Recep Tayyip Erdoğan (Fotoğraf: Adem ALTAN / AFP)
Türkiye 10 yıldır fiilen her şeye karar veren tek bir adam tarafından yönetiliyor. Bu adamın inişli çıkışlı ruh hali ülkenin kaderini belirliyor. Tek adamın yargılanma ve hesap verme korkusu normalleşmenin önündeki en büyük engel.
İranlı psikoloji profesörü Fathali M. Moghaddam’ın Emine Erdoğan’a da hediye ettiği Diktatörlüğün Psikolojisi kitabını bugünlerde yeniden okumakta fayda var. Kitabı okuduğumda şöyle bir soruyu kendime sordum: Diktatörün psikolojisi bozuksa ne olur? Hem her şeye karar veriyor hem de psikolojisi bozuksa o ülkede neler yaşanır?
Kitabı okuduğum günler AKP’nin topluma bir şeyler dayatmaya yeni başladığı dönemdi. Kitapta yer alan bazı şeyler için ‘bu kadar da olmaz’ dediğim çok sayıda konu ve olay vardı. Yazarın İran’da yaşadıklarının günümüz Türkiyesi açısından da çok öğretici olacağını düşünüyorum. Ülkede Şah rejiminin gitmesini isteyen çok farklı toplumsal gruplar bulunuyor. Bir gün Şah rejimi yıkılıyor ve yerine Mollalar geliyor. İlk etapta gücü tam elinde tutamayan bir rejim var. Bu nedenle muhalif olan diğer toplumsal kesimlerle anlaşma yolunu seçiyor. Mollalar, rejim güçlendikçe birlikte hareket ettikleri toplumsal grupları dışlıyor ve direnenleri cezaevine yolluyor. Ülkenin okumuş ve aydın kesimi bir anda cezaevi ile yurtdışına çıkma arasında seçim yapmak zorunda kalıyor. Binlerce insan ülke dışına çıkıyor. Kitabın yazarı da yurtdışı seçeneğini kullananlardan.
Bu anlatılanlar hiç yabancı olmadığımız bir durum. Günümüz Türkiyesi’nde de benzer şeyler, hatta onun daha ileri aşamaları yaşanıyor.
Son günlerde bütün muhalif kesimlere yönelik yargı sopası yeniden devreye girdi. Kürtler ve Gülen cemaatine ek olarak, sol ve sosyalist gruplar ile CHP’liler de bu gruba eklendi. Son olarak ise ülke sanayiisinin yüzde 80’ini oluşturan TÜSİAD yönetimine yönelik Erdoğan’ın o her zamanki bildik üst perdeden konuşmasının ardından ‘seyyar giyotin’ Sarayla iltisaklı ve irtibatlı savcıları harekete geçirdi.
İktidar seçime kadar ülkeyi demir yumrukla yönetmeye karar vermiş görünüyor. Asıl soru şu: Halk seçime kadar demir yumruğa tepki vermeyi bekler mi? Beklerse ne olur? Beklemezse ne olur? Beklerse Türkiye, uzun ve karanlık bir yolda yönetilecek demektir. Aile fertlerinin ülke kaynaklarını hortumladığı, yandaşların Saray’a verdikleri yüzde oranında iş yapabildikleri, bürokrasiye, yargıya, güvenlik bürokrasine işin ehli olmayan yandaşlar doldurulduğu bir düzen kurulur. Şu anda olanın daha kötüsü olur. Esad sonrasında ortaya çıkan cezaevi görüntülerinin Türkiye versiyonu devreye girer.
Halkın tepkisinden korkup şu anda uyguladığı ‘demir yumrukla’ yönetme şeklini hafifletip seçime gider. Seçimi kazanmak için bütün devlet aygıtlarını, sivil toplum görünümlü yapıları, cemaat görünümlü çıkar gruplarını kullanır. Seçimi bir yolla kazanır. Seçim kazanırsa tek adam rejiminin yeni sürümü devreye girer.
Halk tepki verirse ne olur? O zaman tek adam rejimlerinin yaptığını yapar ve halka karşı şiddet kullanır. Sonrasını tahmin etmek çok zor. Kan dökerek tepkileri bastırır ya da ikinci vatanı bildiği güvenli bir ülkeye paralarıyla birlikte kaçar.
Erdoğan zaten demir yumrukla idareye ettiği ülkede şiddetin dozunu durduk yere niye yükseltti? Erdoğan, iktidarının elinden alınacağı korkusuna bugün niçin kapıldı? Bu sorulara en iyi cevap Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu’nun, “Toplumsal desteğini ve kudretini kaybeden rejim, güç gösterisi yapmaya çalışıyor. Eleştirileri ve farklı muhalif çıkışları engelleyemezse, arkadan gelen çığın farkında. Paradoksal bir şekilde, rejimin kudretsizliği onu daha da despotik hale getiriyor” ifadesinde saklı. Tekrar seçimi kazanma ihtimalinin olmadığını gören Erdoğan ve ortakları, çıkış olarak ülkeyi Orta Asya Tipi yönetim şekline geçmeye karar verdi.
Trump da göreve gelmişken şiddetin dozunu yükseltmesi hiç hayra alamet değil. Kemerleri bağlayın, bu kez gerçekten hızlı çarpacak Erdoğan 85 milyonluk ülkeyi duvara…