Eski Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, "gizli tanık"ların yargıya sızan "virüs" olduğunu ifade ederek, "Bu durum yargıyı çürüten kara deliğe dönüştü" dedi.
Son olarak Ayhan Bora Kaplan soruşturmasında Ankara Emniyeti merkezli yaşanan “gizli tanık” skandalı, bu uygulamayı yeniden tartışmaya çatı. Soruşturmanın gizli tanığı Serdar Sertçelik’in beyanları ile kaosa sürüklenen dosyada soruşturma derinleştirilmeye çalışıyor.
Erzincan eski Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ise BirGün gazetesinde yayımladığı yazıda gizli tanık sorunun kaleme aldı.
Cihaner, “gizli tanık”ların yargıya sızan “virüs” olduğunu belirterek, “Ülkeyi temelinden sarsan siyasi davalar ve komplo davalarında başrolde hep ‘gizli tanık’ var. Bir ‘gizli tanığın’ ifadesi kadar inanılan hiçbir şey olmuyor bazen. Açık kimliği ile denetlenebilir, sorgulanabilir tanık beyanlarının, hatta ‘olguların’ üzerine konuluyor gizli tanığın beyanları. Rejimi değiştiren davalarda da başrolde gizli tanıklar vardı” diye yazdı.
Cihaner’in yazısının ilgili bölümü şöyle:
“Karara esas alınmasalar bile servis edilerek kamuoyunun yönlendirilmesinde etkin olarak kullanılıyor ifadeler. Her ne kadar “gizli tanık” olmanın hukuki fiili avantajlarından faydalansalar da ne kimlikleri gizli ne de ifadeleri. Tüm yargıyı çürüten bir kara deliğe dönüşmüş durumda.
Esasen ilgili mevzuatta doğrudan bu adla adlandırılan bir düzenleme mevcut değil. Bu konudaki temel kanunun adı da “Tanık Koruma Kanunu”. Bu kanunda “gizliliğe” vurgu tabii ki var. Ancak bu kimliğin gizlenmesi, adresin ve yazışma belgelerinin gizlenmesine ilişkin. Yani başına “gizli” sıfatı eklense de bu adla nitelenen süje “tanık” olmalı. Bu anlamda soruşturmaya tanık aranmaz, bulunmaz. Vardır ve korursunuz! Söylediklerini de şunu yazalım bunu çıkaralım diye süzgeçten geçirmezsiniz, geçiremezsiniz.
İki dosya tüm çürümeyi ve yapısal sorunları ortalığa dökmeye yetiyor. Çözüm mü? Tabii ki çözüm mümkün ve sanıldığı kadar da zor değil. Güvenlik kuvveti ve yargı mensuplarının örgütsüzlükleri, üzerindeki soruşturma ve tayin baskısı ve içselleştirilen yanlış kurumsal kültür kendi içlerinden güçlü bir adalet hareketi çıkarmalarının zor olduğunu gösteriyor. Kuşkusuz böyle bir girişim çok kıymetli olacaktır. Burada asıl görev siyasete düşüyor: büyük ve bütünlüklü bir adalet ve hukuk devleti hareketi başlatmak.”