Bazı ölümler bırakın daha az ölüm olmayı ölüm gibi bile değildir. Cellatlarının susturmaya çalıştıkları hakikatleri sadece çağlarına değil çağlar sonrasına ölümsüz sesler ile haykırır. Ve bugün hala hem isimleri hem fikirleri dipdiri capcanlıdır.
Tüm insanlar ölümlüdür. Sokrates insandır. Sokrates ölümlüdür. Klasik mantığın en meşhur çıkarımıdır. Sorgusuz herkesi aynı sonun beklediğini düşündüren cümleler öbeği. Ölümü duyumsayamasak da tıpkı sonsuzluk gibi varlığını biliriz ama bir türlü yeterince tanımlayamayız. Ölümü duyumsadığımız zaman da tanımlamak için artık geçtir.
Georg Cantor, 20. yüzyılın Nobel Ödüllü deha matematikçisi sonsuzluğu tanımlamış bir de onu sayılabilir sonsuzluk ve sayılamaz sonsuzluk diye sınıflandırmıştır. Yani hep aynı zannedilen sonsuzluğun aslında hiç de aynı olmadığını birbirinden büyük ve küçük sonsuzluk kümelerinin olabileceğini göstermiştir. Bununla da kalmamış kardinal terimi ile sonsuzluklar arasındaki hiyerarşiyi keşfetmeye çalışmıştır. Tabi tahmin edersiniz ki çağının ötesini görebilen her bilim adamı gibi çok keskin eleştiriler almıştır. Ancak Yapay Zekanın günümüzde geldiği nokta ve işleyiş mantığı Cantor’u haklı çıkarır tarzdadır.
Bir felsefeci olarak ben de iddia ediyorum ki ‘Her insan ölümlü olsa da her ölüm aynı değildir.’ Elbette bu iddia ile ne Nobel ödülü ne herhangi bir takdir beklemiyorum. Sadece bize aynı gözükse de Her ölümlünün ölümünün aynı olmadığını iddia ediyor ve Cantor gibi ben de bir sınıflandırma ekliyorum. Ölümle yok olan ölümlüler ve ölümle hayatlarından daha canlı kalan ölümlüler var olduğuna göre ölümün de gerek sebep gerek sonuçlarına göre dereceleri vardır. Bazı ölüler yaşadıkları zamandan daha da canlıdır. Bazıları ise ölümleri ile daha ölü. Bazı ölümler de sonuçları itibariyle bazılarının başına bomba gibi patlar ve ölümlülerin bazılarının ölümü hayatından ziyade bir şekilde canlılığına devam eder.
Tüm ömrünü yaptığı diyaloglarla erdemli hayatın temeli olan bilgi ve hakikati aramaya adamış Sokrates “Kendini Bil” emri doğrultusunda yaşamak ile kalmaz daha erdemli bir hayat ilkesini yaşadığı dönemin gençlerine sunmayı kendine amaç edinir. Hakikati anlatma aşkıyla sokak sokak şehir şehir dolaşır. Konuştuğu insanların hakikat yansımalarını içlerinde keşfetmelerine yardımcı olur. Adeta bir ebe gibi insanların zihninde zaten var olduğuna inandığı ancak bir şekilde unuttukları kendini bilme ve erdemli yaşama ilkelerini doğurtur canlandırır. Zamanla yaptığı diyaloglar meyvesini verir ve gençler sahip oldukları değerleri sorgulamaya ve hayat tarzlarını değiştirmeye yönelir. Sokrates açısından sevinilecek bir gelişme olan gençlerin zincirlerini kırarak aydınlanması mağara duvarından ışığa yönelmesi ve uyanışı ne yazık ki çağının demokratik görünen yönetiminin içine gizlenmiş zalimlerini kışkırtır. Ömrünü gençlerin eğitimine adamış Sokrates iki kendini bilmez tarafından gençlerin zihninde şüphe uyarmak ile suçlanır. Ne ilginçtir ki çağlar sonra kendisi de bir matematikçi olan Leopold Kronecker da Cantor’u gençleri baştan çıkaran bir şarlatan olarak suçlamıştır. Sokrates’i suçlamalar gençlerin toplumun yargılarına ve geleneksel değerlerine karşı çıkmalarına neden olmak ve yeni tanrılar icat etmek diye sıralanır. Sonuç olarak Sokrates dava edilir ve halk önünde yargılanır.
Mahkeme süreci onun yargılanmasından çok felsefi düşüncenin ve insanlık durumunun evrensel ve yeni olanın yerel ve gelenekselin sorgulanmasına dönüşür. İnanılamayacak kadar saçma bir şekilde onun erdemli yaşam için toplumsal normlardan ziyade eğitime önem vermesi, kadınları da diyaloglarına katması topluma zarar verici olarak görülür. Perde arkasındaki sorun ise Sokrates’in güç ve iktidarı elde tutanları eleştirmesidir. Toplumu yönetenlere yaptığı toplum yararını gözetmedikleri, etik sorumluluk almadıkları eleştirisi iktidarı tehdit olarak algılanır. Hatta ‘Bildiğim bir şey var o da hiçbir şey bilmediğimdir’ ifadesinde hayat bulan tevazu ve alçakgönüllülüğünden bile rahatsız olur, kibri dağları aşanlar ve bunu bile tehdit sayarlar.
501 kişilik halk mahkemesinin Sokrates’in baldıran zehri içerek idamına karar vermesi Atina gibi direk demokrasi ile yönetilen bir toplumun bile değişikliğe ne kadar kapalı ve statükoyu (yani var olanı) korumada ne kadar ileri gidebileceğini gösterir. Bu karar toplumların alıştıklarını korumada düşecekleri geri dönülmez hataların da çizgisidir. Mahkeme yozlaşmış otoriteyi var gücüyle korumuş ve karşıt görüşleri acımasızca susturmuştur. Öğrencilerinin onu kurtaracak ve başka diyarlara kaçıracak gücü olsa da Sokrates bunu kabul etmez. Zira erdemli bilge bir kişi sadece yaşamı ile değil ölümü ile de hakikati haykırmalıdır hatta hakikatlerin aydınlığa çıkması ve sürekliliği için gerekirse Ağu içip idamı göze almalıdır ve O da alır.
Son sözlerini öğrencisi Platon’un Phaedon isimli diyalogundan öğrenir düşünce tarihi. Ölüm bir son değil bilakis ruhun bedenden kurtulma ve gerçek bilgiye ulaşma fırsatıdır. Ruh ölümsüzdür ve hakikat ruhun doğasında saklıdır. Ölüm, ruhun özgürleşmesi ve gerçek dünya ile birleşmeye giden yoldur. Bilgelik sevdası ve onun arayışı üzerine tefekkür etmek anlamında felsefe, yaşam boyu ruhu eğitip bu yola hazır hale getirmek için yapılır. İşte tam da bu yüzden Sokrates bu hayat düsturu ile ölümden korkmaz ve ölümü büyük bir cesaret ile kabul eder. Baldıran zehrini korkusuzca yudumlar etki etmesi için söylendiği gibi önce ayağa kalkar sonra tekrar uzanır. Hayatını birlikte geçirmekten zevk aldığı öğrencilerinin yanında, son nefesini sükûnetle verir. Böylelikle son dersi olan ölümle korkusuz karşılaşma ve ruhun hakikat ile kavuşacağı ölümsüzlüğe doğru cesurca yola çıkmayı bizzat yaşayarak gösterip eğitim vazifesini tamamlar.
O dönem Sokrates’i alt ettiğini düşünen zalim yönetimden bugün kimse anılmazken Sokrates 3000 yıl tazeliğini korur ve kulak verene kendi deyimi ile bir kış sineği gibi çok hakikatler fısıldar. Ve işte bu ölüm, sonuçları ile ölüme uzak ve hayata bir o kadar yakındır.
Ölümü ile insanlığa yaşanacak bir yol bırakanlardan belki en etkilisi İsa Mesih’tir. Havarileri ile yaptığı son akşam yemeği kendisinden sonra gelen takipçilerine bir ders niteliğindedir. Onun çarmıha gerilmiş bedeni, rehberliğini takip edenlere hala hem yakınların ihanetini hatırlatan acı bir hüzün tablosu hem de fedakarlığının getirdiği kurtuluş müjdesi ile umut kaynağıdır. Son 2000 küsür yıldır ne zaman ölümler her zamankinden acı ve zalimce olup zulüm cesetlerden piramitlere dönse, ne zaman mavi, gökyüzünü terk edip insanlık karanlığa boğulsa ve iyilikler kırıntılar gibi sağda solda ayaklar altında ezilirken umut kutusuna geri saklansa İsa Mesih’in adı umut olur çaresiz gönülleri aydınlatır.
Bazı ölümler bırakın daha az ölüm olmayı ölüm gibi bile değildir. İsa Mesih’i çarmıha geren zihniyet tıpkı Sokrates’in bedenini zehirleyenler gibi ölümün onlara zaferi getireceği yanılgısında ruhlarını kaybedip çağın adları anılmayan zalim ve yitik mağlupları olarak hep daha ölü hep daha ölümlüdür. Sokrates de İsa Mesih de ölümleri ile canlı hallerinden daha gür konuşur cellatlarının susturmaya çalıştıkları hakikatleri sadece çağlarına değil çağlar sonrasına ölümsüz sesler ile haykırır. Ve bugün hala hem isimleri hem fikirleri dipdiri capcanlıdır.