Proje Okullar: Eğitimde kontrollü darbe ve sessiz bir kadro operasyonu

Son günlerde öğretmenlerin görev sürelerinin uzaltılmaması ve öğrencilerin eylem yapmasıyla gündeme gelen eğitimdeki 'sorun'nun temeli yeni bir rejimin inşa edildiği 15 Temmuz'da atılmıştı. O dönemde kimsenin fark etmediği bir darbe daha yapıldı: Millî Eğitim’de liyakat ilkesine, kamu vicdanına ve öğretmen emeğine karşı yapılan sessiz darbe...

Vefa Lisesi

Türkiye’nin en köklü ve başarılı liseleri bugünlerde polis ablukasında. Anadolu’nun en parlak öğrencilerinin eğitim gördüğü, akademik ve kültürel başarılarıyla öne çıkan Galatasaray Lisesi, Vefa, İstanbul Erkek, Kabataş, Atatürk Fen Lisesi, İzmir Fen, Kadıköy Anadolu gibi okulların bahçesinde gözyaşı döken öğretmenler, sosyal medyada kampanya yürüten veliler, okul bahçelerinde ve dersliklerde oturma eylemi yapan öğrenciler…

Bu okulların öğrenci, öğretmen, veli ve eski mezunlarının gündemde olmalarının sebebi eğitimdeki başarıları değil; daha ziyade okul önlerinde polis şiddetine maruz kalmaları, sokak ve oturma eylemleri, hükümet ve bakanlık bürokratlarını protesto etmeleri gibi konular. Olaylara sebep olan konu ise bu okullarda uzun yıllardır görev yapan öğretmenlerin “kadrolaşma” iddiasıyla görevlerine son verilmesi. Bu sebeple öfkeliler, kırgın ve kızgınlar.

BAŞARILI OKULLARA ‘PARTİLİ MEMURLAR’ MI ATANACAK?

Eğitim sendikaları ile öğretmen, öğrenci ve velilerin ayaklanmasına sebep olan olay; yaklaşık 38 bin öğretmenin görev yaptığı bu okullarda, 6 bin civarında öğretmenin görev süresinin Millî Eğitim Bakanlığı tarafından uzatılmaması. Geçmiş yıllarda öğretmen atama ve yer değiştirme işlemleri, mayıs ayı sonunda, eğitim ve öğretimi aksatmadan yapılırken bu yıl nisan ayında, okullar tatil olmadan gerçekleştirildi. Hükümet ve bakanlık yetkilileri bu işlemi rutin, yönetmelik gereği yapılan bir uygulama olarak savunurken; eylem yapan, protestolara katılan ve “Öğretmenime dokunma” kampanyaları başlatan öğrenci, öğretmen ve velilerin iddiası: “AKP kadrolaşmasına yer açmak için nitelikli öğretmenler gönderilip yerine ‘partili memurlar’ atanıyor.”

OKULLARA 15 TEMMUZ BAHANESİYLE SESSİZ SEDASIZ DARBE

Aslında bugün yaşanan tartışmaların ve eğitim üzerinden yapılan siyasi kavganın temeli, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden hemen sonra Millî Eğitim Bakanlığı’nda yapılan bir yönetmelik değişikliğine, hatta “komplo darbe” öncesinde bu okulların vasfının “proje okulu” şeklinde değiştirilmesine dayanıyor.

Bu tabloyu anlamak için 2016 Eylül’üne, yani 15 Temmuz’dan hemen sonraya gitmek gerekiyor. O dönemde yapılan bir yönetmelik değişikliğiyle proje okullarına öğretmen atama sistematiği tamamen değiştirildi. Daha önce puan, kıdem, sınav ve tercih gibi objektif kriterlere dayanan sistem rafa kaldırıldı. Yerine bakanlık onayına dayalı, ucu açık, keyfî bir sistem getirildi.

Bu değişiklik, o dönemde OHAL’in gölgesinde yapıldı ve çok az gündeme gelebildi. Oysa bununla köklü bir kadrolaşma zemini oluşturuluyordu. 15 Temmuz’un yarattığı olağanüstü ortamda kadrolar sadece tasfiye edilmedi; aynı zamanda yerlerine “bizden” olanlar yerleştirildi. Eğitim sisteminde de benzer bir mühendislik uygulandı.

AKP ve ortakları, 15 Temmuz’un yarattığı olağanüstü hâli sadece Fethullah Gülen cemaatini yok etmek için değil, devleti kendi ideolojik kadrolarıyla yeniden dizayn etmek için bir fırsat olarak gördü. 15 Temmuz’un ardından sadece ordu ve güvenlik kurumları değil, eğitim sistemi de sarsıldı. Ve kimsenin fark etmediği, manşetlere taşınmayan başka bir darbe daha yapıldı: Millî Eğitim’de liyakat ilkesine, kamu vicdanına ve öğretmen emeğine karşı yapılan sessiz bir darbe.

Dönemin Millî Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’dı. Gemi mühendisi ve hukukçu olan Yılmaz, eğitimin içinden gelmemişti ama bu sistem değişikliğini uygulama görevini üstlendi. Eğitimde liyakati değil, “yeni kadro yapılanmasını” önceleyen bir dönemdi. 15 Temmuz’un hemen sonrasında “güvenilirlik” ve “sadakat” gibi kavramların öne çıktığı bu dönemde öğretmen seçimi de bu anlayışa göre dizayn edildi.

Bu yönetmelik değişikliği, tam da böyle bir sessiz ama derin dönüşümün habercisiydi: Proje okulları yönetmeliği. 13 Eylül 2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan değişiklikle proje okullarının öğretmen atama sisteminde radikal bir değişiklik yapıldı. Bu değişiklikle proje okullarına öğretmen atama yetkisi doğrudan Bakanlığa (MEB) verildi.

ATAMALARDA ‘SADAKAT’ DÖNEMİ

Önceden öğretmen atamaları; hizmet puanı, hizmet içi eğitimlere katılım, yüksek lisans, doktora, eğitim projelerine katılım, ödüller, başarılar, takdir belgeleri, sosyal ve kültürel faaliyetler, tiyatro, kulüp çalışmaları, bilim fuarları gibi kriterlerle yapılırken, artık öğretmen atamaları okul müdürü ve il müdürlüğü görüşüyle, MEB onayıyla doğrudan yapılabilir hâle geldi. Puanlama ve sınav gibi objektif sistemler rafa kaldırıldı. Liyakat dışı atamaların önü açıldı.

Sendikal referanslar, siyasi bağlantılar ve kişisel ilişkiler öne çıktı. Birçok nitelikli okulda (örneğin fen liseleri, sosyal bilimler liseleri, bazı proje imam hatipler) başarılı öğretmenlerin görevlerine son verildi; yerlerine yeni, “uyumlu” öğretmenler atandı.

O dönemde de bugün olduğu gibi tepkiler oluştu ancak atamalar sınırlı yapılarak öğretmenlerin görev süresi 4 ve 8 yıla uzatılarak konsensüs sağlandı.

PROJE OKULALRI: LİYAKAT YERİNE SADAKATİN İNŞA EDİLDİĞİ ALAN

15 Temmuz sonrası kaotik süreçte yapılan yönetmelik değişikliğiyle, “proje okulu” adı altında Türkiye’nin en seçkin ve başarılı liseleri üzerinde devlet eliyle yürütülen bir kadro mühendisliği başladı. Öğretmenlerin görev süresi 4 yılla sınırlandırıldı. Puan, sınav, hizmet yılı gibi nesnel ölçütler devre dışı bırakıldı. Atamalar doğrudan bakanlık takdirine bağlandı. Öğretmenin tercih hakkı, öğrencinin sesi, veli inisiyatifi yok sayıldı.

Bu sessiz ve sistematik değişiklikle birlikte öğretmen seçiminde liyakat değil, sadakat esas alınmaya başlandı. “Kim ne kadar donanımlı?” yerine “Kim ne kadar bizden?” sorusu öne çıktı.

Bu okulların öğretmen kadrosu yıllar içinde emekle, gayretle, rekabetle oluşmuştu. Eğitimde fark yaratan bu öğretmenlerin en büyük “suçu”, bir siyasi partiye sadakat göstermemiş olmalarıydı. İşte bu yüzden şimdi bu okulların öğretmen kadrosu tasfiye ediliyor. Yerlerine, çoğu zaman siyasi iktidara yakın sendikalarla bağlantılı, ideolojik olarak uyumlu ama pedagojik donanımı tartışmalı isimler atanıyor.

BİLAL ERDOĞAN VE EĞİTİM POLİTİKALARI KURULU

Bugün yaşananlar yalnızca teknik kararlar değil; aynı zamanda politik ve ideolojik bir stratejinin parçası. Geçtiğimiz hafta Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu’na yapılan atamalar bunu açıkça gösteriyor.

Kurulun başına getirilen isimlerin Bilal Erdoğan bağlantılı olması; Ömer Faruk Ekinci gibi özel okul sahiplerinin, İbn Haldun Üniversitesi’nden kadroların bu kurula alınması, Bilal Erdoğan’ın eğitim politikaları üzerindeki etkisinin resmileştiği bir döneme işaret ediyor.

Dahası, bu atamalarla öğretmen tasfiyelerinin aynı haftaya denk gelmesi asla bir tesadüf değil; aksine stratejik bir hamle. Bu kurullar aracılığıyla Türkiye’nin eğitim rotası belirleniyor. Ve bu rota, ne yazık ki pedagojiyle değil; ideolojiyle çiziliyor.

SİYASİ TEPİŞME ÖĞRENCİLERİ EZİYOR

Bazı çevreler, uzun yıllardır proje okullarında çalışan öğretmenlerin görevden alınmasını “genç öğretmenlere yer açılsın” şeklinde meşrulaştırmaya çalışıyor. Oysa bu durum, genç öğretmenlerin fırsat eşitliği içinde bu kurumlara girmesiyle değil; liyakatsiz atamalarla sonuçlanıyor. Amaç gençleşme değil; yeniden şekillenme.

Proje okulları üzerinden yapılan bu atama modeli sadece eğitim sistemini değil; yarının doktorunu, mühendisini, hâkimini ve gazetecisini yetiştiren ekosistemi siyasi çıkarların oyun alanına çevirdi.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diploma iptali ve tutuklanmasıyla başlayan protestolar ve siyasi gerginlik, “delikanlı” liseliler üzerinden devam ediyor.

Bugün Türkiye’nin liselerinde örgütlü iki yapı var: Doğu Perinçek grubu ve AKP Gençlik Kolları. Perinçek grubu da ortağı AKP’ye, proje okullardaki öğretmen atamaları sebebiyle başlayan süreçte alttan alta yumruk sallıyor.

AKP’ye yakın sendikanın çiftliğine dönen okullardaki nüfuzunu kaybeden AKP karşıtı sendikalar da durumdan vazife çıkarıyor.

Bugün eylemlerle, protestolarla gündeme gelen konu, aslında tam da “fillerin tepişmesi, çimenlerin ezilmesi” meselesidir. Yaşananlar yalnızca birkaç okulun değil, tüm Türkiye’nin meselesidir. Bu durum, hem eğitim kalitesini olumsuz etkiliyor hem de öğrencilerin eğitim hayatında belirsizliklere yol açıyor.

Eğitimde adalet ve liyakat ilkelerinin yeniden tesis edilmesi, Türkiye’nin geleceği için hayati önem taşıyor.

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com