Hüseyin Çelik: 15 Temmuz ‘militan yargısı’ İstiklal Mahkemeleri gibi çalıştı

Eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, "Şu anda parti devletleşmiştir, devlette partileşmiştir. Bu ülke gerçekten bir hukuk devleti değil. Kendi militan yargımızı oluşturduk. İstiklal Mahkemeleri nasıl ki giyotin gibi çalıştıysa 15 Temmuz Yargısı da maalesef giyotin gibi çalışıyor." dedi.

  • ü
  • 30 Ocak 2025
  • ü
  • Politika

AKP’nın kurucu isimlerinden eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, AKP’nin kendi militan yargısını oluşturduğunu belirterek, “15 Temmuz Yargısı diye Türkiye’de bir yargı oluştu. Bu aslında yargı falan değil. Bu bir çeşit İstiklal Mahkemeleri falan neyse bu 15 Temmuz Yargısı da maalesef öyle işliyor.”dedi. 

Çelik, KHK TV’den Ahmet Erkan Yiğitsözlü’ye Türkiye’deki siyasi durum, yargının siyasallaşması, Kürt sorunu ve KHK’lılarla ilgili önemli açıklamalarda bulundu. 

Çelik’in röportajı şöyle:

“15 Temmuz Yargısı diye Türkiye’de bir yargı oluştu. Bu aslında yargı falan değil. Bu bir çeşit istiklal mahkemeleri falan neyse bu 15 Temmuz Yargısı da maalesef öyle işliyor. İstiklal mahkemelerinde savunma hakkı var mıydı? İstiklal mahkemeleri nasıl ki giyotin gibi çalıştıysa 15 Temmuz Yargısı da maalesef giyotin gibi çalışıyor. 

AK Parti kurulurken AK Parti milletin partisi olarak kuruldu. Ama şu anda parti devletleşmiştir, devlette partileşmiştir. Bu ülke gerçekten bir hukuk devleti değil. Biz yargının bağımsızlığından söz ediyoruz. Sadece kağıt üzerinde yazıp kendimizi kandırıyoruz. Ne yazık ki biz de kendi militan yargımızı oluşturduk. Yani geçmişte kendisi mazlum olan, Ama bugün gücü eline aldıktan sonra eğer birileri zalim kesilmişse bu korkunç bir şeydir.

‘CEZAEVLERİNDE SİYASİ SUÇLU KALMAMASI GEREKİR’

Şimdi 100 bin kişinin ölümünden, 100 bin kişinin hayatından sorumlu tutulan Abdullah Öcalan eğer çıkacaksa Türkiye’de cezaevlerinde siyasi olarak bir tek Allah’ın kulunun kalmaması lazım. Şimdi siz 80 yaşında ve tekerlekli sandalyeye bağlı olan en az 10 tane kronik hastalığı olan Melek İpek’i cezaevinde bırakacaksınız. Ama Abdullah Öcalan’ı serbest bırakacaksınız veya ümit hakkı diye onu getireceksiniz. Bu yenilir, yutulur bir şey değil. Bu kabul edilemez.

‘İLTİSAK KAVRAMI GAYRİ HUKUKİ, GAYRİ HUKUKİ İNSANİ BİR İFADEDİR’

İltisak kelimesi bizim hukuki hiçbir metnimizde yer almayan. Tamamen gayri hukuki, gayri insani bir ifadedir. Böyle bir şey olamaz. Cezalandırılan sadece bu KHK’lılar olmadı. Onların çoluk çocuğu da cezalandırıldı. Maalesef Türkiye’deki İslami gruplar da, İslami cemaatler de, tarikatlar da kendi menfaatlerine bir halel gelmediği sürece başkalarına yapılan haksızlıkları sineye çekiyorlar. Onları görmemezlikten geliyorlar. Elbette karanlıklar vardır. Elbette kış vardır. Kışın sonu bahardır. Karanlıkların sonu sabahın aydınlığıdır. Kıyamete kadar devam etmiş bir yanlışlık ve zulüm yoktu. 

’15 TEMMUZ YARGISI GİYOTİN GİBİ ÇALIŞTI’

15 Temmuz yargısı diye Türkiye’de bir yargı oluştu. Bu aslında yargı falan değil, bu bir çeşit istiklal mahkemeleri falan neyse. Bu 15 Temmuz yargısı da maalesef öyle işliyor. İstiklal mahkemelerinde savunma hakkı var mıydı? İstiklal Mahkemeleri nasıl ki giyotin gibi çalıştıysa 15 Temmuz Yargısı da maalesef giyotin gibi çalışıyor. İnsanlara savunma hakkı vermeden şunun bunun ve bir amirin efendim bu da şucudur demesiyle bana göre bu da iltisaklıdır. İltisak kelimesi bizim hukuki hiçbir metnimizde yer almayan tamamen gayri hukuki, gayri insani bir ifadedir. Böyle bir şey olamaz. Yani bir insanın suçu sübuta ermeden gerçekten o insanların suçlu olduğu ortaya çıkmadan o insanlara ceza verilmez. 

‘KHK’LILARIN ÇOCUKLARI DA CEZALANDIRILDI’

Ve siz sorgusuz sualsiz listeler oluşturarak bu insanları attınız. Dediğiniz gibi gidip mahkemelerden beraat edenlere de itibar etmediniz. Mahkemelere de itibar etmediniz. Ve o insanlar işlerine geri dönemediler. Bu bir tarafa siz de ifade ettiğiniz gibi cezalandırılan sadece bu KHK’lılar olmadı. Onların çoluk çocuğu da cezalandırıldı. Malumunuz suçların ferdiliği prensibi var. Adil bir devlet, şefkatli bir devlet. Diyelim ki babası gitti, cezaevine girdi, aç kaldı. Bir insan aç kaldıysa, çaresiz kaldıysa adil devlet, sosyal devlet, hukuk devleti o çoluk çocuğuna da bakar. 

Şimdi o KHK’lılar kendisi bu şekilde perişan olduktan başka Onların çoluk çocuğu çeşitli işlere müracaat ediyorlar. Babaları KHK’lıdır diye o insanlar işe alınmıyorlar. Devlet zaten işe almıyor. Özel sektörde de bu insanlar işe alındığı zaman acaba başım belaya girer mi? Acaba ben böyle bir damga yer miyim? şeklinde endişeler taşıyorlar. 

‘SİZ AKŞAMA KADAR KENDİNİZE HUKUK DEVLETİN DEYİN’

Hele hele mahkemeden beraat kararı aldıktan sonra bir insanın görevine iade edilmemesi, onun kamudaki bütün haklarından mahrumiyetinin devam ettirilmesini ben insani bulmuyorum. Bu ülke gerçekten bir hukuk devleti değil. Biz yargının bağımsızlığından söz ediyoruz. Sadece kağıt üzerinde yazıp kendimizi kandırıyoruz. Bal bal demekle ağız tatlanmaz ki siz akşama kadar kendinize hukuk devleti deyin. Bu ülke demokratik bir devlet deyin. Bu ülke sosyal devlettir deyin. Eğer altta kalanın canı çıkıyorsa, eğer kendisi hapiste olan veyahut da işinden atılan, işsiz güçsüz olan bir aile onun çocukları perişan oluyorsa, ızdırap çekiyorsa orada sosyal devletten ve şefkat devletinden de söz edemezsiniz. Onun için olağanüstü şartlar ve olağanüstü hal bitmiş olduğuna göre Olağanüstü şartlarda yapılan şeylerin bugün tekrar masaya yatırılması, sorgulanması ve masum olan insanların haklarının iade edilmesi gerekiyor. 

‘İKİ MİLYON İNSANIN KANINA GİRDİLER’

Ben her zaman şunu söylüyorum: Bu 15 Temmuz’daki darbeyi kim planladıysa Efendim kim bunu tahrik ettiyse, kim bunu tertip ettiyse, kim bunu tatbik ettiyse Allah ona ve onlara bin kere bela versin. Çünkü bu toplumda iki milyon insanın kanına girdiler. Ve ülkenin birçok meselesinin daha kötü olması sonucuna yol açtılar. Gerçek suçlular bulunsun. 15 Temmuz’un failleri kimse, bunların tahrikçileri kimse, tertipçileri kimse, tatbikçileri kimse onlara gereken cezalar verilsin ama masum insanların da zayı olmuş, kaybedilmiş, gasp edilmiş olan hakları da iade edilsin. İnsanlık bunu gerektirir, İslamlık bunu gerektirir, hukuk devleti, demokrasi bunu gerektirir. 

‘YARGININ BANA YAPTIĞINI FİRAVUN MUSA’YA PEYGAMBERE YAPMAMIŞTIR’

Ben mesela Milli Eğitim Bakanlığım esnasında bana yargının yaptığı eza ve cefayı Firavun Musa’ya yapmamıştır. Peki ne oldu? Biz geldik şimdi iktidar olduk, iktidarı iyice ele geçirdik. Öyle bir şey olmalıydı ki, biz öyle bir yargı sistemi kurmalıydık ki gayrimüslimi de, dindarı da, dinsizi de, ateisti de bütün insanlar gerçek manada adaletle muhatap olsalardı. Gerçek adaleti iliklerine kadar hissetmeleri gerekiyordu bizim yönetimimizde. Ama ne oldu şimdi? Maalesef ki maalesef söylüyorum, bizde kendi kemalist yargı vardı, militan kemalist yargı vardı. 

‘KENDİ MİLİTAN YARGIMIZI OLUŞTURDUK’

Fakat AK Parti’nin özellikle dediğim gibi son 10 yıllık iktidarında ne yazık ki biz de kendi militan yargımızı oluşturduk. Bağımsız yargı falan artık bana çok masal gibi geliyor. Maalesef yok böyle bir şey. Olup bitenleri hepimiz görüyoruz. Ve şey adına da üzülüyorum ben, yani muhafazakarlık adına. Çünkü İslam dininin, İslam’ın ve İslamcılığın kullanılması da bu işin farklı bir boyutu. Herhangi bir sıradan insanlar her şeyi yapabilirler. Ama sabahtan akşama kadar Allah, Muhammed, ayet, hadis, din, iman, Allah, Kur’an, kitap diyen insanların bu tür yanlışlıkların içerisinde olması İslamiyet’e de çok büyük bir zarar veriyor. Sadece Müslümanlara zarar vermiyor. İslamiyet’in bizatihi kendisine de zarar veriyor.

‘PARTİ DEVLETLEŞTİ, DEVLET DE PARTİLEŞTİ’

AK Parti kurulurken, AK Parti milletin partisi olarak kuruldu. Ama şu anda parti devletleşmiş de devlette partileşmiştir. Bu facia bu. Bir parti de eğer devlet partisi oldu mu, kendi sonunu hazırlamış demektir. Bunu AK Parti’nin ileri gelenlerin şapkayı önlerine alıp düşünmesi lazım. 

‘İNSANLARIN HÜRRİYETLERİNE KAVUŞMASI LAZIM’

İşte bu yok iltisaktır, yok filandır filandır gibi hukukta yeri olmayan, sonradan uydurulan, gerekçelerle içeri atılan insanların özellikle hürriyetine kavuşması lazım. Gerçek manada adalet yöneten içinde lazım, yönetilen içinde lazım. Bu kimseyi rahatsız etmemeli. Böyle bir ülke çok daha yaşanır bir ülkedir. yönetilmesi en zor ülke gayrimemnunu fazla olan ülkedir. Eğer bir ülkede gayrimemnun fazlaysa o ülkede maalesef ki maalesef hayat kolay olmaz. Bakın Türkiye’deki milyonlarca Kürt gayrimemnunsa, milyonlarca Alevi gayrimemnunsa veya şu veya bu gerekçeden dolayı hapislere tıkılmış, KHK’larla atılmış onların çoluk çocuğuyla beraber milyonlarca insan eğer gayrimemnunsa ekonomik şartlardan dolayı, maddi sıkıntılardan dolayı milyonlarca insan gayrimemnunsa o ülkede huzurdan söz edemezsiniz. O ülkede barış içerisinde yaşamak çok daha zor olur. 

‘TABİİ Kİ KÜRT SORUNU DİYE BİR SORUN VAR’

Tabii Kürt sorunu var mıdır diye bir soru sorulması bile Kürt sorunun var olduğunu gösteriyor. Gündüz ortasında gözünü kapatanlar sadece kendilerine gece yaparlar ve gün ışımaya devam eder. Tabii ki Kürt sorunu diye bir sorun vardır. Peki bunun olup olmadığını kime sormak lazım? Kürtlere sormak lazım. Türkiye’de yaşayan 20-25 milyon Kürt’e sorduğunuz zaman bunun %95’i evet böyle bir problem var ve bu problem mutlaka çözülmelidir şeklinde size cevap verir. Peki bugünkü yol ve yöntemleri doğru buluyor muyum? Elbette doğru bulmuyorum. Türkiye’de Kürt sorunun çözümü demokratikleşmeden geçer. Mesela Kuzey Irak’taki Kürtlerin, daha doğrusu Irak’taki Kürtlerin %95’i Kuzey Irak dediğimiz bölgede, Erbil, Süleymaniye, Dohuk, Halepçe dediğimiz bölgede yaşıyor. Orada bir federatif yapı oluşturuldu, özerk bir bölge oluşturuldu. Bu Irak için geçerli bir model olabilir ama Türkiye için geçerli bir model olmaz. Çünkü Türkiye’deki Kürt nüfusunun 3’te 2’si ülkenin batısında yaşıyor. Dolayısıyla Türkiye’deki Kürt meselesinin çözümü gerçek manada bir hukuk devleti ve demokratikleşmeden geçer. Eğer içinde bulunduğunuz odada herkese rahat nefes alabileceği kadar oksijen varsa kimsenin buruna oksijen tipi dayamanıza gerek yok. Yani Türkiye’de eğer gerçek manada bir hukuk devleti olursa, gerçek manada bir demokrasi olursa, insan hakları gerçek anlamda hayata geçirilirse, düşünceye ve düşünceye ifade etme özgürlüğü olursa, hür basın olursa, ötekine saygı diye bir şey olursa, Kürt meselesi diye bir mesele kalmaz. Kürtler yaşamaya devam eder. Bu ülkenin asli bir unsuru olarak bu memleketin kiracıları, göçmenleri değil, sahiplerinden biri olarak hayatlarını sürdürmeye devam ederler. Ve böyle bir sıkıntıda kalmaz.

‘BAHÇELİ VE ERDOĞAN’IN SÖYLEDİKLERİNE GÜVENMİYORUM’

Ama Kürt meselesinde bu yaşanan gel-gitler, sabah böyle, akşam böyle şeklindeki politikalar maalesef bu işin cılkını çıkardı ve ben bu tavrı ve çözüm yöntemlerini doğru bulmuyorum. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hem de Devlet Bahçeli yani Cumhur İttifakı’nın iki bileşeni ve iki lideri o kadar çok zikzaklar çizdiler ki dolayısıyla bu saatten sonra söylediklerine açıkçası güvenemiyorum, itimat edemiyorum. Sayın Bahçeli tuttu meydanlarda ip attı, bunu alın asın dedi. Daha düne kadar DEM PARTİ derhal kapatılmalıdır dedi. Eğer kapanmıyorsa Anayasa Mahkemesi kapanmalıdır dedi. Bunları diyen Bahçeli şimdi de efendim çıkıp diyor ki Şimdi Abdullah Öcalan gelsin, işte Umut hakkından yararlansın, Mecliste konuşsun falan. Doğrusunu isterseniz ben tabii Türkiye’de bir barış olsun mu? Evet. Kürt meselesi çözülsün mü? Evet. Türklerin ve Kürtlerin bin yıllık kardeşliğinin devam etmesi gerekiyor mu? Evet. %100 evet.

‘ÖCALAN MECLİS’TE KONUŞSUN, DEMİRTAŞ HAPİSTE ÇÜRÜMEYE DEVAM ETSİN’

Tereddütsüz evet. Ancak Abdullah Öcalan gelsin, yani bu PKK’nın terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan gelsin, Mecliste konuşsun. Ama diyelim ki ona sempati duyan Selahattin Demirtaş hapiste çürümeye devam etsin. Ahmet Türk ona sempati duyduğu için alınsın belediyeden, yani azledilsin, yerine kayım tayin edilsin. Veya Akdeniz Belediye Başkanı azledilsin, yerine kayyum tayin edilsin. Fakat bu terör örgütünün lideri çıksın hapishaneden, gelsin mecliste konuşsun. Bunları çok tutarlı bulmuyorum.

‘BAHÇELİ VE ERDOĞAN’IN ÇOK ZİK ZAKLARI VAR’

Sayın Bahçeli’nin de ve Sayın Erdoğan’ın da bu manada maalesef çok zikzakları var. Bu siyaset kurumunda olan güveni de ortadan kaldırıyor. Bugün kesinlikle olmaz dediğimiz şeyler, ertesi gün oluyor. Bugün efendim yapacağız dediğimiz şeyi, kesin yapacağız dediğimiz şeyi, bakıyorsunuz üç gün sonra unutuyoruz. Bu devlet adamı ciddiyetiyle veya siyaset kurumunun güvenirliliğiyle maalesef bağdaşmayan şeylerdir. Onun için ben böyle somut adımlar görmedikçe, ete kemiğe bürünen bir şey görmedikçe bunu çok ne yazık ki ciddiye alamıyorum.

‘HER KIŞIN BİR SONU VARDIR’

Hayatımın hiçbir döneminde karamsar olmadım. Ve karamsarlığın ruhuma hakim olmasına müsaade etmedim. Ben çünkü Allah’tan ümidini kesmeyen bir kulum. Çünkü Allah’tan ümidinizi keserseniz siz o zaman kulluğunuzda da sıkıntı var demektir. Elbette karanlıklar vardır. Elbette kış vardır. Kışın sonu bahardır. Karanlıkların sonu sabahın aydınlığıdır. Kıyamete kadar devam etmiş bir yanlışlık ve zulüm yoktur. Ben bizim ülkemizin de hukuk açısından, insan hakları açısından, özellikle demokrasi açısından daha iyi günler göreceğine şahsen inanıyorum ve bu inancımı sürdürmek istiyorum. Efendim dediğim gibi yani ister KHK’lı, ister şu veya bu şekilde mağdur olmuş insanlar hukuk içerisinde, meşruiyet zemininde İllegaliteye kaçmadan, şiddete bulaşmadan, yeni bir yanlışa tevessül etmeden hukuk zemininde haklarını aramaları gerekir. Bundan başka yeryüzünde henüz bulunmuş bir yol ve yöntem yok. “

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com