Fotoğraf: Ali Ammar / Süleymaniye
Bu yazı Velev gazetesinde yazdığım ilk yazı olacak.
Bir ilk yazı olarak daha geniş kapsamlı, önümüzdeki dönemde yazacağım yazıların genel bir çerçevesini çizecek, bendenizin ekonomiye, siyasete, hukuka bakış yöntemimi özetleyecek bir yazı yazmayı tercih ederdim ama bu yazıyı 11 Temmuz günü akşama doğru yazıyorum, malum, bu sabah temsili anlamda ülkemiz tarihinde çok önemli bir olay yaşandı, 1984 Ağustos’tan beri bir biçimde sürekli ülke gündeminde olan PKK çok disiplinli, iyi planlanmış (PKK, DEM, MİT) bir törenle silah bırakma, siyaseti terör yöntemine başvurmadan yapma sürecinde önemli bir adım atıldı.
Takdir eder, hak verirsiniz ki, böyle bir gündemi varken ülkenin, bu yazıyı, bu sitede ilk yazı olmakla beraber, bu konu dışına çıkarmanın tuhaf olabileceği ihtimali çok yüksek bir ihtimal.
Kürt meselesi ifadesini çok sevmiyorum, Kürt neden kendi kendine mesele olsun ki, kanımca Türkiye’de bir Kürt meselesi yoktur, konjonktürel olarak çok agresif olabilen bir Türk milliyetçiliği vardır ve dönem dönem çok agresif olabilen bu Türk milliyetçiliği Kürt meselesi denen meseleyi üretmiştir, başka bir ifade ile meseleye iyi niyetle çözüm aranacak ise çalışmaya bu milliyetçilik üzerinden başlamak lazımdır.
Rahmetli Süleyman Demirel’in mizahi bir sözü vardır, şöyle der: “Tamam, Kürtlere iyi davranmıyoruz da sanki Türklere çok mu iyi davranıyoruz?” Bu satırların yazarının düşüncesine göre milliyetçilik bir ideoloji olarak bu dünyanın gördüğü en insan-dışı ideolojidir, bu ideoloji 18. Yüzyıldan itibaren milli devletleri de üretmiştir, bu yapı da aynen milliyetçilik gibi insan doğasına çok uygun bir yapılanma değildir, Türk milliyetçiliği kötüdür, Kürt milliyetçiliği de kötüdür, her milliyetçilik kötüdür ama umarım dünya sahnesinde çok uzun ömürlü olamayacaktır.
Kürt meselesi diye tanımlanan meseleyi ben biraz askeri vesayet kavramına benzetirim. Bence, askeri vesayet, özellikle 90’lı yılların, 2000’li yılların ilk on yılındaki askeri vesayet öyle dönem dönem paşaların ekranlara çıkıp muhtıra metinleri okuması, parmak sağlaması değildir, askeri vesayet anayasal bir sorundur, Anayasanızda MGK varsa, Genelkurmay Başkanı 2017’e kadar en azından, bir sivil bakana bağlı değil ise, askeri Yargıtay, askeri Danıştay (Askeri Yüksek İdare Mahkemesi) varsa (değişti) askeri vesayet için paşaların parmak sallamasına gerek yoktur.
Kürt meselesi denen mesele de aynen böyledir, bu meselenin mevcudiyeti için de köy boşaltmak gerekmemektedir, illaki de bir Diyarbakır hapishanesi faciası yaşamak da şart değildir, Anayasanızda bazı vatandaşlara kendi anadillerinde eğitim görme hakkı yoksa (Anayasa 42), Türk, Kürt, Arap, Boşnak, Laz ve diğer tüm kültürel aidiyetlerin vatandaşlık sıfatı Anayasada Türk ise (Anayasa 66), yerel mahalli hizmetlerin finansmanı için ve sadece yerel hizmetler için yerel vergi salabilme hakkı yoksa (Anayasa 7), seçilmiş belediye başkanları merkezi idare tarafından yargı kararı olmadan görevden alınabiliyor, Selahattin Demirtaş hakkındaki mükerrer AİHM kararları uygulanmıyor ise Kürt meselesi işte tam da budur.
PKK meselesi hakkında da serinkanlı bir analiz yapılmalı ve herkes kendine şu soruyu sormalıdır: “PKK bir dizi nedenin sonucu mudur, yoksa bizatihi kendisi, kendi başına, perse, bir mesele midir?”
Aklı başında birilerinin bu soruya “PKK bir sonuçtur” diye yanıt vereceğini düşünüyorum. “Peki, PKK Latince ifade ile per ise (bizatihi kendisi) bir mesele değil ise, bir dizi faktörün sonucu ise bu meselenin nedenleri nelerdir?
Bu sorunun yanıtını da ben yine, askeri vesayet konusunda olduğu gibi, Anayasa maddelerinde aramaya çok daha yakınım, şayet bu anayasal problemleri parlamenter süreçlerde çözebilirsek Kürt meselesinde de çok büyük mesafe alacağımıza kuşku yoktur. Şöyle bir iddiam yok, “bu anayasal sorunlar çözülürse Kürt meselesi de çözülmüş olur” diye ama şuna eminim, bu anayasal sorunlar Kürt meselesinin çözümü için gerekli koşullardır, yeterli koşulların neler olacağını da süreç içinde buluruz, çözeriz ama ilk yapılması gereken öncelikle gerekli koşulların yerine getirilmesidir.
Her vatandaşın vatandaşlık sıfatının tamamen hukuki olması, mesela “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı”, her yurttaşın kendi anadilinde eğitim görebilme hakkı zaten bir devletin demokratik hukuk devleti olabilmesinin ön koşuludur, devlet sadece hukuk devleti olduğu için bu gerekli koşulları yerine getirmekle mükelleftir.
Bunlar çözülürse biz de zamanla dilimizden “alavere, dalavere Kürt Mehmet nöbete”, “Kuyruklu Kürt” gibi çok sevimsiz tabirleri kovarız.