Kadın hakları aktivistlerinin gözünde pedal çevirmek, kadınların özgürlüğü için tüm çabalarından daha işlevsel. Peki, bisikleti yönetmeyi başaran kadın hayatı da yönetebilir mi?
Rengiyle hatırlanır ilk bisiklet. Kırmızıydı benimki. Sürmeyi öğrendiği an her çocuk için özel ve unutulmaz olsa gerek. Çocuk dediğime bakmayın. Annem de bizimle öğrenmişti. 5 ya da 6 yaşlarındaydım o zaman. Ayaklarımın yerden kesilip iki teker üstünde dengede ve hızla gittiğimi görmek büyük bir başarıydı benim için. Boyuma göre biraz büyüktü. Ne de olsa memur çocuğu iki kardeştik. Muhtemelen ikimizin yaş ortalamasına uygun bir seçimdi bu. Düşe kalka öğrendik deyimini kullanmanın en uygun yeri. Tam anlamıyla öyle oldu.
Asker çocuğu olarak nereye tayin olursak bisiklet de peşimizden geliyordu bizimle. Gittiğimiz yerlerde eşyaların olduğu kamyondan ilk çıkan bizim bisiklet olurdu. İki kardeş bir bisiklet için kavga etmeye başlayınca nihayet ayrı bisikletlere sahip olma zamanı gelmişti. ‘Kardeşçe kavga’ bazen çözüm getiriyor işte.
Doğu-Batı her yeri bizimle gezdi bisikletler. Lojman kültürünün buna elverişli olduğunu söylemek gerek. Zira gittiğimiz bazı şehirlerde gerek yol güvenliği, yani bisikletliler için ayrılan bir yolun gerekse bizden başka bisikletlinin olmaması sınırlayıcıydı. Ancak site ya da bizim gibi lojmanda oturanlar için koşullar farklıydı. Babam emekli olunca İstanbul’a taşındık. Bisiklet sürmeye bir süre devam ettik, ancak bizim gibi ortaokul – lise çağında bisiklet süren yoktu çevremizde. Bir süre sonra bisikletlerimizi başka küçük çocuklara verdik. O günden sonra sadece gezilerde kiraladığımız bir eğlenceye dönüştü.
Kültürel kodlar ve bisiklet
Bisiklet, çevreci, duyarlı ve ayakları üzerinde durabilen bir benlik inşasını destekleyen bir araç olarak ne yazık ki zamanla kültürel kodlara teslim oluyor. Toplum bunu destekliyorsa hayatın bir parçası oluyor, ancak yasaklıyor ya da dışlıyorsa kabul görmüyor.
Durum gelgitleriyle tam olarak böyleydi. Ta ki Endonezya‘nın Jakarta şehrinde yaşayana kadar. Bir motosiklet şehri olan Jakarta bana başka bir deneyim yaşattı. Bisiklete göre ağır, ama hızı ve mekanizması daha güçlü birkaç taktikle uyum sağlanabilecek bir araç. Trafiğin kesmekeşinden, 15 dakikalık bir yere abartısız 2-3 saatte varılan bir ülkede yabancı bir kadının motosiklet kullanması… Evet, o dönem hiçbir şey kendimi motora binmek kadar özgür hissettirmedi. Çok sonraları özellikle Avrupa deneyimimden sonra anladım ki bisiklet, araba, ayağı yerden kesen, hareket alanını genişleten her araç kadının toplumsal görünürlülüğünü artıyor ve kadını özgürleştiriyor. Tam da bu sebeple Endonez kadınlar hayatın her alanında karşınıza çıkıyor. Müslüman ülkelerden bu yönüyle büyük oranda farklı. Ve yine aynı sebeplerle ne yazık ki kadının araba ya da bisiklet kullanmasını yasaklayan ülkeler var.
Türkiye, Asya ve Avrupa‘daki deneyimlerim bisikletin bambaşka bir yüzünü gösterdi bana. Bir direncin üstesinden gelmeye ve sınırları zorlamaya teşvik ediyor insanı. Giderek daha fazla kadının bisiklet sürmesi, kadın hakları aktivistlerinin gözünde, özgürleşme açısından kadın hareketlerinin tüm çabalarından daha işlevsel.
Erkeklerin gözetiminde bisiklet izni
Yönetmen Haifaa Al-Mansour´un geçenlerde okuduğum röportajı benim için bu fotoğrafı daha da netleştirdi. Al- Mansour da bisiklet sürmeyi öğrenmek isteyen bir kızın hikâyesini filmleştirmiş. O dönem bisiklet sürmenin kadınlar için yasak olduğu Arabistan’da bunu başarmaya çalışan bir kızın mücadelesini anlatıyor.
Zengin ve gösterişli, güçlü bir ülkenin bisikletli kadınlardan korkması. Evet, asıl mesele kişinin bisikletle hızlanma, yön verme, dengede durmayı öğrenerek kendini özgür ve başarılı hissetmesi. Üstelik tekrarın, temel bir pedagojik-didaktik yöntem olduğu da malum.
Motor becerileri alışkanlığa dönüştürmenin yolu. Her gün pedal çevirerek keşfedilen özgürlüğün bu sayede kalıcı hale gelmesi ve kaybedilmek istenmemesi paternalist toplumların korkulu rüyası. Kadının özgürleşmesi, kendi ayakları üzerinde duracak cesareti kazanması ve bunun sonucunda evden uzaklaşmayı istemesi muhtemel korkunun tetikleyicisi.
Hal böyle olunca film tabii ki tartışmaları da beraberinde getirmiş. Sonrasında bir karara bağlanmış. Kadınların belirlenen parklarda, erkeklerin gözetiminde bisiklet kullanmasına izin verilmiş. Onca polemikten sonra varılan sonuç maalesef bu olmuş.
Bu fikri destekleyen bir belgeselden de bahsetmeden geçmek istemem. Özgürlüğe Pedal Çevirmek, Hindistan‘ın Tamil Nadu eyaletine bağlı Pudukkottai bölgesinde 1 yıl boyunca devam eden bir projenin belgeseli. Bisiklet, bu projede kadınlara okuma yazma öğretmede harekete geçirici, güçlendirici ve cesaret verici bir motivasyon aracı olarak kullanılır. Böylece bir şehir nasıl dönüşür; toplum, özellikle kadınlar nasıl değişir, sorularının cevaplarını da bu belgeselde görmek mümkün. 230 bin kişinin okuma-yazmayı ve 100 binden fazla kadının bisiklet sürmeyi nasıl öğrendiği, arşiv fotoğrafları, filme alınan görüntüler ve projeyi yürütenlerle yapılan röportajlarla anlatılıyor.
Kadının bisiklet sürmesi kimi, neden rahatsız eder?
Bisikletin gittiği her yerde sosyal yaşam ve kültür üzerinde derin etkileri olur.
The Bicycle – Towards a Global History kitabında Paul Smethurst, bisikletin ilk olarak 1880 ile 1920 yılları arasında Çin, Japonya ve Avrupa’nın Asya ve Afrika kolonilerinde ortaya çıktığından bahseder. Egzotik bir yabancı nesne olarak şüpheyle bakılır o dönem. İthal bir teknolojinin temsilcisi olarak, yabancı, emperyalist kültürün ajanı olarak görüldüğünden direnişle karşılaşır. Zamanla kültürel engelleri aşarak yerel toplumlar tarafından benimsenir ve gündelik bir ihtiyaca dönüşür.
Bu süreç, elbette farklı yerlerde farklı hızda gelişir. Batılı olmayan ülkelerin Batı tarzı modernleşmeye uyum sağlamaya ne kadar hazır olduklarının bir ölçüsü olarak da değerlendirilir. Japonya, yerel bir bisiklet endüstrisine sahip olan ilk Asya ülkesi mesela; onu sonrasında Hindistan ve Çin takip eder.
Afrika’da ve Asya’nın büyük bölümünde bisikletli kadınların önündeki kültürel engeller 1950’li ve 1960’lı yıllarda hâlâ devam eder.
Halka açık yerlerde bisiklete binen ilk kadın: Amelie Rotheri
19. yüzyıl Batı’sında da bisiklete karşı bir tavra rastlamak mümkün. 1901 yılında Alman gazeteci ve kadın hakları aktivisti Lily Braun tekerleği özgürleştirici olarak tanımlamış mesela. Amelie Rotherí´nin de 1890 yılında Berlin’de halka açık yerlerde bisiklete binen ilk kadınlardan biri olduğu söyleniyor.
Bu durum zamanla kadınların her alanda görünür olmaya başlamasıyla değişir, ama kadınların mücadelesi elbette bitmez. Fransız aktris Sarah Bernhardt bisikletin gelenekleri derinden değiştirdiğine inanır. Ona göre dışarı çıkıp çevreyi fetheden tüm bu genç kadınlar, ev hayatının gereksiz karmaşasından vazgeçiyorlardı. Kim rahatsız olabilirdi bundan?
Buna karşı toplum mühendisleri halkı etkileyecek uzman görüşe ihtiyaç duyar. Doktorlar, bisiklet kullanmanın kadınlarda kısırlığa yol açabileceği konusunda tezler ileri sürer. Açıklamalar gündemi yeniden şekillendirir. Kadınlar onların bedensel ve ruhsal sağlığını destekleyen bu aktiviteden uzaklaştırılmaya çalışılır. Dönemin otoritelerinden biri sayılan Dr. Martin Mendelsohn ise aksi bir açıklama ile bu görüşleri reddeder, daha fazla doktor bisiklete binerek olumlu etkilerini deneyimleyerek paylaşır. Bir süre sonra tavsiye edilen bir spor, aktivite olarak kadınların dünyasında özgürce yerini alır.
Kadın hakları savunucuları da konuya dahil olur. Amerikalı sivil haklar lideri Susan B. Anthony 1896 yılında kaleme aldığı bir yazısında bisiklet ve kadın arasındaki ilişkiyi çok güzel ifade eder: “Bence [bisiklet] kadınları özgürleştirmede dünyadaki herhangi bir şeyden daha fazlasını yaptı. Bisiklete binen bir kadını her gördüğümde seviniyorum. Onlara özgüven ve bağımsızlık duygusu veriyor.”
Pedal çevirerek ruhu ve bedeni özgürleştirmenin felsefesi
Bugünün perspektifinden bakıldığında tüm bunlar kulağa anakronik geliyor, demeyi isterdim. Ancak bisiklete bakış, ülkeye, hatta semte göre bile değişebiliyor. Yasak olmayan yerlerde görünür ya da görünmez bir kültürel baskının hâkim olduğu yerler ne yazık ki hâlâ var.
İran’da kadınlar için bisiklet yasak mesela. 2016’da kadınların başlattığı direnişi hatırlarsınız. #Iran WomanLoveCycling etiketi ile bisikletli kadınlar fotoğraflarını yayınlamıştı.
Dr. Gudrun Maierhof, Bir Erkek Gibi Bisiklet Sürüyorsunuz, Madam adlı kitabında kadınların bisikleti keşfinin onların özgürleşme tarihiyle örtüştüğünden bahseder. Ne trajiktir ki bu özgürleşme mücadelesi hâlâ devam ediyor.
Öyleyse bisiklet, paternalist (toplum veya aile yönetimlerinde kararların, rehber ve ideal kabul edilen kişi veya kişilerce alınmasını öngören yönetim sistemi) toplumlarda kadınların, toplumların bir başkaldırısı olarak tanımlanabilir. Pedal çevirerek ruhu ve bedeni özgürleştirmenin felsefesi de şudur: “Pedalism”. Neden olmasın?