DEVA Partili Mustafa Yeneroğlu'nun ziyaret ettiği Melek İpek, "Biz neden Tayyip Erdoğan’ı sevdik biliyor musunuz? Karşısında korkan birisine Peygamber Efendimiz nasıl diyordu: ‘Korkma, ben kuru ekmek yiyen kadının oğluyum.’ Biz öyle olsun istedik. Neden bu zulmü yapıyor. Ben onları Keçiören’deki evlerinde tanıdım "dedi.
DEVA Partisi Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Sincan Cezaevi’nde bulunan Tekin ve Melek İpek’i ziyaret etti.
Yeneroğlu, Tekin İpek’e ‘terör örgütü’ üyesi olduğu iddiasıyla 11 yıl hapis cezası verildiğini belirterek, 540 sayfalık dosyada cebir ve şiddete destek verdiğine dair tek cümlenin olmadığını vurguladı. Yeneroğlu, “Anlayacağınız o ki hukukun nasıl katledildiği adına ibretlik bir karar. Daha doğrusu önceden verilmiş bir kararın trajikomik bir şekilde gerekçelendirme çabası. Tam bir düşman hukuku örneği!” dedi.
Tekin İpek ile görüştükten sonra Melek İpek ile görüşmesini ise Yeneroğlu, Serbestiyet’te yer alan yazısında şöyle ifade etti:
Elbette Melek Hanım ile görüşmeden cezaevinden ayrılamazdım. Sincan Cezaevi kompleksinde birkaç blok ötedeki Kadın Kapalı Cezaevine geçtim. Görevli infaz memurları nezaketle karşılayıp bir açık görüş odasına götürdüler. Odada beklediğim 10 dakika boyunca ülkemde yaşanan onca kötülük ve zulmü düşündüm. Elimizden bir şey gelmemesini, sözün değersizliğini, vicdanların nasıl bu kadar körelebildiğini, kin, nefret ve düşmanlığın zihinleri nasıl bu kadar işgal ve iğfal edebildiğini… Bu kadar kötülüğün nasıl da adalet zannı ile işlenebildiğini, “yüzde 99’u Müslüman olan ülkede” diye başlayan cümlenin meşruiyetini değer yargılarında değil de sayıda arama zavallılığını…
Ben acizliğime yığılmışken yakınlaşan sesler yükselmeye başladı. İki görevlinin ittirdiği tekerlekli sandalyesinde 79 yaşındaki Melek İpek Hanım kapıdan göründü. Ayağa kalktım, yanıma yaklaştığında bana tutunarak ayağa kalkmaya çalıştı. Yardımcı olmaya çalıştım, boynuma sarıldı. “Oğlum hoş geldin” derken içim burkuldu, çünkü siyaset sahnesine adım attığımdan beri canhıraş söndürmeye çalıştığım yangınların birçoğuna yetişemediğim gibi buraya da geç kalmıştım. Elden bir şey gelmezken insanlara ümit verir miyim diye hep endişe ederim. Bugün de öyleydim. Ama Melek Hanım beni o kadar sıcak karşıladı ki sanki bekliyor gibiydi, geciktiğimi de…
Karşımda duran, annemden biraz daha yaşlı bir hanımefendinin o anda elini öpmemiş olmanın da ayıbı üzerimdeydi doğrusu. Karmaşık duygular içindeydim. Eskiden Melek Anne diye eline sarılanların bugün köşe bucak kaçtığı bu kişinin kim olduğunu düşünüyordum. Etrafına huzur veren bir aura hemen hissediliyordu.
Melek Hanım’ı dinledim.
“Maraşlıyım. Maraş’ı işgal eden Fransızlar bile kadınlara ve çocuklara dokunmuyordu. İnsanların Allah’a, Müslümanlara inancı kalmadı. Bundan daha büyük acı olabilir mi? Birçok insan artık evinde Yasin okutmuyor ki fişlenmesin şucu bucu diye.
Her şeye rağmen bir şeyler yapmak lazım, kötülüğü iyilikle def etmek lazım.
Beni buraya getirdilerse Türkiye’de herkesi buraya getirebilirler. Ben o kadar ilkokul, cami ve hayır kurumu yaptırdım. Emine Erdoğan ve Sümeyye beni bilmezler mi? Ak Parti kurulduğunda benim evimde birlikte dua ettik, ilk duası benim evimde okundu. Tayyip Bey’i de çok sevdim. Emine Hanım’ı da çok sevdim. Bilal’in düğününe katıldım. Her şeye rağmen ayaklarına taş değmesin diye dua ettim. Çok mu yaptım?
İnanın daha da düşünüyorum, gerçekten Tayyip Erdoğan’ın bize yapılan bu zulümlerden haberi var mı?
Biz neden Tayyip Erdoğan’ı sevdik biliyor musunuz? Karşısında korkan birisine Peygamber Efendimiz nasıl diyordu: ‘Korkma, ben kuru ekmek yiyen kadının oğluyum.’ Biz öyle olsun istedik. Neden bu zulmü yapıyor. Ben onları Keçiören’deki evlerinde tanıdım.
Evimizden kapı dışarı ettiler. Toprağımızdan kovdular. Utanmadan 60 yıllık çiftliği, kocamın hatırasını bilmem şunun için yaptırdılar diye iftira attılar. Yatak odalarımıza kadar fotoğraflar yayınladılar. Bir insan bunu nasıl yapar? Kardeşim kamyonun arkasında sabahladı, bize bu şekilde eziyet ettiler. Soğuk hava deposu yaptırmıştım, yoksullara et dağıtıyorduk. Elektriği, suyu kestiler.
Bizim durumumuzdaki aileyi zaman zaman erzaksız, parasız bıraktılar. Ama inanın hiç umurumda değil. Evlatlarıma üzülüyorum. Burada cezaevinde çocukları ile birlikte yatan o kadar masum insan var ki, onlara üzülüyorum.
Tekin neden 8 yıldır hapiste? Neden arkadaşları sesini çıkarmıyor? Evime girip çıkan, soframa oturan, elimle yaptığım menemeni yiyenler, oğlum bildiklerim, kızım bildiklerim, evlatlarımın kardeşleri zannettiklerim neden tanıklık yapmıyorlar?”
Korkunç bir adaletsizliğe mahkûm edilmiş 79 yaşındaki bir kadının yaralı kalbinden dökülen bu cümlelerden sonra bir şey söylemek gelmiyor içimden.
Belinde ciddi ağrıları olan, bir ayağını nerdeyse hareket ettiremeyen, lavaboya gitmekte zorlanan bir insana neden bu zulmü reva görürler?
Melek Hanım vaktiyle dost bildiklerinden o kadar çok isim saydı ki; çoğunu bizzat tanıyorum. Bugün hem iktidardalar hem de muhalefetteler. Doğrusu onlar adına da utandım. Hakkı ifade etmekten, haksızlık karşısında durmaktan, bizzat tanıdıkları ve terörist olmak şöyle dursun bir hukuksuzluk dahi yapmadıklarına emin oldukları insanların haklarını savunmak adına tek bir söz dahi söylemiyorlar.
İtibarları zarar görür diye mi korkuyorlar? FETÖ’cü ilan ediliriz diye mi çekiniyorlar, yoksa biz ancak kendimizi, malımızı, çoluk çocuğumuzu koruyabildik, kredimiz tükendi, başkasının hakkına sahip çıkamayız diye mi tereddüt ediyorlar? Sıradan bir insan için mazur görülebilecek bu düşünceler ülkeyi yöneten ya da yönetmeye aday olan siyasetçiler için mazeret olarak görülebilir mi? Hukuku savunmak konusunda bu kadar korkak ve vefasız olanların; adalet uğruna mücadele etmekten imtina edenlerin küçük de olsa ülkeye verebilecekleri hayırlı bir iş olabilir mi?
Melek Hanım dingin ama güçlü sesiyle anlatırken tüm bunlar geçiyordu aklımdan. Ve elbette Melek İpek Hanım gibi hakları ve özgürlükleri gasp edilmiş olan on binlerce masum insan için hiçbir şey yapamıyor olmanın verdiği acziyet ve utanç duygusu…
Görüşme sona erdi.
Yüreğimi derinden yaralayan bir görüşmeydi. Görüşmenin başındaki gibi yine karmaşık duygular içindeydim fakat bu kez farklı duyguların karmaşası vardı içimde. Karşımızda, bir zamanlar yakinen tanıdığı insanlara yönelik adaletsizliğe bile ses çıkaramayan bir hukuksuzluk mekanizması vardı. Bu mekanizma, dişlileri arasında bir zamanlar ‘dost’ bildiklerini bile böyle eziyorsa, ezelden ‘düşman’ diye yaftaladığı ötekilere nefes alma hakkı bile tanımazdı. Tanımıyordu da zaten.
Ayrılırken elini öptüm, o sıkıca tutundu, acıyla doğruldu ve boynuma sarıldı.