İstanbul'da iki genç kadının vahşice öldürüldüğü cinayetten sonra herkes haklı olarak "polisin nerede" olduğunu sordu. Bunca çetenin, kadın katilinin, suç dosyası kabarık kişilerin sokaklarda nasıl rahat gezdiğini sorguluyor herkes. Peki sokaklardan sorumlu olan Bakan Ali Yerlikaya ne yapıyor o sırada? Damadın teknofestine koşup yağcılık yapıyor. Bir de solcu öğrencileri, eylem yapan kadınları, Gülen cemaati mensuplarını kovalıyor her yerde. Editlenmiş kurgu videolarla bakanlık yaptığını zannederek...
Davranışları ve uygulamaları ile toplumun büyük bir kesiminin tepkisini çekmiş olan Süleyman Soylu’un kabinede olmaması birçok siyasi analist tarafından önemli politika değişikliği olarak algılandı. Erdoğan’ın daha çok bürokratlardan oluşturduğu yeni kabinesinin yeni üyelerinin en azından hukukun asgari ilkelerine uyacakları varsayıldı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın göreve başlarken ‘hukuk’ vurgusu yapması da birçok kişi için “galiba hukuka dönüyorlar” beklentisini güçlendirmişti.
Görevlerine dönmeleri yönünde mahkeme kararı bulunan KHK’lı emniyet mensuplarının görev başlatmasıyla birlikte Yerlikaya hakkında beklenti iyice yükseldi. 15 Temmuz gecesinin ‘aktif elamanlarından’ mafya babası Ayhan Bora Kaplan’ın gözaltına alınmasının ardından Yerlikaya’nın kamuoyunda imajı giderek parlamaya başladı. Ardından uyuşturucu satıcılarına, küçük mafya gruplarına operasyonlar yapıldı ve İçişleri Bakanı Yerlikaya bunları sosyal medya hesaplarından bol görsel malzemelerle birlikte paylaştı.
Yapılan operasyonlarla ilgili sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlarda kullanılan dil ve söyleme bir yerden aşinaydık ama nereden? Yerlikaya’nın her gün makale uzunluğundaki sosyal medya paylaşımlarında kullandığı dil ‘hukuka, adalete, masumiyet karinesine, insan haklarına, özgürlüklere’ aykırıydı. Yıllarını devlette kaymakam, vali olarak hizmet vermiş olan Yerlikaya, paylaşımlarında birden fazla suç unsuru bulunduğunu bilmeyecek kadar ‘devlet terbiyesi’nden yoksun değildi ancak bu dönemin siyasi jargonu böyleydi. Hukuk, insan hakları, adalet, basın özgürlüğü gibi kavramların hedefe ulaşmak için paspas olarak kullanılmasında sakınca yoktu.
Türkiye 10 yıldır hukuku askıya almış bir siyasi kadro tarafından yönetiliyor. Hukukun ayaklar altına alındığını 17 Aralık soruşturmaları sonrasında dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala, İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok’a “Savcının gönderdiği belgeyi yırtın atın” diyerek müjdeliyordu (!) Ardından bakan olan Süleyman Soylu döneminde ülke uyuşturucu merkezi ve dağıtım alanına dönüştü. 15 Temmuz sonrasında ülke mafya, beşli çete ve Erdoğan troykası tarafından yönetilmeye başlandı. Zaman zaman bu üçlüleri oluşturan ekip içinde değişiklikler yapıldı ama sistem hep aynı kaldı. 15 Temmuz sonrasının en güzde mafya babası Sedat Peker gözden düşerken Alaattin Çakıcı özel afla cezaevinden çıkarıldı.
Bu 15 Temmuz sonrasında İçişleri Bakanlığı görevine getirilen Süleyman Soylu döneminde emniyet birimleri işkencehanelere dönüştü. Masum insanlara ve başörtülü kadınlara en aşağılık işkenceler yapıldı. Dünyanın en karanlık adamları parayla vatandaşlık alarak Türkiye’ye yerleşti. Mafya hesaplaşmaları için ülke ev sahibi haline getirildi. Emniyet mensuplarının katkısıyla Ankara’nın en güvenli bölgesinde siyaset kökenli bir akademisyen infaz edildi. Soylu ardında hukuksuz uygulamalarının yanından kötü şöhretleriyle tanınmış isimlerle çektirdiği fotoğraf albümü kaldı.
Ali Yerlikaya’nın sosyal medya üzerinden oluşturmak istediği ‘gözü kara bakan’ imajı sokaktaki şiddetin zirveye çıkmasıyla yerle bir oldu. Yerlikaya’nın her sabah editlenmiş videolu olarak paylaştığı operasyonların sokaktaki şiddeti önlemediği son bir hafta içinde yaşanan olaylarda net bir şekilde ortaya çıktı. Ülkede şiddetin zirve yaptığı günde ‘küçük damadın’ reklamını yapan ve sosyal medyadan vatandaştan ayarı yiyince bir gün sonra zevahiri kurtamaya çalışan bir bakan var artık karşımızda.
Sokaktaki şiddetin tüm sorumluluğunu Yerlikaya’ya yüklemenin doğru olmadığını biliyorum. Şiddetin bu noktaya gelmesinde AKP’li kadroların tamamının katkısı var. Ülkede gerçek suçluları cezaevinden salıveren yasaları bir gecede çıkarmak kolaydı ancak sonuçlarını önlemek ise bir gece değil uzun çalışma gerektiriyor.
Yerlikaya’nın suçu ise sokaktaki şiddeti önlemek yerine PR’ye yönelik operasyon yapması. Elindeki emniyet kadrosunu gerçek suçluların değil masum insanların peşine takması. İstanbul’da 10 yaşındaki çocukları görüntülü takip ettirmiş bir bakan Ali Yerlikaya. Çocuklar takip edilirken suç makinasına dönüşmüş kişiler ise sokakta ellerini sallayarak cinayet işledi, cinsel tacizde bulundu, kadınları darp etti, çocuk istismarında bulundu.
Her sabah editlenmiş video paylaşmayı bakanlık yapmak olarak gören Yerlikaya’ya şunu sormak lazım: Sokaktaki şiddeti önlemek için ne yapacaksın? Şiddeti önlemek yerine kermese giden, gazeteye abone olan ya da sendika üyesi olan Gülen cemaati mensuplarına, şarkı dinleyen Kürt gençlerine veya solcu üniversite öğrencilerine operasyon yaparak geçiştirmeye devam mı edeceksin? Ancak bu numarayı artık sadece halk değil, AKP’li ‘mankurtlaştırılmış’ kitle bile yemiyor.
‘Drone Ali’ veya ‘video edit uzmanı Ali’ olarak anılan Ali Yerlikaya mı olarak tarihe geçeceksin yoksa sokakları temizleyen bakan mı? İkincisini yapman neredeyse imkansız. Sokakları temizleyecek ne emniyet kadrosuna sahipsin ve ne de onu yapacak iraden var. Yapabileceğin birkaç masum ‘fikir suçlusunu’ gözaltına aldırmak.
Herkesin “nerede bu polis” diye feryat figan ettiği günlerde, polisi öğrenciler birlikte sinema gitmiş mi, üç beş kadın eylem yapmış mı, işçiler grev yaparken hükümeti eleştirmiş mi diye koşturup saldırtmakla neyi örteceksin? Gücün yeter mi örtmeyi kusurları?
Ülkenin bütün kurumları birbiri ardına yok olurken ülkeden ‘normalleşme’ bekleyen muhalif liderlerin olması da işin başka ironik yanı.
Peki, ülke şiddet sarmalında boğulurken Adalet Bakanı ne yapıyor dersiniz. Yasalarda değişiklik yapacaklarmış. Ülke idare etmeyi yasa değişikliğinden ibaret görmenin sonucunun bu noktaya getirdiğini bir türlü görmek istemiyor.
Tek adam rejimlerinde kuklaların yer değiştirmesine bakarak siyaset değişikliği olacağını düşünmek gibi saflığa kapılmak yerine rejimin hak ettiği tarihin çöplüğüne gitmesi için mücedele vermek gerektiğini Ali Yerlikaya örneğinde bir kez daha gördük.
Tek adam gitmeden bu ülkeye hukuk, adalet ve demokrasi gelmeyeceği kesin.