Bu topraklardan bir Sırrı Süreyya geçti. Böyle kayıpların ardından ‘bu dünyadan’ diye söze başlanır ama bu topraklar ona çok daha yakışan bir hitap. 62 yıllık kısa denebilecek ömründe, her şeyiyle bu toprakların insanıydı Sırrı Süreyya. Nereli olduğunun, nüfus kaydının hiçbir zaman, hiçbir önemi olmadı. Bütün ülkeyle düşüp kalkabilen ve bunu en doğal haliyle yapabilen biriydi. Türkiye’de kutuplaşmanın en keskin ve ölçüsüz yaşandığı yer olan siyasetin, politikanın tam göbeğinde olmasına rağmen, tavrı hiç değişmeyen adamdı.
Bana göre Sırrı Süreyya’nın sırrı buydu işte. Devrin adamı olmamak…
Sanırım son yıllarda, hatta son yıllarda demeyelim son çeyrek asırda arkasından hiç kimsenin (neredeyse tabi) kötü konuşmadığı veya kötü konuşacak bir şey bulamadığı ikinci kişidir Sırrı Süreyya. Diğeri kimdir derseniz bence Barış Manço’dur. Lakin Barış Manço’nun işi ona göre çok daha kolaydı. Çünkü hiç aktif siyasetin içinde olmamıştı ve sanatçıydı. Oysa Sırrı Süreyya ülkenin en zor zamanlarında siyaset yaptı. Hem de sırtındaki ‘Kürt’ bagajıyla yaptı bunu. En kötü dönemlerin bedelini kah işkenceyle, kah hapislikle ödedi ve ona rağmen bu kadar kendi kalabildi. Ülkenin son 40 yılına yayılmış kötülükler ona çok çarptı belki ama üstüne hiç yapışmadı. O nasılsa öyle kalarak devam etti yoluna.
Bana göre Sırrı Süreyya’nın sırrı buydu işte. Her şeye rağmen kendisi kalabilmek.
Daha ne kadar zaman geçti ki aradan; Sırrı Süreyya’yı elinde valizi cezaevine girerken de çok net hatırlıyoruz; milletin en yüksek kürsüsünde Milletin Meclisi’ni yönetirken de. Birbirine bu kadar zıt iki olay arasında o kısa bir zaman dilimi var ki, 6 Aralık 2018’de Kocaeli’de cezaevine girip, 4 Ekim 2019’da Anayasa Mahkemesi’nin ifade özgürlüğü ihlali kararıyla serbest bırakılmıştı. Cezaevine girerken de aynı esprili, herkesle diyaloğa açık, yaşamın sertliklerini eritiveren kişiydi; ülkenin en önemli organını yönetirken de. MHP lideri Devlet Bahçeli ile diyaloğunu anlatırken de aynı Sırrı’ydı, Öcalan’la görüşmesini aktarırken de aynı adamdı. Ve herkes (tabi neredeyse herkes) onu, bu birbirine yüz seksen derece zıt işleri aktarırken aynı anlayışlı tavırla dinlerdi.
Bana göre Sırrı Süreyya’nın sırrı buydu işte. Şartlar ne olursa olsun doğal ve samimi olabilmek.
Elbette öfkeleri de vardır Sırrı Süreyya’nın. Adaletsizliklere, zulümlere çok öfkelenirdi. Herkes bilirdi ki, Sırrı Süreyya, haksızlık ve zulüm gördüğünde sesini yükseltirdi. Kim olursa olsun mazlumun yanında yer alırdı, mağdura kimlik sormazdı. Onun kısa süre önce Meclis kürsüsünde KHK zulmüne yönelik haykırışı, onun nasıl biri olduğunun da aleni ibrazıydı. Şimdi bakın sosyal medyaya, en çok o konuşma paylaşılıyor:
“Benden duymuş olun, hepinizin vicdanına seslenmek istiyorum. Bunların çocukları geleceksizleştirildiler. Siz bunların hepsini ekmeksiz aşsız bıraktınız. Hepsi size sabah akşam beddua ediyorlar. Bu ülkenin ışığını söndürüyorsunuz. Siz bu ülkenin sahibi misiniz? Nesiniz siz? Kendinizi ne zannediyorsunuz, bu insanları açlığa mahkum ediyorsunuz. Bir an için hepsinin suçlu olduğunu kabul edelim. Çocuklarının ne günahı var? Evinizde nasıl uyursunuz, çocuğunuz nasıl seversiniz? Bunun ahı size yeter” deyişi unutulur mu?
Bana göre Sırrı Süreyya’nın sırrı buydu işte. Her mağdura ve mazluma amasız, fakatsız sahip çıkabilmek…
Şimdi bakıyorum da, memlekette hiçbir araya gelmemiş ve gelme ihtimali de olmayan insanların Sırrı Süreyya ile fotoğrafları düşüyor sürekli sosyal medyaya, haber sitelerine. Birbirlerinden nefret eden bu insanların hiçbiri Sırrı Süreyya ile oturup konuşmaktan, poz vermekten gocunmamış. Onun tavrını, tarzını, ilişkilerini mesele yapmamış. Hatta yapmak akıllarına bile gelmemiş.
Bana göre Sırrı Süreyya’nın sırrı buydu işte. Herkesin, yanında kendini rahat hissettiği adam olmak.
Ardında hoş seda bırakmanın ete kemiğe bürünmüş haliydi Sırrı Süreyya…
Tabi böyle bir insan, böyle bir hikaye, başında bir taçla uğurlanmayı fazlasıyla hak ediyordu. O taç da, bu toprakların temel ihtiyacı olan toplumsal barıştı elbette. Lakin olmadı. O kadarını göremedi. Sırrı Süreyya denilince benim zihnime düşen ilk kelime Barış. Hiç kimseyi dışlamayan, ötekileştirmeyen, kimliklerden arınmış bir barış.
Şimdi arkasından yazılanlara bakıyorum, ‘Sırrı Süreyya’ya bu barışı’ borçluyuz yazıları öne çıkıyor. Doğrudur, bu devletin ona bir borcu var. Onun şahsında, bu topraklarda yaşayan bütün halklara da bir borçtur bu.
Ruhun şad olsun Sırrı Süreyya. İyilere hep dar gelen bu dünya sana da dar geldi.
Sensiz bu ülkenin vicdanı biraz daha eksildi. İşimiz her zamankinden daha zor artık.