Marc Bloch’un mezarı ölümünden 80 yıl sonra Panthéon’a taşınıyor. Bir tarihçi Fransız kültürünün simgesi olmuş entelektüellerin yanı başına defnedilecek.
Geçen hafta Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarihçi Marc Bloch’un mezarının Panthéon’a taşınacağını açıkladı. Anlamı şu: Bir tarihçi Fransız kültürünün simgesi olmuş entelektüellerin yanına defnedilecek, Fransa’da adı ölümsüzleşecek.
Peki ama ölümünden 80 yıl sonra Marc Bloch’un mezarı niçin Voltaire’in, Rousseau’nun, Hugo’nun yanı başına naklediliyor?
Bloch’un tarihçiliği çığır açıcıdır. Kuşkusuz en büyük mirası, Feodal Toplum gibi kitaplarının yanı sıra, kurucusu olduğu Annales okuludur. Aslında tam bir okul da denemez, Annales bir tarihyazımı anlayışını simgeleyen derginin adıdır. 1929’da yayımlanmaya başlayan Annales d’histoire économique et sociale taşradan Paris’teki yerleşik akademik düzene bir kafa tutuştu. Yola birlikte çıktıkları dostu Lucien Febvre’e “küçük bir entelektüel devrim yaptık” diye yazar bir mektubunda Bloch. Gerçekten de tarihçiliğin ufkunu genişlettiler. “İlkçağ tarihi”, “ortaçağ tarihi” gibi yapay sınıflandırmaları, ilkel-modern gibi karşıtlıkları sorguladılar. Disiplinler arası mesafeyi kısaltmak istediler. Galiba bunda Febvre’in gönlünü edebiyata kaptırmış olmasının payı var. Gelgelelim, Türkiye’de ikinci kuşak Annalesciler daha çok bilinir: Fernand Braudel, Akdeniz ve kapitalizm üzerine görkemli yapıtlarıyla bugün de okunuyor.
Marc Bloch doğu Fransa Yahudilerindendi ama dinle ilgisi yoktu. 1886 doğumlu, yani tarihteki birçok kırılmanın tanığı. Çocukken izlediği Dreyfus davası onda gerçeğe merak ve sosyal adalet duyguları uyandırdı. Bir genç adam olarak Dreyfus’a itibarının iade edildiğini gördüğünde tarihle uğraşmaya çoktan karar vermişti. Tarih anlayışını erken yaşta belirlemiş olması şaşırtıcıdır. Henüz 21 yaşındayken tarihin değişmez yasalarının iki alanda toplanabileceğine karar vermişti: dil ve üretim biçimleri. Yaşam boyu tarihçi merceğini bu iki alanda tuttu.
Kuşağını çok etkileyen Bergson’dan zamanı küçük parçalar halinde değil, bir bütün olarak görmeyi öğrendi. Otuzlu yaşlarında Marx’ı iyi incelediği anlaşılıyor. Bütün bu çalışmaları uzun yıllar kaldığı Strasbourg Üniversitesi’nde yaptı. Paris’e döndüğünde onu bambaşka bir serüven bekliyordu.
İkinci Dünya Savaşı başlayınca Yahudi kökenli olduğu için binlerce öğretmen ve profesörle birlikte Vichy rejimince işten atıldı. March Bloch artık altı çocuk babası, eklem rahatsızlıklarından muzdarip, 60’ına yaklaşmış bir adamdı. Yine de direniş hareketine katılmaya karar verdi. Yazgısı ve karakteri onu tarihin yalnızca tanığı değil konusu yapacaktı.
Nazilere karşı yeraltında direnişi örgütlerken tarihyazımı üzerine bir kitap yazmaya başladı. Tarihin Savunusu (Apologie pour l’histoire ou Métier d’historien) adlı metin şu soruyla başlar: “Tarih ne işe yarar, baba?” Bloch için tarih hayal gücünü ve zihni besleyen bir entelektüel çaba, şiirsel bir uğraş ve doğruyu bulmak için bir araçtı. İnsanı anlamanın yoluydu. Tarihe tanık olurken tarih uğraşı üzerine düşünüyordu. Savaş bitince kitabını yayımlayacaktı.
O kitap tamamlanamadı. Marc Bloch 1944 baharında bir sabah, saat dokuz suları, Gestapo tarafından tutuklandı. Yakalandığında elinde bir valiz varmış. Ola ki o valizde kitabının bir taslağını da saklıyordu.
O metin bugün daha çok The Historian’s Craft (Tarihçinin Zanaatı) diye bilinir ve birçok üniversitede tarihyazımı derslerine o ad verilir. Bu Bloch’a da bir saygı duruşudur. Biz her güz dönemi “Historian’s Craft” dersine Bloch’tan alıntılarla, anekdotlarla başlarız.
Marc Bloch masa başında geçen, tekdüze görünen hayatının büyük bir macerayla sonlanacağını herhalde ummazdı. Direnişe katılması, tarih ne işe yarar sorusuna bir yanıt gibiydi: Tarih doğruyu bulma çabasıysa haksızlığa seyirci kalınmayacak. Faşizmin, ırkçılığın, kötülüğün karşısında durulacak. Teslim olunmayacak.
Haftalarca sorgulandı, işkence gördü (sadece adını söylemiş). 16 Haziran akşamı, saat dokuz suları, yirmi yedi tutsakla birlikte ormanlık bir yere götürülmüşler. Kurşuna dizilenlerden mucize eseri kurtulan iki direnişçinin anlattığına göre son anlarında “Yaşasın Fransa!” diye haykırmış.
Mezartaşına tek cümle yazılmasını vasiyet etmiş: Dilexit veritatem—o hakikati sevdi.
Marc Bloch seksen yıl sonra nihayet Paris’e dönüyor. Tarih ne işe yarar, sorusunu şimdi bir daha yanıtlayabiliriz.