Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro’nun tarzına aşina olanlar, Netflix’in yeni filmi ‘Frankenstein’ı uzun süredir merakla bekliyordu. Herkesçe bilinen, defalarca filmi çekilmiş, dizisi yapılmış; animasyonları, hatta oyun versiyonları bile oluşturulmuş bir hikayenin yeni yorumunda “yeni” şeyler bekleyenlerin beklentilerini karşılayacak bir film olmuş Frankenstein. Canavarı hem yaratıcısının hem de kendisinin gözünden gördüğümüz bu çağdaş Frankenstein versiyonu, yetişkinlere masal tadında. Filmden geriye ise seyirciye “Asıl canavar kim?” sorusu kalıyor.
‘Frankenstein’ın bu yeni uyarlamasında, egosu ve takıntılarıyla hareket eden yetenekli cerrahın Victor Frankenstein’ın (Oscar Isaac) kendini Tanrı yerine koyarak yaşam ve ölümle oynaması konu ediliyor. Filmde Frankenstein rolünde Jacob Elordi, kariyerinin en iyi oyunculuklarından birine imza atmış. Rolü hakkında epeyce yorum yapılan Mia Goth’un oyunculuğunu beğensem de “canavar”ın seyirciye geçirdiği duyguyu tam geçiremediğini söylemem gerekiyor.
Game of Thrones dizisindeki muhteşem oyunculuğu ile hafızalara kazınan Charles Dance’ın canlandırdığı baba rolü ise Victor’ın bencil ve karanlık kişiliğinin oluşumunda önemli rol üstleniyor. Charles Dance’ın kısa rolüne rağmen harikalar yarattığını söylemek gerekiyor. Benzer şekilde Christoph Waltz’ın canlandırdığı Heinrich Harlander’ın dikkat çekici bir performans sergilediğini söyleyebiliriz. David Bradley’in kör ve yaşlı bir adamı canlandırdığı rolün de yine Guillermo del Toro imzasıyla iyi bir performans sergilediği görülüyor.

Yazının bundan sonrası spoiler içerecek, uyarımı yapayım. Gerçi Frankenstein gibi hepimizin neredeyse ezbere bildiği bir konuda nasıl spoiler yenecekse artık…
Film, 1857’de Danimarka Kraliyet Donanması’na ait bir geminin Kuzey Kutbu’nu keşfetmeye çalışırken buza saplanmasıyla başlıyor. Denizcileri korkuyla ürperten, birkaçını öte tarafa yollayan “canavar”, peşinde olduğu Victor’ı almak istiyor. Victor’ı gemiye alan kaptan ondan “hikayesini” dinliyor. Filmin bu birinci bölümünde Victor, kendi çocukluğunu, sevgiden yoksun büyümesini ve babasıyla sorunlu ilişkisini anlatıyor. Böylece “canavar”ı yaratacak kişiliğin nasıl oluştuğunu görüyoruz.
Ölüleri canlandırmayı kafasına koyan doktor Victor, Kraliyet Akademisi’ni ikna edemiyor. “Şarlatan” olmakla itham ediliyor, yaptığının “dine aykırı olduğu” savunuluyor. Yaşam gibi ölümün de sahibinin Tanrı olduğu konusunda hemfikir dönemin bilim insanları. Christoph Waltz’ın canlandırdığı Heinrich Harlander, Victor’a deneylerini yapması için sponsor oluyor. Bir silah tüccarı olan Harlander, gerekli olan imkânları sağlıyor. Tabi karşılıksız değil. Zamanı gelince de o “ricasını” açıklıyor: Frengi hastalığı ilerlemiştir ve deneyde kendisi rol almak istiyordur. Bir iyileşme veya “ölümsüzlük” ihtimali varsa, kendisi gönüllü olacaktır. Yani Frankeinstein olmak ister.
Harlander’i sponsor olmasıyla Victor kendisine uygun bir “kule” ve kulede “canavarı” yaratabileceği ortama kavuşur. Artık o korkunç deneyin önünde hiçbir engel yoktur. Ve sonunda bir gün Victor’ın deneyi başarılı olur. Çeşitli cesetlerde toparlanmış parçalarla oluşturulan ceset, deneyden sonra tek parça halinde, canlanır.

Victor, “yarattığı şey”le ne yapacağını bilemez önce. Onu eğitmeye çalışır. Frankenstein, fiziksel olarak güçlüdür ancak duygusal olarak zayıftır, ayrıca dil ve zeka gelişimi de sınırlıdır. Victor, deneyle yanlış yaptığını düşünerek yarattığı canavarı da yok etmek için kuleyi havaya uçurur, kendi hayatını da riske atarak. Böylece filmin ikinci kısmına geçilmiş olur.
Filmin ikinci bölümünde bu kez “yaratık” dilleniyor. Kendi hikayesini bizzat anlatıyor, “Victor kendi hikayesini anlatmış” diyerek. Yaratıldığı kulede neler hissettiğini, her şeyi olarak gördüğü yaratıcısının kendisini yüz üstü bırakmasını ve patlamadan nasıl kurtulduğunu, onun peşine nasıl düştüğünü. Denizcilerin gemisine geldiğinde her şeyi artık rahatlıkla konuşacak kadar zekaca ilerlediği görülen “canavar”ın nasıl bu hale geldiğini de öğreniyoruz.
Bu noktada sığındığı değirmendeki yaşantısına gidiyoruz. Bu noktadan sonra “kendi hikayesini arayan canavar” oluyor. Nasıl yaratıldığını öğrenince kendini “ölüler mahzeni çocuğu” olarak tanımlıyor, bir enkaz. “Canavar”ın kendisini ve çevresini tanıdığını, yaratılış hikayesini öğrendiğini ve “ölüm nimeti de elinden alınmış” biri olarak yalnızlıkla baş edebilmek için “kendi gibi” birini, yani bir eş istediğini görüyoruz. Böylece Victor’ın peşine düştüğü hikaye başlıyor. Hikayenin sonu, denizcilerle karşılaştıkları o an…
Guillermo del Toro’nun tarzına aşina olanlar, Frankenstein’da tanıdık pek çok “görsel” malzeme ile karşılaşacaklardır. Diğer filmlerindeki gibi “devrimsel” nitelikte olmasa da bu filmde de mekân tasarımı, klasik sanata verilen değer, gotik Avrupa havası yoğun biçimde kendini hissettiriyor. Filmde her sahne bir görsel şölene dönüşüyor adeta. Tasvirler, kostüm tasarımları muhteşem. Dönem Londra’sının tasviri de çok iyi. Savaş arefesinde çamur dolu sokaklar, abartılı elbiseleriyle kadınlar, elbette 1800’ler filmlerinden beklenebilecek şekilde, şapkalı ve bastonlu erkekler.

Guillermo del Toro filmlerinden alışık olduğumuz muhteşem sahneler, tasvirler ve mekan oluşumu bu filmde de kendini iyiden iyiye hissettiriyor. Kostüm tasarımları da alkışı hak ediyor.
Filmde ceset, cesedin parçalanması, kullanılan bıçaklar ve testereler insanı ürkütüyor. Bu kadar ayrıntılı bir “görme” biçimi filmin insanda hissettirdiği huzursuzluğu arttırıyor. Ve galiba yönetmenin istediği de bu. İzleyici, insan bedeninin parça parça edildiği bir “seyir” deneyimi ile cascavlak yakalanıyor. Hem bir “canavar” hikayesinde bundan başka ne beklenir ki! Onlarca cesetten alınan farklı parçaları kesip biçip yeni bir ceset oluşturuyor Victor. O yüzden bu sahnelerde kesilmiş eller, bacaklar, kafalar, her tarafı bulayan kan görmek işten değil. Bu konuda hassas olanların bu sahnelerde rahatsız olacağını kestirmek zor değil.
Ölmek isteyen ama “ölemeyen”, yalnızlığa mahkum bir canavar “Frankenstein”. Dünyada mahsur kalmış. Sonunda hem yaratıcısı hem de katili olan Victor’la yüzleştiğinde ise seyircide “Asıl canavar kim?” sorusunu bırakıyor.
Velev'i
Google Haberler üzerinden takip edin
