"Kazananlar ve kaybedenler her an yer değiştirebilir" diyen Mümtaz'en Türköne, Türkiye'nin Suriye'deki pozisyonunu değerlendirdi: AKP-MHP koalisyonu, Suriye’de kendisinin de şaşırdığı büyük bir başarıya imza attı. Tarih, dış politikada kazanılan büyük başarıların iç politikada büyük güç ve destek kaybı ile sonuçlanmasının zengin örnekleriyle dolu.
Siyaset bilimci Mümtaz’er Türköne, The Turkish Post‘ta yayınlanan “Kim ne kazanıyor; kim ne kaybediyor?” başlıklı yazısında Türkiye’nin Suriye’deki pozisyonunu değerlendirdi. “Kazananlar ve kaybedenler her an yer değiştirebilir” diyen Türköne’nin yazısı şöyle:
Realizmin en özlü ifadesi: Siyasetçi kucağına düşen meselenin çözümüne kafa yorarken, “Bu işten benim menfaatim ne olacak?” diye bakar çevresine. Bu bakış açısı kademe kademe hayatını siyasetin dengelerine bağlayanlara egemen olur; ülkenin gündemine giren her meseleye, saklandıkları mevziden kafalarını uzatarak bakarlar. Siyaseti bir ölüm-kalım savaşı olarak görenler, ellerinde ters çevirdikleri dürbünle bir hedef ararlar, gözleri kördür, kabuslarındaki bomba-mermi sesleri yüzünden kulakları sağırdır. Mavi kuvvetler-kırmızı kuvvetler şeklinde basit bir ayırımla, en kestirme yolu, en basit hamleyi düşünen kalıplaşmış bir hamakat siyasetin puslu ormanına egemen olur.
Benim gibi bir yol bulup çıktığı Olimpos’un yamaçlarından bütün savaş alanını ve ricat yollarını görüp yol gösterenlere ve “bu bir savaş değil beyler” diye uyaranlara da, Şinasî’den şu kanıksanmış beyti tekrarlamak düşer:
Bed-baht ana derler ki elinde cühelânun
Kahrolmak içün kesb-i kemâl-i hüner eyler.
Ortalığa dökülen harcıalem ayrıntıları bir araya getirip bütünü resmetmeye ve olacakları öngörmeye çalıştım. Bazen sezgileri de aşan isabetli öngörülerde bulunmuşum. Çözüm Süreci ve Suriye konusunda öngördüklerim teker teker çıktı. Özel bilgilere ulaşma imkânım hiç olmadı, elimdeki sermaye bilimsel birikim ve analiz yeteneğinden ibaret. Nihayetinde elbette sadece kendi ülkeme sadakat borçluyum.
İpek yolunda değerli yüklerimle kendi halimde seyrederken sadece gürültü yapanlara takılmıyorum, vicdanım dışında kimseye verilecek hesabım yok. Kervan nasıl olsa yürüyor.
Öyleyse önümüze bakalım, gördüklerimi ve görülmesi gerekenleri söylemeye devam edelim.
İktidarın kazancı ne?
AK Parti-MHP koalisyonu Suriye’de kendisinin de şaşırdığı büyük bir başarıya imza attı. Tarih dış politikada kazanılan büyük başarıların iç politikada büyük güç ve destek kaybı ile sonuçlanmasının zengin örnekleri ile dolu. Churchill’in savaşı kazanıp seçimi kaybetmesi en bilinen örneklerden biri.
Türkiye’nin Suriye’de elde ettiği başarı, Türkiye-İsrail (dolayısıyla ABD-İngiltere) uzlaşmasının eseri. Bu uyum ve koordinasyon Suriye ile sınırlı kalmayacak. Sırada İran var. Türkiye-İsrail uyumunun şaşırtıcı bir tarafı yok. Bugüne kadar denge noktasında duran Türkiye, operasyonel-askerî yetenekleri ile Ürdün, Mısır, Katar, Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkeleri ile aynı safta yer aldı. Batıya eklemlenmiş bir Sünni dünya ile tam karşıda İran’ın İsrail tarafından havası söndürülmüş Şii hilali zaten mevcuttu.
Uluslararası gelişmelere Gazze ve eskiden kalma BOP eşbaşkanlığı gözlüğüyle bakanlar, arkadaki derin değişimi kavrayamıyor. İsrail ile ticaret mi? İttifaktan bahsederken böyle bir problemin sözü mü olur? Büyük Orta Doğu projesi, Orta Doğu’da batıyla entegre olmuş bir orta sınıf yaratma teşebbüsüydü. Büyük maliyeti yüzünden bu proje rafa kaldırıldı. Orta Doğu, zamanın siyahî-kadın ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 2006’da ilan ettiği, sadece İsrail’in güvenliğini esas alan ve çok ucuz “Yeni Orta Doğu Projesi” istikametinde ilerledi ve gelişti. Arap Baharı ve gidip geri gelen rejim değişiklikleri ile ABD sadece kaosu yönetmekle iktifa etti.
Ukrayna savaşı yüzünden Rusya’nın çaptan düşmesi ve İsrail’in İran’ın hamaset yüklü itibarını beş paralık etmesinden sonra Türkiye, dayanabileceği bir denge kalmadığı için, Yeni Orta Doğu’nun en yeni ve en aktif aktörü oldu. Suriye başarısı bu yeni rolün eseri. Hamas hatayı İran safında yer alarak yaptı.
Lehinde veya aleyhinde bir hüküm vermiyorum, sadece realiteyi resmediyorum: Böyle bir tablo İslâmcı hassasiyet dalgaları üzerinde sörf yapan mevcut iktidarın ayaklarını yerden keser.
Cihatçı selefiliği, böylesine seküler bir denklem içinde ıslah edip yönetmek, yani HTŞ’den Batı ile uyumlu bir Suriye demokrasisi çıkartmak bile iki tarafı keskin acem kılıcıyla savaşmaya benziyor. Türkiye’yi de Suriye’yi de tırpan gibi biçebilir.
Şu anda bile harekete geçen ve iktidara kaybettirecek bir yığın tüketici dinamik var.
Muhalefet ne kazandı:
Muhalefet neler kazandığının farkında değil, çünkü peşinen kendisini kaybeden tarafta görüyor.
Nusayrilikle Aleviliği denk gören bir mezhep taasubunun, Colani’nin İbrahim Kalın’a özel şoförlük yapmasını eleştirmek gibi magazin boyutunun üzerine çıkabilmiş değiller. Suriyeli mülteci sorununda, faşizme özgü bir xenophobia muhalefeti aynı dar çatının altına sıkıştırıyor. “Neden hemen gitmiyorlar” aceleciliği yerini, geniş kapsamlı bir insani çözüme bırakmadığı takdirde muhalefet dış politikayı makul ölçülerde üstlenebilecek sorumluluğu göstermiş olamayacak. Adam kiracısından boşalan evine mi geçecek? Milyonları savuran büyük bir dram hemen hal yoluna girer mi? Nedir bu nobranlık? Yapıcı rol neden sadece iktidara özgü?
İktidarın Suriye’deki başarısı, aslında muhalefetin önüne, en başta da CHP’nin durduğu yere çok verimli kapılar açtı. Bugüne kadar sadece itiraz etmekle sınırlı mesajlarla bu işin üstesinden gelemezler. Yeni Orta Doğu’nun bizden önce nasıl şekillendiğine baksınlar. Namık Tan gibi akıllı adamları neden dinlemezler?
Yeni bir kehanette bulunalım. Tarihin akışı, Suriye’yi inşa edecek ve bölgede Türkiye’nin yeni rolünü daha hafif techizatla üstlenecek potansiyelin muhalefette olduğunu haber veriyor. Elbette onlar farkına varana kadar, iti yani statükoyu öldürenler sürümeye, yeni bir statüko inşa etmeye mecbur kalacaklar.
Demokrasi ve hukuka dayanmak, bunun için değişmek de cabası.
“Kim kazandı, kim kaybetti?” sorusuna cevap ararken sabırlı davranın. Kazananlar ve kaybedenler her an yer değiştirebilirler.