31 Mart seçimlerinde yaşadığı hezimetin getirdiği psikolojik ve siyasi güç kaybından kurtulmak isteyen Erdoğan, önce Özgür Özel'i 'yumuşama', sonra Akşener'i 'makam' üzerinden ikna ederek, yakalandığı 'kurt' kapanından kurtulmaya çalışıyor. Kapanın sahibi ise boş durmuyor.
Ankara’da son günlerde ardı ardına meydana gelen gelişmeler, yeni bir döneme girildiğini gösteriyor. Aslında 31 Mart akşamı ülke yeni bir döneme girdi ama iktidar, hezimetin bozguna dönüşmesini önlemek amacıyla bir süre beklemeyi tercih etti. Kendi seçmenini korkutup kaçırmamak için seçim sonuçlarını önemsizleştirme çalışmaları yaptı ama sonuçların ağırlığını gizlemekte başarılı olamadı.
Erdoğan ve ekibi uzun süren seçim analizlerinin ardından kafalarında bir plan oluşturdu. Bu plandan ilki ekonomiyi düzeltmek, ikincisi ise MHP’den bir an önce uzaklaşmak. Kürt illerinde bir önceki seçime göre yüzde 50’lere varan oy kaybı MHP ile ortaklığa bağlandı. Ülkenin diğer bölgelerindeki oy kaybının ise ekonomideki kötü durumdan kaynaklandığı konusunda görüş birliğine varıldı. Seçim yenilgisini ‘ekonomi’ye havale eden Erdoğan, partinin yönetimi kadrosu ve kabineyi değişmeyi ileri bir tarihe erteledi.
Erdoğan, partideki yönetim değişikliğinden çok siyasette yeni ittifaklar kurarak daralan siyaset alanını genişletme yoluna öncelik verdi. CHP’ye karşı ‘yumuşama’ siyaseti bunun ilk adımıydı. CHP’nin sert muhalefetinin yıkıcı etkisini azaltmak amacıyla ‘normalleşeme’ ipine sarıldı. CHP’nin düşük seviyeli muhalefetini sağlama aldıktan sonra yeni ittifaklar için Erdoğan’ın görüşme trafiği başladı. İYİ Parti’nin eski lideri Akşener ile görüşmesini bu bağlamda değerlendirmek lazım.
Ancak Erdoğan’ın söylemleri ile eylemleri yine her zaman olduğu gibi çok farklı. ‘Yumuşama’ derken İçişleri Bakanlığı kanalıyla Hakkari’ye kayyım ataması yaptırdı. Erdoğan’ın seçim yenilgisinden konumunu değiştirmeden kurtulmak istediği ortada.
Bunu başarabilir mi? Örnek olarak önünde 2015 yılındaki 1 Kasım seçimleri duruyor. Erdoğan, şu anda ikinci parti konumunda bulunmasına ve halk desteğinin minimum noktada olmasına rağmen bu kapandan kurtulacağına inanıyor. Erdoğan’ın inanmasını sağlayan ise muhalefetin bir türlü kazandığı seçimin bile arkasında duracak cesareti gösterememesi ve Türk siyasetçisinin hiçbir ahlaki ilkesinin olmaması.
Meral Akşener’in Erdoğan ile Saray’da görüşmesinin ardından siyasette etkisi gittikçe azalan İYİ Parti yeniden gündemde. İYİ Parti’nin kuruluşu üzerinden çok fazla zaman geçmemesine rağmen izlediği politika ve liderin tutarsız eylem ve söylemleriyle siyasi tarihte iz bıraktığına kuşku yok. Muhalif bir parti ile yandaş bir parti arasındaki farkı bir türlü netleştiremediği için beklendiği gibi kimseye yaranamadı. İktidar diliyle muhalefet partisi olmayacağını net bir şekilde gösterdi.
“İYİ Parti’nin hastalığı neydi?” sorusuna verilecek en önemli cevap “siyasi konumunu netleştirmemek” diye verilebilir. Siyaseti kitlelere değil gruplara yapıyordu. Mağdurlar arasında bilinçli ayrım yapıyordu. İktidarın ürettiği ötekileştirici dili sahipleniyordu. Muhalif bir parti olmasına rağmen iktidarın bir çok eylemine ve söylemine ses çıkarmıyor, çoğu zaman da destek veriyordu.
CHP’nin yeni yönetiminde de bu politikanın benimsendiğine yönelik emareler var. CHP’nin politika yapıcıları AKP’den gelen 1,5 milyon oyu kaçırmama üzerine siyaset belirlemeye çalışıyorlar. Ancak bu kitle uzunca bir süredir AKP’den kopmaya hazırda bekliyordu. Bu kitlenin davranışını belirleyen hukuksuzluk, insan hakları, dindarlık değildi. Bu kitlenin siyasi tercihini büyük oranda ekonomi ve kendi kazançları belirledi. Bu kitle 2018 yılından itibaren AKP’yi terk edeceğine yönelik işaretler verdi. 2019’daki İstanbul’da tekrarlanan seçimdeki oy farkı bunun sonucuydu. Daha sonra yapılan kamuoyu araştırmalarında Erdoğan’ın tekrar seçilmesi çok zor görünüyordu. Erdoğan, bu kitlenin kendisini terk ettiğini görünce ülke ekonomisini batırma pahasına onları tutmayı denedi. Faizi düşük tutarak bu kitleyi devlet eliyle fonladı. Krizin etkisinin hemen hissedilmemesi için bankalar ve devlet hazinesi üzerinden bu kitleyi destekleyerek kendisine oy vermesini sağladı.
Mehmet Şimşek’in göreve gelmesinin ardından reel ekonomiye dönüş sağlandı ve bu kitlere yönelik fonlama sona erdi. Bu kitlelerin içinde sadece emeklileri görmek doğru değil. Orta sınıf olarak kabul edeceğimiz ve ekonomi iyi olduğunda hiçbir şeyden şikayeti olmayan kesimleri buna dahil edebiliriz.
Bu yeni seçmen kitlesi CHP’nin politik söyleminin ‘ekonomi’ olması gerektiğini net bir şekilde gösteriyor. İnsanların ekonomik olarak kötü durumunu görmeden sadece ‘yumuşama’ üzerinden gelişecek bir söylemle AKP’nin karşısına çıkmak büyük yanlış olur. Ayrıca iktidarın toplum kesimlerini ötekileştirmek için kullandığı dili aynen kullanarak siyaset yapmanın İYİ Parti’ye faydasının olmadığı neden görmezden geliniyor?
Özgür Özel’in bu hafta içinde mağdur iki anne arasında ayrım yapan ziyareti CHP’nin siyaset stratejisinin ve söyleminin ciddi yanlış olduğunu ortaya koyuyor. CHP, üç beş generali, Gezi tutuklularını bıraktırma dışında bu topluma verecek bir şeyi olmayan parti imajı veriyor.
Ülkenin hukuka, demokrasiye, insan haklarına ve ifade özgürlüğüne ihtiyacının olduğunu birileri Özgür Özel’e söylemeli. Halihazırdaki siyaset tarzı ‘kapana’ kısılan Erdoğan’a zaman kazandırma dışında bir işe yaramaz…