15 Temmuz darbe teşebbüsünün 1 numarası olduğu suçlamasıyla 141 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan ve 9 yıldır cezaevinde tutulan eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk, kurban seçildiğini belirterek, Hulusi Akar, Yaşar Güler ve Abidin Ünal’ın işi kendisine yıktığını öne sürdü. Akıncı Üssü’ndeyken Akar’ın boynunda kırmızılık olmadığını da ifade eden Öztürk, ayrıca 2011 yılında Uludere’de (Roboski) 34 köylünün bombalanması emrini kimin verdiğini bildiğini, ama şimdi değil, zamanı gelince söyleyeceğini kaydetti.
Yargıtay’ın kısmi bozma kararının ardından Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Sincan Cezaevi Kampüsü içindeki duruşma salonunda yeniden görülmesine başlanan Genelkurmay Çatı Davası’nda Akın Öztürk, iki gün ifade verdi. Akın Öztürk’ün savunmasını gazetece Müyesser Yıldız aktardı.
Yıldız’ın aktarıman göre Akın Öztürk savunmasında şunları söyledi:
“15 Temmuz’da tümüyle Hulusi Akar’ın verdiği talimatları yerine getirdim. Ama nasıl olduysa, birimiz 15 Temmuz’un kahramanı, birimiz 1 numara olduk. Artık bu tiyatronun parçası olmak istemiyorum. O yüzden savunma yapıp yapmamayı çok düşündüm, ancak son kez anlatmaya karar verdim. Öncelikle Hulusi Akar, Yaşar Güler, Abidin Ünal, eski Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, Hulusi Akar Çankaya Köşkü’ne gittiğinde karşılayan Tuğrul Türkeş, Zekai Aksakallı, Sadık Üstün, Nihat Kökmen’in tanık olarak dinlenmesini ve tüm kamera kayıtlarının ham hallerinin dosyaya kazandırılmasını istiyorum.”
Öztürk’ün bu talepleri üzerine avukatlarından Dilara Yılmaz, sağlıklı savunma yapılabilmesi için Mahkemenin söz konusu talepler hakkında bir ara karar vermesini isteyip buna göre savunma yapmaya devam edip etmeyeceklerine karar vereceklerini söyledi. Mahkeme, bunu reddedince Öztürk’ün diğer avukatı Özlem Barıner, redd-i hakim talebinde bulundu. Sanıklar bu talebi alkışlarla karşılarken Mahkeme Başkanı, Savcıyı da reddedip reddetmediklerini sordu. Savcıyı reddetme haklarının bulunmadığını hatırlatan Av. Barıner, BM İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklama Çalışma Grubu’nun Öztürk hakkında verdiği “derhal tahliye ve beraat” kararına atıfla, bu davada Hulusi Akar’ın mahkeme huzurunda dinlenmemesinin büyük sıkıntı yarattığını ve yaratmaya da devam edeceğini vurguladı.
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
Mütalaası sorulan Savcı, redd-i hakim talebinin yasal dayanağı olmadığı için reddi yönünde görüş bildirirken, söz verilmeden konuşan sanıkların salondan atılmasını da istedi. Mahkemenin, redd-i hakim talebini reddetmesinden sonra savunmasına devam eden Akın Öztürk şunları anlattı:
“46 yıllık görev süremde ülkeme sadakatle hizmet ettikten sonra tam da emekli olmaya hazırlanırken, asılsız ve mesnetsiz suçlamalarla ne acıdır ki, vatan hainliği ile yargılanıyorum. Bu bana verilebilecek en ağır cezadır. Köy Enstütüsü mezunu öğretmen bir babanın evladıyım. Çocukluk ve gençlik yıllarımda Atatürk ilke ve inkılapları ışığında, cumhuriyet sevdalısı olarak yetiştirildim. Yetişme tarzım itibarıyla demokratik yönetim ile kavgalı olmam, demokrasi düşmanı kişilere ve kurumlara akılımı kiraya verip darbeye teşebbüs etmem asla mümkün değildir. Yüce milletim, beni yetiştiren komutanlarım ve silah arkadaşlarım iyi bilsinler ki, bu hain darbe girişimi ile hiçbir alâkam yoktur. Ancak davanın hacmi ve sanık sayısının çokluğu, yaşanan olayların hâlâ açıklanamayan gizemleri mahkeme sürecinde bazı zorluklar oluşturmaktadır. Tüm bu zorlukları aşmak maddi gerçeği ortaya çıkarmak, aynı zamanda davadaki tüm şüphelerin ortadan kaldırılması için bugün burada bildiklerimi, şahit olduklarımı, öğrendiklerimi duygularımdan arındırarak tüm çıplaklığı ve samimiyetiyle paylaşacağım.”
Darbe girişimi sonrasında daha kimin, neyin ne olduğu belli olmamasına rağmen, hakkında basın-yayın organlarında kamuoyu oluşturma ve linç kampanyası içerikli haberler yayınlanmaya başlandığını belirten Öztürk, bu lince ise 15 Temmuz gecesi saat 23.17’de kendisi henüz lojmanda kızının evindeyken MİT görevlisi, emekli albay ve Abidin Ünal’ın sırdaşı Sadık Üstün’ün 8. Kolordu Komutanlığı’ndan Korgeneral Yılmaz Uyar’ı arayarak, “bunun bir FETÖ darbesi, muhtemel askeri liderinin de Akın Öztürk olduğunu” bildirmesiyle start verildiğini vurguladı.
O görüşmeden 20 dakika sonra Abidin Ünal’ın kendisini arayıp Akıncı Üssü’ne gitmesini istediğine dikkat çeken Öztürk şöyle devam etti:
“Evet, birilerinin anlaşmasıyla darbenin muhtemel lideri böylece tespit edilerek ismimin lanse edilmesi safhası başlatılmıştır. Lanse edilmesi görevini de Anadolu Ajansı üstlenerek, ben daha Akıncı bölgesinde, bir nevi esir generalleri kurtarmaya çalıştığım sırada ve sonrasında TV kanallarında hakkımda asılsız yayınlar başladı. Meğer yaklaşık 10 saat önce başıma neler geleceği veya gelmesi gerektiği hususundaki planlama uygulamaya konulmuş bile. Sonradan öğrendiğim kadarıyla Başbakan Binali Yıldırım’ın danışmanı emekli Yarbay Murat Aydın da 15 Temmuz sabahından itibaren, saat saat nerede olduğumu araştırmaya başlayıp konut astsubayımı aramış. Demek ki, daha ben kamptayken birileri darbenin başına bir orgeneral katmak lüzumundan hareketle karar vermişler.”
Sözkonusu asılsız haberlerin tutuklandıktan sonra da sürdüğünü, örneğin kendisi ve eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin hakkında Uludere’de 34 köylünün hava bombardımanıyla öldürülmesi konusunda suç duyurusunda bulunulduğunun belirtildiğini kaydeden Akın Öztürk, “Ben 2011-2013 yılları arasında korgeneral rütbesiyle İzmir Hava Eğitim Komutanlığı görevini yürütmekteydim. Emrimde herhangi silahlı birlik bulunmadığı gibi 28 Aralık 2011 tarihinde meydana gelen bu olay benim görev ve sorumluluk sahamda değildi. Emri kimin verdiğini biliyorum, ama şimdi değil zamanı gelince söyleyeceğim. Ceridelerde geçiyor. O bombalamaya Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan itiraz edeni de biliyorum.” diye konuştu.
Yine BBP’nin merhum lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümüyle ilişkilendirildiğini kaydeden Öztürk, Yazıcıoğlu’nun Mart 2009’da vefat ettiğini, helikopterin düştüğü bölgenin o tarihte kendisinin sorumluluk alanında olmadığını, çünkü 2. Hava Kuvvet Komutanlığı’na Ağustos’ta atandığını söyledi.
Akın Öztürk, İzmir’de tutuklanan ve gizli tanık olan bir generalin, “Darbe girişiminden önce 7-8-9-10 Temmuz’da Ankara Çukurambar’da Adil Öksüz ve Akın Öztürk’ün de yer aldığı toplantılar yapıldı.” şeklindeki ifadesi üzerine sözde Yurtta Sulh Konseyi’ne dahil edildiğini, oysa sözkonusu tarihlerde İzmir’de kampta olduğunu hatırlatırken de şunları vurguladı:
“Emekli komutanlar Cumhur Asparuk, Faruk Cömert, Eşref Uğur Yiğit, Mehmet Erten ve Kamp Komutanı Uğur Uysal da oradaydı. Bu isimlerin dinlenmesini istedim, ama dinlenmedi. Ayrıca Abidin Ünal da kamptaydı ve iki kez eşli akşam yemeği verdi. Gizli tanığın ifadesinden haberdar olan Abidin Ünal, o tarihlerde birlikte olduğumuzu niye saklıyor, niye gizliyor? Ben silah arkadaşıyım ya. İnsanlık bu kadar mı öldü? Gerçi sonradan gizli tanığa bu sufleyi veren gizli güç, bu korkunç iftiranın ortaya çıkacağını anlayınca tanığımıza, ‘Pardon, ben Adil Öksüz’le Akın Öztürk’ü karıştırdım.’ diye düzeltme yaptırdı. Ama o vakte kadar benim ismim zaten ayyuka çıkarılmış ve algı yönetimi başarıya ulaşmıştı.”
15 Temmuz’dan önce, yaş haddinden emekliliğine 6 ay kala emeklilik dilekçesi verip tahsis edilen konutun tamir ve tadilatıyla uğraştığını belirten Öztürk, Akıncı Üssü’nde yaşananlarla ilgili olarak şu iddialarda bulundu:
“İnsanlık dışı kötü muamele şartları altında verdiğim ilk ifadem ile sonraki ifadelerim arasında hiçbir farklılık yok. Ama Hulusi Akar, Yaşar Güler ve Abidin Ünal ilk ifadelerinde benden bahsetmediği halde sonradan bahsettiler. Neden delikanlılık göstermediler? Mehmet Şanver’in kızının düğününe katılmamam sonucunda darbecilikle suçlanacağımı nereden bilebilirdim ki? Kaldı ki, düğüne katılan ve halen tutuklu olan birçok general bulunmaktadır. Abidin Ünal o gece beni arayıp Akıncı’ya gitmemi istediğinde, ‘Benim hilafıma uçuşlar mı yapıyorlar?’ dedi. ‘Senin hilafına darbe mi yapıyorlar’ lafı kesinlikle yok. Abidin Ünal 45 yıllık arkadaşım, sırdaşım, koldaşım, dostum; gitmez miyim? İçeri girdiğimde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Kubilay Selçuk, ismini sonradan öğrendiğim Ömer Faruk Harmancık ve Hakan Evrim oturuyordu. Genelkurmay Başkanına hitaben ‘Komutanım hayırdır? Ne oluyor?’ diye soruduğumda, ‘Bunlar bu işi yapmışlar, bunlarla konuş, bunları ikna et. Bunlar darbeye kalkışmışlar.’ dedi ve oradakileri gösterdi. Ben o zaman konuya tam olarak vakıf oldum ve darbe sözcüğünü net olarak komutanın ağzından duydum. Benim hemen arkamdan odaya Mehmet Dişli ile bir karacı subay daha girdi. Bu karacı subayın kim olduğunu bilmiyorum, bugüne dek bu kişiyi duruşma salonlarında da göremedim. Bu konuşmadan sonra, Mehmet Dişli hariç, diğerleri çıkıp gitti. Genelkurmay Başkanı, ben ve Mehmet Dişli televizyonda olayları bir süre daha takip ettik. Bu arada Genelkurmay Başkanı, ‘Ben Kenan Evren’in cenaze töreninde bulundum, neler olduğunu gördüm. Bu devirde böyle şey olur mu? Hükümette söz dinleyecek insanlar vardı, onlarla konuşulabilirdi. Mesela Davutoğlu, Abdullah Gül gibi.’ ifadelerini kullanarak, “Akın, git şu adamlarla konuş ve bu işi bitirmelerini söyle.’ talimatını verdi. Darbe girişimcilerinin bulunduğu iddia edilen 143. Filo’ya gittim. Kubilay Selçuk ve Ömer Faruk Harmancık’ı gazino bölgesinin dışına çıkararak, Genelkurmay Başkanının emirlerini ilettim ve yaptıklarının yanlış olduğunu, bu zamanda böyle şeylerin kabul görmeyeceğini söyledim. Konuşurken hiçbir olumlu veya olumsuz tepki almadım; ama tam ayrılacağım sırada, ‘Arkamızda durulsaydı böyle olmazdı, biz kararlıyız.’ diye bir ifade duydum. Geri döndüğümde aynı kişileri gördüm, ama kim söyledi göremedim. Başsız darbe olur mu? Ben olsam, çıkar söylerdim.
Yemin ediyorum, Akıncı’da Hulusi Akar’ın boynunda kırmızılık yoktu. Yanağında tıraş kesiği gibi bir çizik olabilir, ama boynunda bir şey yoktu. Derdest edildiğini söylüyor. Derdest edilen, ‘Şapkamı getir.’ talimatı verir mi? Söylenecek çok şey var da… Mehmet Dişli, Hulusi Akar’ın 17 yıldır çanta gibi gezdirdiği kişi. Benim o gece arabuluculuk yaptığım söyleniyor; hayır, yaptığım tümüyle ikna faaliyetiydi. Hulusi Akar, üs komutanının odasında da derdest bir vaziyette değildi. İstediği anda bulunduğu odadan çıkabilirdi. Bana da, ‘Akın, birlikte gidelim, şunları ikna edelim.’ diye bir teklifte bulunmadı, devamlı beni görevlendirdi. Bu davranışının sebebini hâlâ daha anlayabilmiş değilim. Kendisi serbest ve bulunduğu odadan çıkabilecek durumda, keza emir-komuta yetkisine sahip olmasına rağmen, darbeci unsurları ikna görevini neden bana verdi? Madem benimle ilgili bir tereddüdü vardı, Genelkurmay’ın 21 Temmuz’da yaptığı açıklamaya ismim neden eklendi? Ben, o gece onu ikna etmek için herhangi bir söylemde ve davranışta bulundum mu? Onu ikna etmeye çalışan ekip kim; gelsin söylesin. Ne darbesi ya? Adamlar karşısında put gibi duruyordu. Bu sorulara verilecek cevaplar, benim bu olaydaki gerçek durumumu net olarak ortaya çıkaracak olgulardır. Ama bunları sorma imkanı tanınmadı. Savcılar, bu kalkışmanın sorumlularını tespit etmek yerine benim düğüne gitmememi darbe sebebi saymakla uğraştılar.”
Darbe girişiminde bulunduğu iddia edilen 143. Filo’daki personelin ikna olmasının ardından Hulusi Akar’ın kendisine, “O zaman beraber gidip bu işi Başbakana anlatalım” dediğini, ancak sonrasında Başbakanla ne konuştuysa, kendisinin Akıncı’da kalmasını istediğini öne süren Akın Öztürk şöyle devam etti:
“Genelkurmay 2. Başkanı ve bazı generallerin de Akıncı Üssü’nde tutulduğunu öğrendikten sonra karargâh odalarını dolaştım. Önce Yaşar Güler’i buldum. Bağlarını açtım. Gözleri yaşlı yaşlı, ‘Komutanım biliyordum, sizin haberiniz olsa gelip bizi kurtarırsınız diye düşünüyordum.’ dedi.
Abidin Ünal’ın tutulduğu odayı açtırdığımda el ve ayaklarının bağlı olmadığını, masanın üzerinde çay, su, bardak ve çerezler olduğunu gördüm. Sonrasında hep birlikte Hava Kuvvetleri Komutanlığı karargâhına hareket ettik. Ben arabamı, şoförümü Abidin Ünal’a verdiğim halde, sonrasında ‘Arkadaşların bindiği minübüsle geldim.’ demiş. Bunu inkâr edecek ne vardı? Böylesine basit bir konuda bile gerçeği söylemekten kaçındı. Akıncı çıkışında Yaşar Güler polislerle konuştu. Madem benden şüphelenmiş, neden onlara beni yakalatmadı da aylar sonra verdiği ikinci ifadesini değiştirdi? 600 bin kişilik ordunun komutanları neden korkuyorlar da mahkemeye gelmiyorlar? Öte yandan kalkışmanın ana unsurunun Hava Kuvvetleri olduğu iddia edildiğine göre, Hava Kuvvetleri Komutanı olarak emrindeki gücü bu işten vazgeçirmek amacıyla en seri şekilde Eskişehir’e gitmek varken, sözde derdest edilmek için oyalanması nasıl açıklanacak? Gerçeklerin ortaya çıkarılması amacıyla iki eli cebinde filoda serbestçe gezinen, otoparklarda saklanan ve bulunduğu odada serbest hareket etmesine rağmen yerinden kıpırdamayan, kaçak güreşip ifade vermeye gelmekten korkan kudretlilere sorulmayan sorular varken, bana ‘Neden darbecilere karşı çıkmadın?’ diye soruluyor.
Abidin, Yaşar, Hulusi Paşa, işi emrinde hiçbir şey olmayan Akın Paşa’ya yıktılar. Oysa tutuklu generallerin büyük bir kısmı Abidin Ünal’ın Hava Harp Okulu öğrencilerinden. Aynı şekilde Kara Kuvvetleri’ndeki subay ve kurmayların yaklaşık yüzde 20-25’i de Hulusi Akar’ın gerek Kara Harp Okulu gerekse Kara Harp Akademisi Komutanlığı döneminin öğrencileridir. Bu durumda bu komutanlara darbeci mi demek gerekiyor? Yaşar Güler’e gelince; ey Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz. Ağlayan, hatta, ‘Ben bunlara ne yaptım ki? Şimdiye kadar ne istedilerse karşıladım.’ diyen de kendisi. Neden bunu saklayıp değişik ifadeler veriyor? Yaşar Güler’in bu cümlelerinin ne manaya geldiğini çok düşündüm. Meğerse herkes herkesi tanıyormuş, ama ikbal kaygısıyla kimse kimseye dokunmamış. Birçok kişi belki de nelerin olabileceğini biliyormuş ve pasif kalarak, adeta bekle-gör politikası izleyerek olayların çığrından çıkmasına yol vermiş. Durumdan bihaber olan ve gardını alıp kendini koruyamayan bir tek ben varmışım. Suskunluklarının anlamı çok basit; Akın Öztürk darbe ile yargılanıyor, aman lehine söyleyeceğim bir söz ile töhmet altında kalmayayım korkusu olsa gerek. Ama o da, herhalde yanlışlıkla bir şeyi doğru söyledi. İlk ifadesinde benim darbecilere, ‘Bunlar manyak mı? Devlete karşı bunu nasıl yaparsın?’ dediğimi belirtti. Halbuki kendisi gerçek diye ‘Fuhuş ve Casusluk’ davasının en ateşli savunucusu olarak, ‘Elimde binlerce resim ve film var.’ diye diye Genelkurmay koridorlarında bağıran kişiydi. Nerede şimdi o film ve resimler? Kutsal asker ocağımızın, 600 bin kişilik ordumuzun başındaki komutanın istisnasız her daim, her konuda basiretle sadece doğruları söylemesini beklerdim.
Hava sahası öyle şifahi emirle kapatılamaz. Yaşar Güler buraya gelseydi, bunları soracaktım; ama o kaçak güreşi tercih etti, daha doğrusu buraya gelmeye cesaret edemedi. Neden korkmuş olabilir ki? Nasılsa Akın Öztürk’e monte ettik, vur abalıya. Darbe girişimi gerçektir. Bunun arkasında bazı güçlerin olduğu da gerçektir; ama alınması gereken tedbirler alınmamıştır. En hafif tanımlamayla görevi ihmal vardır. Bu darbe önlenirdi. 2.5 saat refleks gösteremeyenlere yazıklar olsun.”
Akın Öztürk, atama listesine göre, kendisine Genelkurmay 2. Başkanlığı ve sözde Yurtta Sulh Konseyi Başkanlığı görevi verilmesi konularında ise şunları anlattı:
“Kuvvet Komutanlığı yapmış bir kişiyim. 2. Başkanlık daha düşük bir mevkidir ve bu atama askeri teamüllere aykırıdır. Darbenin 1 numarası ve Yurtta Sulh Konseyi Başkanı isem neden kendime bu görevi uygun göreyim? Bir an bu saçma sapan felsefenin doğru olduğunu kabullenelim; ‘Bu durumda birinci başka kimdir?’ diye sormak ve araştırmak gerekmez mi?”
Bu arada Öztürk zaman zaman sesini yükseltip kürsüye vurunca Mahkeme Başkanı, “Sağlığın için sakin ol. Bir de kürsüye vurma. Hem hoş olmuyor hem sağlığın için heyecanlanma.” uyarısında bulundu. Öztürk ise sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kaldı ki, Sıkıyönetim Direktifi isimli bir başka belgenin altında Hulusi Akar-Yurtta Sulh Konseyi Başkanı yazıyor. İmzası bulunmadığından doğal olarak kendisini bağlamıyor. Peki, ama benim hakkında böyle bir belge bile ortaya konulamazken, savcılığın bu iddiası beni nasıl bağlıyor? Konsey Başkanı olarak Hulusi Akar’ın düşünüldüğü veya planlandığı görülmesine rağmen ben niye buradayım? Diğerleri niye dışarıda? Sonra, madem ben konsey başkanıyım, eylem planını bilmem gerekmez mi? Mehmet Partigöç’e neden sorayım? Darbeciler toplanıyor, 20 dakikada karar verip icraatı 03.00’ten 20.30 civarına alıyor. Sözde konsey başkanı olarak benim haberim yok, evde sivil tatil kıyafetiyle oturuyorum.
Bu açılardan bakarsanız; ben darbenin başı mıyım sonu muyum, bu bile belli değil. Bir başka konu; fişleme listelerinde ismimin karşısında asker bir kişinin söylemi olmayacağı kesin olan ‘Reise hakaret’ notu ile Cumhurbaşkanının husumetine maruz bırakılmam amaçlanmıştır. Darbenin gerçeğini bilen komutanların ilk ifadeleriyle son ifadeleri arasındaki değişiklikler ve bazı gerçekleri saklamaları bende bu intibayı uyandırdı. Darbenin gerçeğini öğrenmek istiyorsanız, bu fişleme listelerini hazırlayan, sunan ve sunulan kişileri saptayarak dinlemenizin uygun olacağını değerlendiriyorum. Darbe olmasaydı 15 Temmuz’dan 20 gün sonra yapılacak olan YAŞ toplantısında FETÖ yapılanmasına dahil olan kişilerin tasfiye edileceği, günler öncesinden belli olmasına rağmen ben, Akın Öztürk, YAŞ toplantısına terör örgütü yöneticisi olarak nasıl katılacaktım? Bu sorunun cevabını birilerinin vermesi gerektiği kanısındayım. Bırakın örgüt liderliğini, örgüt üyeliğiyle ilgili bile hakkımda tek bir bilgi kayıt belge yok. Mehmet Dişli, Hulusi Akar’ın odasına giriyor, ‘Birlikler yola çıktı, Ankara’da olacaklar.’ diyor. Dişli bunları söylediğinde zıplayıp kafasının tavana değmesi gerekirken, o imza atmaya devam ediyor, 1 saat bekliyor. Siyasi bacağı, iç-dış bacağı belirsiz bu darbeyi planlayanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Darbe girişiminin arkasında içerideki veya dışarıdaki karanlık güçler olduğu açık seçik ortadayken, bu gücün kimlerden ve nerelerden oluştuğunu, kimlerin nasıl ve hangi usulleri kullanarak bu hain darbe girişimini yaptırdığını araştırmayıp, adet yerini bulsun diye yapılan duruşmalar kamuoyunu tatmin etmeye yeterli değildir. Sadece mevcut sanıkların cezalandırılmasıyla bu iş kapatılamaz. Bu kendi içinde çelişen, birbirine tezat oluşturan toptancı suçlamalar, kes-kopyala-yapıştır sayfaları ve aslı olmayan delillerle dolu iddianameyle ve kamuoyunda yaratılan algıyla ben suçlanıyorsam bu, bazılarının kendilerini gizlemek için beni kurban seçip paravan yapmasındandır. Beni olayın içine çekmişlerdir. Bir başka ifadeyle, ‘Göz ola dağın arkasını göre, akıl ola başa geleceği bile’. Maalesef ben göremedim ve bilemedim.
Hava Kuvvetleri Komutanı olduğum dönemde emrimdeki gücü kafanızda bir canlandırın. O zaman darbe yapmayı aklının ucundan dahi geçirmeyen, emekliliğine 6 ay kala emeklilik dilekçesini veren, suç tarihinde emir ve komuta yetkisine sahip olmayan, sembolik bir görevi olan kişi, 12 uçak ve bir kaç helikopterle darbeye mi kalkışır? O kadar geri zekâlı değilim. Bunu kendime hakaret sayarım. 4-5 yarım akıllının haberinin olduğu, planlayanın 10 kişiyi geçmediği bir olay. Abidin Ünal ‘darbe’ demiş olsa deli miyim, gider miyim, kendimi ateşin içine atar mıyım? Her üç komutanın ifadelerinde farklı şeyler söylemesinin bir sebebi vardır diye düşünüyordum. Şunu öğrendim ki, bir insanın bu kâinatta işgâl ettiği hacim rütbesi, kilosu ya da makamı kadar değil, yüreğinin büyüklüğü kadarmış. Benim suçluluğum, suçsuzluğum ve kalkışmadaki rolüm açısından tek tanık Hulusi Akar’dır. Hulusi Akar o geceyi unuttu. Mahkemede dinlenmesini istiyorum. Mahzurluysa siz, o ve ben oturup konuşalım.”
Savunmasının devamında daha önce ailesinin, özellikle de torunlarının etkilenmemesi için üstü kapalı geçtiği, gözaltındayken maruz kaldığını iddia ettiği işkence ve kötü muameleyi anlatan Akın Öztürk, tırnaklarının arasına asit döküldüğünü, sadece kendisine demir kelepçe takıldığını, gördüğü darplar sonucu dişlerinin kırıldığını ve kulağının parçalandığını, ölümle tehdit edildiğini, genç askerlerin üzerine salındığını söylerken, “O süreçte bir gözüm kapıda; aha Hulusi Akar, Abidin Ünal gelecek, ‘Durun, ne yapıyorsunuz? Bizle beraberdi.’ diyecekler diye bekledim. Demek ki, erkeklik buymuş.” diye konuştu. Görüntülere rağmen, “İşkence yoktur.” denildiğini, dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın da, vücudundaki yaraların helikoptere ateş açılması sonucunda düşünce oluştuğunu öne sürdüğünü belirten Akın Öztürk, mahkeme heyetine, Emniyete gitmeden hemen önce evinde çekilmiş fotoğraflarını gösterdi.
Akın Öztürk iki gün süren savunmasını şu sözlerle tamamladı:
“TSK’nın yüzde 1’ine, bilemediniz yüzde 2’sine tekabül eden asker sayısıyla yapılmaya çalışılan bu darbe girişimine, benim konumuma gelmiş bir komutanın, 40 yıllık tecrübeye sahip, azıcık vizyon sahibi kişinin onay vermesi zaten mümkün değildir. Bu zeka yoksunu darbe hamlesinin hiçbir noktasında bulunmadım, iştirak etmedim, emir vermedim ve koordinasyon sağlamadım. Suçsuzum. Fetö’cü, darbeci değilim. İştirak etmediğim bir eylemin bir numarası da olamam, vatan haini hiç değilim. Bugün elinde güç bulundurup iftira atan ve attıranlar çok iyi bilsinler ki, ne yaparsa yapsınlar benim bayrak aşkımı, Cumhuriyet sevdamı ve millet sevgimi engelleyemeyeceklerdir. Yeter artık, masum bir insanın hayatıyla oynanıyor. 9 yıl, 20 yıl; hiç önemli değil. İtibarım, onurum için konuşuyorum. Birisi çıksın, ‘Sana haksızlık yapıldı.’ desin, yeter. Bu nedenle bugüne kadar ne gördüm, ne yaşadıysam adalet için, hak yerini bulsun diye hiçbir şeyi gizlemeden ve ilave yapmadan doğruları söyledim. Yani başkaları gibi, ülkemize karşı kurulan bu darbe girişimi tuzağına alet olup; ikbal, mevki, makam, rütbe derdine düşüp bazı gerçekleri saklamadım.
Bu menfur darbe girişimine tuzak diyorum, çünkü TSK içindeki bazı personelin yanıltılarak kullanıldığına inanıyorum. TSK’yı etkisiz kılmak, zayıf bırakmak birinci hedefti. Bugüne kadar, kuzeyden sıcak denizlere inmek, batıdan da Orta Doğu’da pay sahibi olmak isteyen dış güçlerin önündeki en ciddi engel Türkiye Cumhuriyeti ve onun Silahlı Kuvvetleriydi. Bu tuzak sayesinde, Balyoz ve Ergenekon da dahil edildiğinde, TSK’da çok değerli personel tasfiye edildi. Şanlı ordumuz, tarihinde hiç olmadığı kadar yetişmiş personel zafiyeti yaşamaktadır. 12 Mile ses çıkıyor mu? Bunların olacağını söyledim, onun için buradayım. Sonuçta dış güçler istediklerini elde ettiler, memleket olarak biz de göz göre göre bu tuzağa düşürüldük. Kurulan bu tuzağı görmemezlikten gelerek makam, mevki ve ikbal beklentileriyle gerçekleri söylemeyen, hatta inkâr eden, yaptığı askerlik yeminine ihanet eden asker kişileri ve asılsız haberlerle kamuoyunda insan şeref ve haysiyetini ayaklar altına alanları lanetle anıyor, hakkımı helâl etmiyorum.”
Akın Öztürk son olarak şu anda hastalıkla mücadele eden ilk avukatı Hicabi Durmuş’a şükranlarını sunarken, 15 Temmuz’da sırf nöbetçi oldukları için yanında bulunduklarından müebbet hapis cezasına çarptırılan koruma astsubayı Can Kaya ve konut astsubayı İsmail Keskin’den haklarını helal etmesini istedi.
Öztürk savunmasını tamamladıktan sonra da hayatına dair hazırlanan 9 dakikalık bir videoyu gösterdi. Videoda, Öztürk’ün Suriye’ye girilmesine karşı çıktığı için hedef alındığı, bu yüzden iki kez istifa mektubu hazırladığı mesajı verildi.
Akar Hakkında İddianame Hazırladı
Öztürk’ün avukatlarının beyanları sırasında da ilginç olaylar yaşandı.
Av. Özlem Barıner, iki sanığa soru sorma isteğini reddeden Mahkeme Başkanına, “Belli ki, bir kurgunun parçasısınız.” deyince Başkan tarafından uyarıldı.
Savcı, bir kez daha izinsiz konuşan sanıkların salondan atılmasını istedi. Başkan, “Salonla ilgili kararı bana bırakın.” karşılığını verirken, sanıklardan Ali Yazıcı, “Ben kendimi atıyorum.” diyerek salondan çıktı. Mehmet Partigöç de, “Savcı, jandarmaya talimat veriyor.” diye tepki gösterip salondan ayrıldı. Bu arada duruşmayı izleyen DEM milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun, “Bu nasıl mahkeme? Adil yargılama yok.” diye bağırdığı duyuldu. Tartışmaların devam etmesi üzerine Mahkeme Başkanı duruşmaya ara verirken, “Çıkanlar çıksın, kalanlarla devam edeceğim.” dedi.
Akın Öztürk ve avukatlarının tüm taleplerini reddeden Mahkeme, duruşmayı 17 Eylül’e erteledi.