın arkadaşımdır. O zaman Ak Parti’deydi. Çok ilgilendi. 29 Ekim 2016 Cumhuriyet Bayramı’nın resepsiyonunda Tayyip beye de söylemiş, ‘Bu adamı niye içeride tutuyorsunuz’ diye. Selçuk beyin anlattığına göre daha akıllanmadığımı ve bir süre daha kalacağımı söylemişler.”

‘BU KİTAPTAN DOLAYI HAPSE TIKSALAR YİNE RAHAT DURMAYACAĞIM’

“Bu kitaptan dolayı beni içeri atarlarsa kitap 10 bin değil, 100 bin okura ulaşır. Beni içeri tıksalar ben yine rahat durmayacağım. Avukatım var, oğluma talimatları verdim. Emekli maaşımı şuradan alacaksın, şuralara harcayacaksın, bana da bu kadarını getireceksin. Bir de avukatım aracılığıyla yazılar göndereceğim, onları da yayınlatacaksın. Beni içeri tıkmanız söyleyeceğiniz sözün menzilini, etkisini artırmaktan başka bir işe yaramaz, bu da benim tehdidim, meydan okumam.

Bu kitabı önemsiyorum. Önemsediğim için yayınlatmak için çok uğraştım. Masanın üzerinde beklerken de bayağı bir demlendi, 4 yıl demlendi neredeyse. Bir sorumluluk duygusuyla da bir an önce yayınlanması için hep bir zemin arıyordum. Bana siyasi olaylarla ilgili yorum yaptırıyorlardı. Adını da Silivri Postası koymuşlardı. Albay Zeki Demir isim babasıdır. Her gün saat 17.00’de Silivri Postası başlıyordu cezaevinde.

Bazı şeylerin unutulmaması lazım. O karanlıkta yaşanan şeylerin kayda girmesi lazım. Bunu yazmak ve neşretmek benim vicdani sorumluluğumdu. Şimdi de o dönemin tanıklığıyla ilgili fikir sahibi olmak isteyenlerin sorumluluğu bu kitabı okumak. Emekten çok duyguların mahsulü, bugüne kadar herhalde 18 civarında kitabım yayınlandı ama bu farklı. Kenarda köşede kalmaması gerektiğini düşündüğüm tüm ayrıntıları içeren bir tanıklık. Okuduğunuz zaman göreceksiniz karanlık bir geçmiş olarak kalan şeylerin aslında yaşanan trajediler, endişemeler, savrulmalar ve çekilen acılar tabi… Bugün çok normal olmayan bir şey yaptım, bir yazar kendi kitabını tanıtmaz ama Akif bey sağolsun bu konuda bana yardımcı oldu.”

Söyleşinin videosunu izlemek için tıklayınız.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com