Gazeteci Gökçer Tahincioğlu, Ankara Emniyeti'nde yaşanan skandal niteliğinde bir gelişmeyi duyurdu. Buna göre işkence ve kötü muamele gördüğünü söyleyen bir kişinin başvurusu ile Ankara Emniyeti'nin 15 Temmuz 2016'dan önceki tüm işkence ve kötü muamele arşivinin 'yok olduğu' öne sürüldü.
Ankara Emniyeti, Gezi eylemleri sırasında yaralanan bir kişinin başvurusu ile açılan soruşturmada, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sırasında emniyetin arşivini su bastığını ve tüm kayıtların silindiğini öne sürdü.
Gazeteci Gökçer Tahincioğlu’nun T24’te yayımlanan yazısında 2016 öncesi arşivin “bütünüyle yok” olduğunu kaydetti.
Tahincioğlu yazısında “15 Temmuz darbesinden önce işkence ya da kötü muamele görmüşseniz, emniyetin herhangi bir uygulamasından şikâyetçi olmuşsanız artık bunu kanıtlama imkânınız kalmadı. Bu dijital çağda, sadece kâğıt arşiv tutulmuş ne hikmetse ve hiç iz bulunamamış…” ifadelerini kullandı.
Tahincioğlu’nun yazısından, bölüm şöyle:
“2013’te, Ankara’daki Gezi eylemleri sırasında yaralanan bir kişi, savcılığa başvurdu. Başvurucu, 1 Haziran 2013’teki polis müdahalesi sırasında ölçüsüz bir şiddet kullanıldığını, gaz fişeklerinin hedef gözeterek ateşlendiğini, bu nedenle dizinden yaralandığını belirtti ve sağlık raporlarını savcılığa sundu.
Savcılık, Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne müzekkere yazarak kamera kayıtlarını, biber gazı ve gaz tüfeği kullanan personelin listesini istedi.
Ankara Emniyeti, eylemciler zarar verdiği için kamera kaydı olmadığını, MOBESE’lerin sadece 30 gün kayıt tuttuğunu, bölgedeki kameraların kaydının bulunmadığını bildirdi.
Alışıldık bir yanıt.
Savcılık, bunun üzerine teşhis işlemi yapılmasını ve polislerin bir biçimde belirlenmesini istedi ancak bu talep de karşılık bulmadı.
Ne hikmetse, savcılık, 15 Temmuz darbe girişiminden bir ay sonra, açık dosyayı hatırladı ve Ankara Emniyeti’ne yeniden yazdı.
Ankara Emniyeti’nden gelen yanıt daha dramatikti.
Emniyet, şu yanıtı verdi:
“15 Temmuz 2016 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) tarafından gerçekleştirilmek istenen darbe teşebbüsü sırasında Emniyet Müdürlüğüne uçaktan atılan bombanın ana su şebekesini patlatması sonrası arşivin tamamen su altında kalarak balçığa bulanmıştır. 2015 yılı ve öncesine ait arşiv kayıtları kullanılamaz hâle gelmiştir.”
Bu savunma şu anlama geliyor. 15 Temmuz darbesinden önce işkence ya da kötü muamele görmüşseniz, emniyetin herhangi bir uygulamasından şikâyetçi olmuşsanız artık bunu kanıtlama imkânınız kalmadı. Bu dijital çağda, sadece kâğıt arşiv tutulmuş ne hikmetse ve hiç iz bulunamamış…
Başsavcılık ve emniyet arasındaki, “suçluları bulun”, “bulamadık” şeklindeki yazışmalar, 2018 sonuna kadar devam etti. 2018 sonunda başsavcılık, dosyada “daimi arama” kararı verdi.
Bu karar aslında, “bulamıyoruz” ve “dosyayı zamanaşımına bırakacağız” demek. Başka bir anlamı yok.
2020’de, başvurucu, nafile bu işlemlerin yapıldığını belirterek, Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Soruşturmanın darbe öncesi savsaklandığı, darbe sonrası ise arşivin yok olduğu yanıtıyla yetinildiğini bildirdi.
Adalet Bakanlığı, bu başvuruyla ilgili bildirdiği görüşünde, başvurucunun etkisiz soruşturma başvurusunun süresinde yapılmadığını, bunu erken fark etmesi gerektiğini söyledi.
Aslında bakanlığın bu garip yanıtının örnekleri AİHM’de de var. Ancak AİHM, 10-15 yıl boyunca kendi başvurusunun akıbetini sormayanlara bunu yapıyor. Israrla yıllarca soranlara değil.
Anayasa Mahkemesi’nin artık bir hak ihlali kararı vermesini beklersiniz değil mi?
Belli ki soruşturma savsaklanmış, belli ki darbeden önce belli olan isimlerin bulunması için hiç işlem yapılmamış.
Belli ki darbeden sonra da arşiv bahanesine sığınılmış. Gezi ile ilgili açılan davalarda nedense yok olmayan arşiv, burada kullanılamaz hale gelmiş.
Öyle yapmadı Anayasa Mahkemesi, aynen şunu söyledi:
“Ankara Emniyet Müdürlüğünün 6/9/2016 tarihli yazısı sonrasında olayın gerçekleşme koşullarının ve fail ya da faillerin tespiti için esaslı hiçbir işlem yapılmamıştır. Buna rağmen şikâyetini yetkili makamlara iletmede veya soruşturmanın etkisizliğiyle ilgili bireysel başvuru yapmada güçlük çektiği yönünde herhangi bir iddiası bulunmayan başvurucu, bireysel başvuru yapmak için 30/10/2020 tarihine kadar beklemiştir. Oysa başvurucunun somut olayın koşullarında soruşturmanın etkisiz olduğunu en geç daimi arama kararının verildiği 27/11/2018 tarihinde fark ederek süresinde başvuru yapması gerekirdi. Bu nedenle 30/10/2020 tarihinde yapılan başvurunun süresi içinde yapılmış bir başvuru olarak kabul edilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.”
Anayasa Mahkemesi’ne göre başvurucu, sadece 1 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, “bunlar soruşturmayı savsaklıyor” diye başvurduğunda geç kalmış, kendi başvurusunu savsaklamış.
Bu ilk değil, örneklerini 12 Eylül başvuruları sırasında da gördük.
Bu ülkede, en kolayı mağduru suçlu çıkarmak. Şimdi emniyetle, savcılıkla arayı bozmaya gerek yok.
Karar bize birçok şey söylüyor.
15 Temmuz darbesinden önce bir mağduriyetiniz varsa, emniyetten bu konuda belge bulamayacağınızı.
Emniyetin bir dakikada saptayabileceği bir bilgiyi, canı istemiyorsa yıllarca sürüncemede bırakabileceğini.
Ve ne yaparsanız yapın, niyet yoksa, bir sonuç alamayacağınızı…”