Ölüm ilanları imalatı yahut Chomsky’nin hayaleti

Ölmeden öldürdüğümüz düşünürün yaşadığına sevindik... ‘Öldü’ haberleri kadar kitapları da okunsa Chomsky’nin… Belki yakındığımız hayatı da değiştirme imkânımız olur. Kim bilir…

Noam Chomsky (Fotoğraf: Heuler Andrey / AFP)

Ne ilginç bir dünya! Dün (18 Haziran), Avrupa Şampiyonası’na ‘iyi’ bir başlangıç yaptığımız için sevinsek mi, yoksa Gürcistan karşısında niye ecel terleri döktük, diye üzülsek mi tereddüdünü yaşarken, ajanslara Noam Chomsky’nin öldüğü haberi düştü. Akşam Chomsky ile yatan ve sabah Chomsky ile kahvaltı eden bir millet olduğumuzdan, üzerine atladık haberin tabii…

Yalnız biz mi?

‘Sıcak’ ve ‘çarpıcı’ haber sıkıntısı çeken dünya basını da en az bizler kadar çevik ve zeki idi.

Chomsky’nin öldüğünü sadece Pen değil, ABD’nin sol muhalif dergisi Jacobin de duyurdu. IRA’nın yasal partisi Sinn Féin lideri bassağlığı diledi. Hatta CBS alt yazı geçti.

Lakin bu göreceli heyecan kısa sürdü. İlkin Hırvat filozof ve yazar Srecko Horvat, Chomsky’nin ölmediğini açıkladı: “Chomsky ölseydi, söylentilerin ne kadar çabuk yayıldığını ve sosyal medyanın nasıl işlediğini görmek için mezarında ters dönerdi. Hatta buna ‘ölüm ilanları imalatı’ bile diyebilirdi”

Horvat’ı, Chomsky’nin eşi Valeria Wasserman doğruladı. Nitekim, bugün de (19 Haziran) AFP haber ajansına e-posta attı. Wasserman, ölüm iddialarına ilişkin, “Bu, yanlış. O iyi” dedi.

Böylelikle ülkece ölmeden öldürdüğümüz düşünürün yaşadığına sevindik.

Madem bu kadar absürtlükte bir mahsur yok, Müslüm Gürses’in kulağını çınlatarak, Muharrem Atılgan bestesini koyup kasetçalara, elimizde sigara geçelim pencere kenarına ve bakalım ufuklara, uzaklara anlamlı anlamlı…

 Mezara girmeme lüzum kalmadı

Ölmeden öldürdün beni…

Tam da böyle oldu, değil mi? Ölmeden öldürdük adamcağızı… Ve onun yalnız ölümüyle ilgilenerek kederlendik. Eh, bir burjuva olarak hakkımız olsa gerek biraz daha ağdalı hale getirerek boşluğa bakmak…

Sigaranın ve ufka bakışın ne tür bağı var düşünce ve derinlik ile – bu muammanın çözümünü önümüzdeki yüzyıla bırakıp Müslüm Gürses’e ‘helal’ desek yeridir. Her duruma bir şarkı uydurmuş neredeyse…

Eh, biz de onunla yarışmışız fena halde. Elde avuçta kalmış tüm zekâ kırıntılarıyla İstinye Mercan Meyhanesi’nde (1974) Müslüm Gürses ile Jean Paul Sartre’ı buluşturmuş, varoluşçuluk üzerine konuşturmuşuz… Az şey mi?

Ahlak ve imkân…

Aslında müthiş bir panorama sundu bize bu ölmeyeni öldürme hikâyesi. Sosyal medyanın yazılı basına oranla ne kadar hızlı, ancak misliyle hoyrat ve çoğu kere de ahlâksız olduğuna tanıklık ettik ne acı ki…

Hazır söz Sartre’dan açılmışken, bir virgül koyalım. Varoluşçuluğun ‘baba’sı Sartre ile söyleşir Michel Rybalka… Özel hayattan sosyal hayata uzanan, hemen hemen her şeyin didik didik edildiği bir söyleşidir bu.

Laf arasında, “Ahlak her zaman imkânsız olmadı, ama bugün böyle…” der Sartre.

O günün ‘bugün’ü gibi sahiden şimdimiz de…

“Arts & Humanitie Citation Index”… Onun yaptığı bir araştırmaya göre tüm zamanların en çok alıntı yapılan kişileri şunlardır: Marx, Lenin, Shakespeare, Aristoteles, Hegel, Freud, Chomsky, Platon ve Cicero…

Fark etmişsinizdir; listedeki tek ‘yaşayan’ Chomsky…

Üstelik bu Chomsky, çapulcu! Neden mi? Gezi Direnişi’ne destek verdi diye…

Noam Chomsky 2013 yılındaki Hrant Dink anmasında Agos’un balkonunda. (FOTOĞRAF:( MIRA / AFP)

Bir kısım yerli ‘aydın’, hadi ilgisiz demeyelim ama, başka bambaşka şeylerle meşgul olurken, eylem yerinden kilometrelerce uzaktan kendine vazife edinip ağlak bir bakanı üzdü diye…

Erdoğan ve Avrupa Birliği

Ankara’da okuduğum yıllardı. Siyasal’dan DTCF’sine yürür, Kamile İmer, Gülsün Leyla Uzun ve başka birkaç hocanın dersine ‘misafir’ öğrenci olarak girerdim.

İşte orada duymuştum adını. Bu yüzden Chomsky demek, ‘üretici dönüşümsel dilbilgisi” demekti. ‘Derin yapı’ ve ‘yüzey yapı’ demekti benim için.

Sonra sonra başka alanlarda da duyar oldum sesini. Bir solcu olarak dünyayı okuması… Bu okuma sonucunda ulaştıkları… Soruna ilişkin çözüm önerileri… Getirdiği eleştiriler hep ilgimi çekti.

Huysuz bir çocuk gibiydi adeta. Kendisine diretilenlere itiraz ediyordu. Çoğunluk benimsemiş olsa bile o şey eğer doğru değilse hakikati göstermekten çekinmiyordu. Hakikatin bedeli ağır olsa bile…

Ve derken, “Türkiye’deki sorunların sorumlusu Erdoğan ve Avrupa Birliği’dir” cümlesi geldi, ben eserleriyle boğuşurken.

Hemen öncesinde ise “1990’larda Türkiye’de devlet Güneydoğu’da gaddarca katliamlara karışmıştı” cümlesi…

Pek alışık olmadığımız bir düşünür… Canınız yanacak diye size doğruyu söylememezlik etmiyor.

Ezberleri bozmak için konuşmuyor, konuştukları çoğunluğun iradesine ters olduğu için ezber bozuyor.

Has bir entelektüel. Siyaset de konuşuyor, dilbilim de, evrim tarihi de… “Herkes bildiği alanda top koştursun’ düsturunu paramparça ediyor sık sık.

Tipik bir müzmin muhalif!

Barış Akademisyenleri

Türkiye cennet ülke, güzel ülke, ama çok az dünyalının ilgisini çeken bir ülke. Türlü sebepleri var bunun – haklı yahut haksız!

Ancak bilimde ve sanatta keşif, icat ve özgün eser bağlamında bir şey koyamazsanız ortaya, bu son kaçınılmaz oluyor.

Nitekim uzun bir süredir bu girdabın içinde dönüp duruyoruz.

İsmail Cem’in bakanlığı dönemde Işık Doğudan Yükselir sloganının içini doldurmak amacıyla Diyarbakır’a gitmiştik vaktiyle. Askeri havaalanına inmişti uçak. Kervansaray’da kalmıştık. Saat 6 dedi mi, in cin top oynardı sokakta… Hayat dururdu.

O dönem ‘olağanüstü’ydü tabii…

Sonra olağanlaştık ya… Güneydoğu’da sokağa çıkma yasakları ve çatışma yine de sürdü. İşte bu hak ihlallerine dair ciddi bir itiraz yükseldi akademiden.

“Bu suça ortak olmayacağız” dedi Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi…

Bu bildiriye imza atan 1128 akademisyenden biri de Chomsky idi.

Erdoğan, “Çoğu maaşını devletten alan sözde aydınların ihanetiyle karşı karşıyayız” dediği akademisyenleri ‘karanlık’ ve ‘cahil’likle suçlamıştı.

Hemen akabinde de seslenmişti: “ABD Büyükelçiliği, Chomsky’yi davet etsin, misafir edelim. Bölgeyi, bu akademisyen sıfatlı 5. kol elamanlarıyla değil, kendi gözleriyle görsün.”

Davet çağrısı ilgili kişiye ulaşmıştı. Chomsky yanıt vermekte de gecikmemişti üstelik: “Türkiye, Erdoğan’ın birçok yoldan yardım ettiği IŞİD’i suçluyor, diğer taraftan IŞİD’den çok da farkı olmayan El Nusra’yı desteklerken. Ve Erdoğan, Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan ana güç olan Kürtlere karşı işlediği suçları lanetleyen kişileri suçluyor. Başka bir yoruma ihtiyaç var mı?” (T24, Işıl Öz röportajı)

Amerikan Müdahaleciliği ve DGM

Bu reddedişin arkasında sanki Diyarbakır ziyaretinin ve maruz kaldığı tutumun da payı var gibi…

Hatırlayalım; Diyarbakır Demokrasi Platformu’nca Büyükşehir Belediyesi Mehmet Akif Ersoy Tiyatro Salonu’nda düzenlenen ”Toplumsallaşma ve Hukuk” konulu söyleşiye katılmış. Türkiye’de bulunduğu süre içinde düşünce ve ifade özgürlüğüyle ilgilenen birçok kişiyle tanışmış, konuşmuştu.

Ancak Chomsky’nin Diyarbakır’da yaptığı konuşmayla ilgili olarak polis inceleme başlatmıştı.

Yine hatırlayalım: Amerikan Müdahaleciliği adlı kitabıyla ilişkili olarak İstanbul DGM’de görülen davanın ilk duruşmasına katılmış, hazır gelmişken de birkaç konferans vermişti.

Chomsky konuşur da nasırına basmaması beklenebilir mi bazı kişilerin?

Çünkü o bizlere dikte edilen ‘kanaat önderleri’nden değil. Onun diyebileceklerini önceden kestirmek zor.

Yine bir keresinde, 7. Düşünceye Özgürlük Buluşması’nın Onur Konuğu olarak 9-10 Ekim tarihleri arasında Türkiye’ye gelen ve Bilgi Üniversitesi’nde iki saatlik bir konferans veren Noam Chomsky, Kürt sorununa evrensel insan hakları açısından bakmayı tercih edince… Hazırlıksız yakalanmanın tüm renkleri hücum etmişti yüzlerine bazı kişilerin.

Hız ve teknoloji

Chomsky için afili cümleler, sıfatlar kurmak kolay… Ama ona “ABD sisteminin en yılmaz eleştirmeni” deseniz ne olur, “kapitalizm ve Amerikan karşıtlarının ‘gazını alan’ sistemin gizli bir emniyet subabı” deseniz ne olur…

Bir dünya vatandaşı ve bir entelektüel etkilenir mi böylesi tanımlamalardan…

Ne var ki şimdi kendini savunamayacak kadar hasta ve itiraz edemeyecek kadar da yorgun…

“Uluslararası hukuk onlar için şakadan başka bir şey değil” derken ki zihinsel keskinliğe sahip olsa idi; eminim, “öldü” haberini yapanlara huzur içinde yatamayacakları bir mezar kazıverirdi çoktan…

Hız, güzel şey! Çoğu zaman işe yarayan da bir şey… Ama habercilik hızdan çok, hakikate sırtını dayar, daha doğrusu dayamalıdır. Sırf üç beş kişi daha çok okusun, sosyal medyada daha çok paylaşılsın diye yaşayanları öldürmekten vazgeçmeliyiz.

Biz küflü gazetecilere böyle öğretildi. Yaşamın dikenli yollarında da teyit ettik bu bilgiyi… Ama işte hız ve teknoloji bizleri de bozdu.

Er ya da geç hepimiz gideceğiz, hiç kuşkusuz; ama kaçımız gittikten sonra da kalacak bu dünyada – işte mühim olan bu!

‘Öldü’ haberleri kadar kitapları da okunsa Chomsky’nin… Belki yakındığımız hayatı da değiştirme imkânımız olur. Kim bilir…

Velev'i Google Haberler üzerinden takip edin

ÖNERİLEN İÇERİKLER

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com